İkinci Kore’miz hayırlı olsun diyeceğim ama…

Baskın Oran

Ama’sı şu: “İkinci Kore” demek yanlış. Çünkü K. Kore’nin G. Kore’yi işgaline karşı Türkiye’nin Ekim 1950’de Birleşmiş Milletler kuvvetlerine asker göndermesi, Şubat 1952’de Soğuk Savaş belasının tam orta yerinde NATO’ya girip Stalin baskısından kurtulmak içindi.

Kurtulmak, çünkü Tek Adam Stalin’in kendine aşırı güveni (= geri zekalılığı) Türkiye’yi ABD’nin kollarına atlamak zorunda bırakmıştı. Resmî yazışmaya dökmeden de olsa, toprak (Kars-Ardahan) ve Boğazlar’da üs anlamına gelen talepler ileri sürmüştü Stalin. (SSCB’nin bu taleplerden vazgeçtiğini resmen açıklaması, kendisinin ölümünün hemen ardından Mayıs 1953’tedir.) Uzun lafın kısası, SSCB gibi bir dev Türkiye’yi diplomatik ve özellikle de psikolojik olarak çok fena sıkıştırıyordu.

Şimdi böyle bi durum yok. Afganistan’da Taliban önce Sovyetleri sonra Amerikalıları (Ege tabiriyle) çok çikin etmişken ve şimdi de tüm Batılılar oradan tam deyimiyle tüymekteyken biz Kabil havalimanını korumak için gönüllü kalıyoruz ve Türkiye’yi istemediğini açıkça ilan eden Taliban’ın ve ülkedeki diğer cihatçı grupların yağlı satırına Mehmetçiğin boynunu uzatıyoruz.

Üstelik, 52’de NATO’ya girerken tam destek veren CHP şimdi ülkenin Afganistan bataklığına saplanacağını söylüyor. Dahası, dostumuz Rusya da ülkenin en az yarısında hüküm süren Taliban’ın “istemiyoruz” açıklamasına destek veriyor.

***

1950’dekine uzaktan yakından benzeyen hiçbir dış ortam yokken belaya dörtnala koşuyoruz. Çünkü önüne geleni devirip geçen bu Amok koşusu bütünüyle, iki hafta önce yazdığım 5-0’ın bizi mahkum ettiği bir ortama dayanıyor. İçeride çürümüş, dikkatleri dışarı çekmek için komşu topraklarına sürekli sarkan bir Rejim var.

Askerî olarak sarkmak yetse yine iyi. Son yıllarda “Suriye’den hububat ithalatı” ve “Afrin zeytinyağı piyasayı karıştırdı” diye haberler okurduk. Yani yıllardır savaş yaşayan Suriye insanı ürün üretmeyi ve bize ihraç etmeyi başarıyordu.

Artık sınıf atladık. Yayınlanan son haberler, Suriyeli iş insanlarının kendilerine ait bazı makinaları Türkiye'de gördüklerine ve konuyu yargıya taşıdıkların ilişkin. Yahu, biz bunu gençken özel bir teknik terimle anlatırdık; neydi sahi o kelime?

***

Tek Adam Yönetimi içeride Batılı anlamda devlet diye bişey bırakmamış vaziyette:

Demokrasi derseniz sanırım şu kadarı yeter ki, Cumhurbaşkanlığı’nın 14 no’lu kararnamesiyle Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’na 83 milyon vatandaşın “gerekli gördüğü tüm bilgilerine” ulaşma yetkisi verildi. Artık bunlar AKP+MHP’nin elinde. Üstelik AYM de bu korkunç kararnameyi iptal etmeyi 5’e 10 reddetti. Yazmaya hiç elim gitmiyor ama, HDP’nin kapatılması şu anda aynı AYM’nin önünde.  

Yargı demişken, demeyin çünkü yazmakla bitmez, sadece geçen haftadan haberler: Gözlerini yummadan önce 16 kg kalmış Berkin Elvan çocuğu öldüren polise mahkeme 16 yıl 8 ay ceza verdi. Tutuklama yok. Oybirliğiyle. Önce müebbede mahkum ederek ve sonra da “cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkisi dikkate alınarak” deyip.

Ayyuka çıkmış mafya-devlet ilişkisini soruşturmayan savcılar, “128 Milyar Nerede?” diyen yurttaşlara “cumhurbaşkanına hakaret”ten dava açmakta ve tutuklama kararı vermekte. Kadına ve çocuğa yönelik suçlarda somut delil arayan yargı paketi de şu anda TBMM’de. Yani özellikle çocukla ilgili suçlar pratikte cezasız kalmaya koşuyor.

***

Tek Adam Erdoğan başka liderlerle yaptığı resmî görüşmeleri tercüme için aile içinden İngilizce bilen genç kızlar kullanıyor; oysa bu iş daima Dışişleri diplomatları tarafından yapılır ve tutulan resmî tutanak gizli dosyaya kaldırılırdı.

Bu arada D. Bahçeli biraz vicdan sergilese. Hiç olmadı, sussa. Bozkurt işareti yapan faşist katili değil, annesi yerine o gün HDP çay ocağını yakan o güzelim genç kızı suçluyor. 

Ekonomi derseniz, demeyin çünkü yazmakla bitmez. İkili-üçlü maaşların verildiği, yolsuzlukların kurallaştığı ülkede devlet kuruluşlarını dizginleyen tek kurum olan Sayıştay’ın Yargılama Raporları sansürleniyor. Hüküm giymiş yolsuzluğun tarihi, ortaya çıkan kamu zararı, buna yol açanların isimleri, hepsi gizleniyor. Yetmiyor, mesela T.C. Ziraat Bankası’ndaki usulsüzlükler Sayıştay’a hiç gönderilmiyor.

Daha radikal bir yöntem olarak, Sayıştay denetiminden kaçırmak için en temel devlet kurumları özelleştiriliyor. Mesela Makine ve Kimya Endüstrisi (MKE). Kökeni Fatih zamanındaki Top Dökümhanesi’ne dayanan ve görevi TSK’nin “her türlü silah, mühimmat, roket, araç ve gereç ihtiyaçlarını karşılamak” olarak belirtilen bu ulusal kurumun akıbeti zaten yıllar öncesinden belli olmuştu: MSB’ye ait Tank Palet Fabrikası, CB Erdoğan tarafından Aralık 2018’de daha özelleştirme kapsamına alınmadan aylar önce Katar ortaklığındaki BMC firmasına bedelsiz olarak “atölye ve arazi tahsisi” biçiminde devredilmiş, yani Türkçesi, Katar Emirliği’ne satılmıştı.

Yetmiyor, şimdi de Cumhurbaşkanlığı Personel ve Prensipler Genel Müdürü AKP+MHP oylarıyla Sayıştay’ın başına aday gösteriliyor ve seçtiriliyor. Bu kişinin Cumhurbaşkanlığı dışında 2 yerden daha maaş almakta olduğu bilinmekte.

***

Hani CB Erdoğan, İYİP Gn. Bşk. M. Akşener’e Rize’de yapılan saldırı hakkında “Bunlar iyi günler, daha neler olacak neler” demişti ya, iktisat Nobeli almasına bir tık kaldığı bilinen Prof. Daron Acemoğlu Türkiye ekonomisi için benzer kelimelerle başka bişey söylüyor:

Çok daha zor zamanlar bizi bekliyor. GSYİH’nin neredeyse %30’u yatırıma gidiyor ama bunun sadece %10’u makina ve imalat yatırımlarına, %20’si inşaata. Sürdürülmesi gerçekten zor, çok dengesiz bir büyüme. İstihdam yaratmıyor. Genç işsizliği yüzde 25’ten inmiyor. Demokrasi bir lüks tüketim maddesi değil; ekonomimiz için de çok önemli. Bunu görmek istemeyenler var. Yabancı sermaye artık çok yüksek faiz almadan yatırıma gelmiyor ve bu da politik sistemin değişiminden kaynaklanıyor. Yabancı sermaye çekilince Merkez Bankası daha fazla rezerv kullanmaya başladı. Bunu çok uzun vade sürdüremezsiniz.

Doç. Seda Demiralp, Yetkin Report’ta yazıyor: “17 Aralık skandalının gerçekleştiği 2013 senesinde kişi başı milli gelir 12.614 dolar civarıyken 2020’de bu rakam 8.543 dolara düştü, enflasyon %7,4’ten %14,6’ya, işsizlik oranı %8,7’den %13’e çıktı”.

Ekonomiden en son iki haber: Dalaman Çayı üzerine bulunan Akköprü Barajı satışa çıkarıldı. Muğla ve İzmir’de denize sıfır kamu arazileri satışa çıkarıldı.    

***

Çok kimse bilmeyebilir: NATO’ya girmesi için Batı Türkiye’yi sıkıştırmamıştı. Hatta, Türkiye o devirde o panikle NATO’nun kurulma aşamasında 1 kere (Kasım 1948) ve kurulduktan sonra 2 kere (Mayıs ve Ağustos 1950) başvurmuş ve reddedilmişti. Bunun üzerine Kore’ye gitmiş ve 721 şehit karşılığında istihdam edilmişti.

Şimdi Kabil Havalimanı’nında istihdam edilmek için başvuruyor ve Batı tarafından reddedilmiyor.

Not: CB Erdoğan’ın gece 24’ten sonra müziğin yasaklanması kararını en az 2 sebeple tamamen destekliyorum: 1) Devletimizin geleneklerine uygundur. Bu ülkede devlet kurallara riayeti sağlamaktan aciz olunca olayı tümüyle yasaklar; 2) Milletimizin İslamî inançlarına uygundur. O saatten sonra bazıları oralara gidip alkol almakta, Batılı müziğiyle dans etmektedir.