TAŞRALI BİR SİYASETÇİNİN KAYGILAR

‘’Hayat sadece geriye doğru bakarak anlaşılır, ileriye doğru yaşanabilir.’’

Yazıma bir Soren Kierkegaard sözüyle başladım çünkü bir taşra siyasetçisinin dikkat çekebilmesi için güçlü bir giriş yapması gerekir. Türkiye’de siyasetçinin yazıları ilgi çekmez daha çok yüksek perdeden hamasi cümleleri dinlenir ve alkışlanır. Politikacı duymak istenileni söyler ardından tatmin sonrası huzura erişir kitle. Gençlerin deyimiyle ‘’Boş yapmak’’ tır bunun adı.

Günümüz siyasetindeki anlamlandıramadığım olaylar veya kişilikler karşıma çıktığında tarihin sıkıştırılmış özeti ve adeta kısa bir simülasyonu olan Fransız İhtilali’ni okur ve sonuçlar çıkarmaya çalışırım.

 Şimdi sizi 232 yıl geriye Fransız İhtilaline götürmek istiyorum.  İhtilali hazırlayan ekonomik sebepler kısaca; köylüler mahsullerinden verim alamadıkları için şehirlere göç etmiş ve şehirler de bu yükü kaldıramayınca işsizlik, kıtlık ve açlık had safhaya varmış. Savaş giderleri, vergilerin tahsil edilememesi ve sarayın aşırı harcamaları imparatorluğu iflasın eşiğine getirmiş. Kilisenin ve Kral’ın elindeki gücü kaybetmek istememesi ve bir taraftan da dış ticaret yoluyla zenginleşmiş burjuvanın hak talepleri kaosa zemin hazırlamış.  İhtilal’in düşünsel yönünü iki yüz yıldan beri hazırlayan Voltaire, Montesquieu, Descartes, Rousseau, Diderot ve John Locke’un adlarını anmadan geçemeyiz ama bizi ilgilendiren kısım tabi ki ekonomi. Çünkü biz Türk’leri ilgilendiren kısım burası. Bizim kafamız ancak cebimize giren para azaldığında atar ve kafamız karışır aynı bugün olduğu gibi. Kahir ekseriyetin cebi boş, işi yok ve gelecek kaygısı içinde.

Neyse tekrar döneceğiz bizim hallerimize.

 İhtilal’in sadece 1793 ile 1794 yılları arasındaki Jakoben Diktatörlüğü döneminde kral ve kraliçe de dahil 18 ile 40 bin insan hayatını kaybetmiş, çoğu suçlarının ne olduğunu bile bilmeden ölmüşler. Bu kaos döneminde bazı karakterler vardır. Kimi erdemi, kimi özgürlüğü, kimi eşitliği ve kimi de asayişi öncelemiştir. Bir karakter vardır, kaos dönemi birçok partide bulunmuş bir nevi psikolojik savaşta Napoleon’u ve Robespierre’i devirmiş ve kimine göre tilki, kimine göre kasap ama herkesin işine yarayan her kapıyı açan Joseph Fouche’den bahsedeceğim. Omurgası, değerleri ve ahlakı olmayan bir karakter. Lyon’da 1600 kişiyi giyotine gönderip mallarına el koymuş. Kurduğu istihbarat ağı sebebiyle Napolyon dahil herkesin korkusunu ve nefretini kazanmış bir portre. Kısaca hayatı şöyle;

1790’da papaz öğretmeni,

1792’de kilise yağmacısı,

1793’te komünist,

1798’de milyoner,

1808’de Otranto Dükü.

Fouche,sözde Napolyon’un polis bakanıdır ama Balzac ‘’İnsanlar üstünde Napolyon’dan daha fazla nüfuzu olan kişi’’ diye bahseder. Her oluşumda bulunur ve yönetime katılır ama hiçbirine bağlanmaz Tanrı’sına bile. Güç kimdeyse ona tapar. O’nu hayatta tutan tarafları vardır. İnsan psikolojisini iyi bilir, kendini gizler ve en önemlisi de susması gereken anları iyi bilir. Patlamaya hazır varlıklı burjuva sınıfının yakın gelecekte yönetimde söz sahibi olacağını tahmin eder ve zengin bir tüccarın kızıyla evlenerek geleceğe hazırlık yapar. Yürüttüğü operasyonlarda binlerce kişinin idamına ve mallarına el konulmasına sebep olur.

 Şimdi gelelim günümüz Türkiye’si ile Fransız İhtilalini plaza diliyle ‘’match’’ etmeye. Bir tarafta karnı doymadığı için ne yapacağını bilemeyen kafası karışık ‘’öfkelenmeye ‘’başlamış 58 milyon seçmen, diğer tarafta iştahı kabarmış iktidar olmak için demokrasiyi, insan haklarını, adaleti ayak bağı gören bel altı vurmaktan çekinmeyecek bazı siyasi figürler. Sizin anlayacağınız ateşle barut buluşmak üzere. Kontrolü zor bir öfkeliler kitlesinin ne yöne evrileceğini aklıselim siyasal aktörlerin cesareti emeği ve özverisi belirleyecek.  Etik zeminde bilim ve hukukun üstünlüğünü vurgulayan siyasetçilere her zamankinden daha çok ihtiyacımız olacak. Eğer sahneye çıkmayacak/çıkamayacak olurlarsa meydan Fouche benzeri aktörlere kalacak. Konuşarak uygarca çözebileceğimiz sorunlarımızı silahla, sopayla, tehditle ve yargıyla çözüyormuş gibi yapıp  bunun adını ‘’memleketin bekası için’’ yaptık diyecekler. Yeri geldiğinde ‘’devlet-i ebed müddet’’ lafını duyacaksınız, kimilerini de ‘’Adalet-i izafiye’’ diyerek kandıracaklar.

Artık bilgiye ulaşmanın kolaylaştığı günümüzde kimsenin bizim algılarımızla oynamasına izin vermeyelim. Öfkemizi ve çaresizliğimizi kullanarak bizi karanlık dehlizlere çekecek Fouche’lere itibar etmeyelim. İşsizliği, eğitim, sağlık ve hukuktaki sorunları unutturmaya çalışacaklar. Dinden, bayraktan, milli duygulardan ve vatanseverlikten dem vurup bağırıp çağıracaklar. Ölümü gösterip sıtmaya razı edecekler. Kanmayın ve korkmayın.

Fransız İhtilali acılarla dolu bir cehennem tezahürüdür. İhtilal’in pozitif sonuçları için bu kadar acıya gerek var mıydı? Derseniz, bence yoktu. Mutlaka birileri çıkıp olayları zaman bağlamı dışında değerlendirmişsin diyecek olursa cevabım şudur. Fransız İhtilal’ini yaşayanlar I.ve II. Dünya Savaşlarını, Irak Savaş’ını ve Suriye’yi yaşamamışlardı. Tarihe bakıp dersler çıkaracak imkanları maalesef yoktu.

Biz konuşarak birbirimize güvenerek bu işin altından kalkabiliriz. Uygarlığın fil ayakları olan ahlakı, bilimi ve hukuku hep birlikte olması gerektiği yere dikebiliriz, hiç yıkılmayacak sağlamlıkta. Konuşarak ortak paydada buluşup meyvelerini devşirebilir ve geleceğe armağan edebiliriz.

Unutmayın, tarihsiz toplum talihsiz toplum demektir. Tarih bize öğüt vermeye hazır bir bilgedir, her soruyu cevaplar hiç soru sormaz.

Yalçın CAN