Küresel Vicdanın Maliyeti: Ekonomik Bağımlılık ve Uygur Soykırımı

​Modern İmhanın Gölgesindeki Stratejik Sessizlik: Sincan'dan Yükselen Çığlık

​Çin Halk Cumhuriyeti'nin (ÇHC) devasa ekonomik gücü, uluslararası hukukun en ağır suçlarından biri olan soykırım karşısında küresel vicdanı susturmuş durumda. Sincan/Doğu Türkistan'da bir etnik grubun, Uygurların, kültürel ve demografik varlığının sistematik olarak yok edilişine, karmaşık küresel tedarik zincirleri aracılığıyla dolaylı yoldan finansman sağlanarak eşlik ediliyor.

​Pekin yönetimi, Sincan'daki sistematik baskıyı "radikalizmle mücadele" ve "gönüllü mesleki eğitim" gibi kılıflarla örtmeye çalışsa da, sızan gizli resmi belgeler (Xinjiang Police Files), uydu görüntüleri, demografik veriler ve binlerce tanık ifadesi, bu uygulamaların 1948 BM Soykırım Sözleşmesi'nin kapsamına giren, organize bir imha projesi olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlamaktadır. Doğu Türkistan'da yaşanan bu kriz, küresel ticaret bağımlılığımızın, evrensel insan hakları ve ahlaki sorumluluk üzerindeki yıkıcı ve utanç verici etkisinin en somut örneğidir.

​I. Kamplar: Dijital Gözetim Altındaki Modern Hapishaneler

​Uygur dramının en sarsıcı gerçeği, ÇHC’nin "Yeniden Eğitim Kampları" adını verdiği devasa tesisler ağıdır. Bu tesisler, yüz binlerce Uygur ve diğer Türk-Müslüman’ın yasal süreç olmaksızın alıkonulduğu, modern birer siyasi ve kültürel hapishane işlevi görmektedir.

​Bu kampların amacı sadece siyasi biat sağlamak değil, aynı zamanda etnik ve dini kimliği hedef alan sistematik bir kültürel imhadır. Güvenilir raporlar (örn. İnsan Hakları İzleme Örgütü), kamplarda mahkûmlara yönelik sistematik işkence, cinsel şiddet, psikolojik baskı ve zorla tıbbi müdahalelerin (zorla kısırlaştırma ve doğum kontrolü) kurumsallaşmış bir devlet politikası olduğunu ortaya koymaktadır. Kampların dışında kalan Uygurlar ise, yüz tanıma sistemleri ve yapay zekâ destekli takip uygulamalarıyla örülmüş, eşi benzeri görülmemiş bir dijital panoptikon altında sürekli gözetim altında yaşamaya zorlanmaktadır.

​II. Kültürel ve Demografik Kökleri Sökme Projesi

​Uygurlara yönelik baskı, bir halkın kültürel ve demografik kodlarını kökten silmeyi hedefleyen iki yönlü bir stratejiye dayanmaktadır.

​Uydu analizleri (örn. ASPI raporları), bölgedeki tahmini 16 binden fazla cami ve dini alanın ya tamamen yıkıldığını ya da ağır hasar gördüğünü belirtmektedir. Uygurların asırlık dini ve kültürel kimliğine yönelik bu saldırı, Uygurcanın eğitimden ve kamusal alandan kaldırılması ve Uygur aydınlarının tasfiyesiyle birleşmektedir. Bölgeye yoğun olarak Han Çinlilerinin yerleştirilmesi (demografik mühendislik), kültürel sürekliliği ve toplumsal yapıyı sona erdirme çabasının temelini oluşturmaktadır.

​Meseleyi hukuken Soykırım Suçu tanımının merkezine yerleştiren en kritik boyut, Uygur kadınlarına uygulanan zorla doğum kontrolü ve kısırlaştırma politikalarıdır. Çin'in kendi resmi istatistikleri dahi, Uygur nüfus artış hızının 2017'den itibaren dramatik bir düşüş gösterdiğini kanıtlamaktadır. Bu politikalar, Soykırım Sözleşmesi'nin 2. maddesinin (d) bendi ("Grup içinde doğumları engellemeye yönelik tedbirler uygulamak") kapsamında, bir etnik grubu kısmen veya tamamen yok etme kastını somutlaştırmaktadır.

​III. Zorla Çalıştırmanın Gölgesi: Küresel Tedarik Zincirleri Kirleniyor

​Ekonomik çıkar faktörü, bu insani krizin en karanlık yüzünü temsil etmektedir. Sincan, küresel pamuk üretiminin yaklaşık %20'sini ve güneş panellerinin ana maddesi olan polisilikonun önemli bir kısmını tedarik ederek küresel tedarik zincirlerinin stratejik bir parçası haline gelmiştir.

​Araştırmalar, milyonlarca Uygur'un ya kamplardan ya da yoğun gözetim altındaki kırsal bölgelerden alınarak, Çin'in farklı eyaletlerindeki fabrikalara asgari veya sıfır ücretle zorla transfer edildiğini ortaya koymaktadır. Bu zorla çalıştırma (Forced Labor Transfer Scheme), teknoloji, giyim, otomotiv ve tarım gibi kilit sektörlerde faaliyet gösteren dünyanın en tanınmış küresel markalarının tedarik zincirlerini doğrudan kirletmekte ve onları insanlık suçuna ortak etme riskiyle karşı karşıya bırakmaktadır.

​Batılı şirketler ve tüketiciler, bilmeden bir insanlık suçunu finanse etme ikilemiyle karşı karşıyadır. ABD’nin Uygur Zorunlu Çalışmayı Önleme Yasası (UFLPA) gibi mevzuatlar bu duruma karşı ekonomik bir cephe açsa da, küresel tepkinin geneli Çin'in pazar gücü karşısında yetersiz kalmaktadır.

​IV. Küresel Vicdanın Sınavı: Acil Eylem Çağrısı

​Doğu Türkistan'daki durum, dünya liderlerinin Çin'in devasa ekonomik gücü karşısında attığı geri adımlar nedeniyle tarihin en büyük ahlaki ve hukuki sınavlarından biridir. Çözüm için ivedilikle atılması gereken adımlar şunlardır:

​Hukuki Tanınma: Daha fazla ulusal parlamentonun bu eylemleri resmen "Soykırım" olarak tanıması ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) nezdinde yargı süreçlerinin başlatılması için diplomatik zemin hazırlanmalıdır.

​Şeffaflık ve Gözlem: Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi'nin, bölgeye koşulsuz erişim hakkı tanınan, bağımsız bir araştırma heyeti kurması için diplomatik baskı artırılmalıdır.

​Hedeflenmiş Ekonomik Baskı: İnsan hakları ihlalinde bulunan Çinli yetkililere ve kurumlara karşı Magnitsky Yasası tarzı yaptırımların kararlılıkla uygulanması şarttır.

​Müslüman ve Türk Devletlerinin Sorumluluğu: Çin ile önemli ekonomik bağları olan bu ülkelerin, ekonomik çıkarları bir kenara bırakarak Uygur halkına yönelik zulme karşı net ve diplomatik araçları kullanması tarihsel bir zorunluluktur.

​SON SÖZ: Tarih Affetmeyecektir

​Doğu Türkistan’daki sessiz çığlık, sadece bir insan hakları meselesi değil, küresel ahlaki bir mihenk taşıdır. Dünya, bu modern çağ utancına karşı ya eylemsizliğin getireceği sorumluluğu kabul edecek ya da ekonomik hesapları bir kenara bırakıp evrensel insanlık onuru ilkesinin yanında duracaktır.

​Tarih, ekonomik çıkarlar uğruna insanlık trajedisini görmezden gelenlerin sessizliğini ve eylemsizliğini asla affetmeyecektir. Vicdanın terazisi, bir halkın varoluş hakkı ile Pekin'in pazar gücü arasında kurulmuştur. Seçim, tüm dünyanın gözleri önündedir.

FATMA YILDIZ