HAYALLERİN GURBETİNDE GAZZE
Martin Luther King: “I have a dream” demişti; 1963 yılında, Lincoln Anıtı’nın önünde yaptığı konuşmada. Siyahilerin birçok haklardan mahrum bırakıldığı bir zamanda, pek de kolay görünmüyordu hayalinin gerçekleşmesi. Fakat, bir düş kurmuştu Martin Luther King. Beyaz tenlilerle siyah tenlilerin tamamen eşit olduğu, özgür bir dünya. Sivil haklar hareketinin öncülerinden Martin Luther King, tarihe geçen konuşmasında şöyle anlatıyordu düşlerini: “Bir hayalim var. Bir gün Georgia’nın kızıl tepelerinde, eski kölelerin evlatlarıyla, eski köle sahiplerinin evlatları kardeşlik sofrasına birlikte oturacaklar. Bir hayalim var. Alabama’da küçük siyahi oğlanlar ve siyahi kızlar, küçük beyaz oğlanlar ve kızlarla kardeşçe el ele tutuşabilecekler. Dört küçük çocuğumun bir gün ten renklerine göre değil, karakterlerinin içeriğine göre yargılanacağı bir ülkede yaşanacağına dair bir hayalim var. Bir gün haksızlığın, zulmün ateşiyle kavrulan Mississippi eyaleti bile, bir özgürlük ve adalet vahasına dönüşecek…” Bu ideale sahip çıkabilmek elbette pahalıya mal olacaktı. Nitekim, defalarca hapse girdi. FBI’dan tehdit mektubu aldı. Devlet düşmanı ilan edildi. Çeşitli komplo teorilerinin konusu haline getirildi. Bedeli ağırdı ancak; “I have a dream” demişti, Martin Luther King. Bu rüyayı gerçekleştirmek için, ömrünce mücadele verdi. Daha iyi şartlarda çalışmak amacıyla grev yapan siyahi temizlik işçilerine destek olduğu sırada, bir suikast sonucu hayatını kaybetti...
Müslüman şahıslar olarak, bir düş kurduk mu; tüm insanlığın barış, adalet ve refah içinde yaşaması adına? Gerçeğe dönüşmesi için çabaladık mı, cihana hakkın hakim olması rüyamızın? Çok üzüldüğümüz Filistin, Doğu Türkistan, Arakan ve tüm mazlum coğrafyaların kurtuluşuna dair bir hayalimiz var mı? İstikbalimize ait emellerimizden fırsat bulamadık mı, Gazze’nin istiklalini düşlemeye? Şahsi meselelerimiz kadar önemsedik mi, bahsi gecen yerlerdeki kardeşlerimize reva görülen zulmü? Allah’tan ar edip, beynimizdeki her damar çatlayacak derecede düşündük mü, yalnızlığa düşmüşleri nasıl ayağa kaldırabileceğimizi? Geceler boyu uykusuz kaldık mı, mustazaflara fayda sağlayacak proje üretebilme çabasıyla? Gazze’nin, Doğu Türkistan’ın ve bütün mazlum insanların özgürlüğüne katkıda bulunacak adımlar atmak, yer bulabildi mi onlarca dünyalık hedefimiz arasında?..
Gazze gösterdi ki; İslam dünyası diye bir şey yokmuş. İslam iddiası varmış sadece. Öyle olmasa, Ebu Ubeyde’ye: “Siyonistlerle savaşıyoruz, Müslümanlarla imtihan oluyoruz.” dedirtir miydik? Hiç değilse, bu cümlenin altında ezilip kendimizi sigaya çekme ve iman edenler olarak yeniden iman etme ihtiyacı hissetmez miydik?..
Gazze konusunda duyarlı görünen muhafazakar kesim, seküler zihniyet mensuplarının bulunduğu her yerde bulunma, yaptıkları her şeyi yapma yarışında. Genç kızlarımız: “Bakmayın başımızın örtülü olduğuna. Sizden bir farkımız yok.” mesajı vererek, kabullenilme telaşında adeta. Alkolsüz şampanyalar, kızlı erkekli ortamlarda elli kollu şakalaşmalar, sarmaş dolaş pozlarla çekilen fotoğraflar; bir kompleksin tezahürü değil mi? İçlerinde özene bezene büyüttükleri özentiyi tatmin etmek, belki de tek idealleri. Başörtünün; “her ortama giremezsin. Dilediğin her şeyi yapamazsın.” manası taşıdığı unutulmuş besbelli. Değerini yitirmiş; İslami kimliğin, tüm kimliksizliklerden arındıran ve içinde yalnız İslami kimliği barındıran arketipi… Marjinal sol kesim de, entel kafelerde hayatın manasını bile sorgulamıyor eskisi gibi. Bünyelerindeki ontolojik paradokslar sinmiş belli ki. Muhafazakarlarda ekseriyetle İslami şahsiyet hassasiyeti kalmadığı gibi, sol cenahın da sönmüş idealizm ateşi. Kalmamış; ne ülkemiz, ne Filistin, ne de dünya için fikir üretecek hevesleri… Cihana nizam vermek için at sırtından inmeyen ecdadın, hayalleri lüks bir yat üzerinde sefa sürmekten ileri geçmeyen torunlarıyız biz. Cihat mevhumunu hayatının merkezine koyan ümmetin, dünyevi mevkilere biat eden döküntüleriyiz. Üç kıtaya yön çizen medeniyetin, petrol sevkiyatıyla siyonist zulme ön veren mirasyedileri bizim yöneticilerimiz. Hak ve adalet anlayışıyla nam saldığımız tarihimizin, batıla ram olmuş kara lekeleriyiz…
Eskiden anneler evlatlarını; “ya şehit ol, ya gazi” şiarıyla büyütürmüş. Çocuklarımızı bu düsturla yetiştirmememiz bir yana; en azından Gazze vesilesiyle şehit olma hayali düştü mü fikrimize? Dürüstçe soralım kendimize; Gazze’nin şehitlik için bir fırsat olabileceğini düşündük mü samimiyetle? Dünyayı birkaç siyonistten temizlerken, bir başka siyonistin pis kurşunuyla son nefesimizi vermenin hayalini kurduk mu hiç? Allah yolunda mücadele ederken bir bombayla parçalanmanın, Müslümanlığımızı bütünlemenin en muazzam şekli olacağını düşündük mü derinden derine? Ellerimizi açıp yakardık mı Mevla’ya; “yeter ki zalime taş atalım da, gövdemiz üzerinde baş kalmasın.” diye. Cenneti istercesine bir iştiyakla, şehadet iştahı hissettik mi yüreğimizde? Sahi; şehit olma düşü, hiç düştü mü düşlerimize? Dua dua büyüdü mü, avuçlarımızın içinde?..
Ölümün hayalini kurmak, bir psikoz olarak görülebilir belki de. Şehadet düşü kurmayı, romantizm perspektifine dahil edenler de olabilir. Hayata dair hayaller kadar olağandır, hayatın sonuna dair hayaller. Çünkü hayat ile ölüm iç içedir. Hatta ölüm, hayatın en içidir. Yaşamak denilen şey, güzel bir ölüm için değil midir? Mutlu son, mutlu sonsuzluğun şifresidir. Müslüman şahsiyet “yarın” derken; en çok da ahireti kast eder. “Gelecek” dediğinde; ötelerin ötesinden, sonsuzluğun ta kendisinden bahseder. Gelecek mevhumunu üç günlük dünya hayatı ile sınırlamak, gerici bir düşüncedir. Müslüman; ne kadar ileride olduğu zannedilirse zannedilsin, kaçınılmaz sonu ve daha sonrasını düşünecek seviyede ilericidir…
Gazze için nelerden vazgeçebiliriz? Zamanımızı, uykumuzu, paramızı, malımızı, kanımızı, canımızı feda edebilir miyiz? İşimizi, aşımızı, kariyerimizi, makamımızı bir çırpıda gözden çıkarabilir miyiz? Ailemizi, evimizi bırakıp cihada katılmayı seçer miyiz gönül rahatlığıyla? Onlar gibi bedel ödemek için, razı olur muyuz konforumuzu bozmaya?..
Realitemiz gibi hayallerimiz de dünyevileşti. En iyi okullarda okumak, yüksek bir mevkiye ulaşmak, ihtişamlı evler almak, havalı arabalara sahip olmak; büyük çoğunluğun en büyük ideali. Ne Gazze, ne Doğu Türkistan, ne de diğer mazlum coğrafyaların kurtuluşu adına değil bir faaliyet; bunları dert edinecek zihniyet bile kalmadı İslam aleminde. Maneviyat devrildikçe, maddiyattan mamul gökdelenler yükseldi gönüllerde. Batılın karşısında Hakk’ı haykıran kelamımızla, zalim sultanın zulmünü yüzüne vuran kalemimizle cihat ederken şehit olmayı sığdıramadık hülyalarımıza. Belki bedel ödediğimiz bir zindanda, belki bir cenk meydanındaki çatışmada ruhumuzu teslim etme hedefini koyamadık listenin en başına…
Martin Luther King; bir düş kurdu. Amacına ulaşmak için çıktığı yolda; kınayıcıların kınamasından, kanun yapıcıların yaptırımlarından, saldırganların saldırılarından yılmadı. Öldürülme riski, hayalinden ödün vermesine sebep olmadı. Neticede, siyahilerin kavuştuğu pek çok hakta onun çabalarının imzası bulunmaktaydı. Bir ideali, bir gayesi vardı; onun uğrunda yaşayarak can verdi. Her zaman bir hayal olmamış mıydı; başlatan tüm gerçeği…
Bir daha soralım mı kendimize; özgür bir Gazze düşü kuruyor muyuz, Gazze’nin özgürlükten en uzak olduğu dönemde? Bu uğurda şehit düşmek rüyası doluşuyor mu her gün düşüncelerimize?
Evet, kimse Gazze’yi tek başına kurtaramaz. Lakin, herkes böyle düşünüp kenara çekilirse, Gazze tek başına kalacak. Martin Luther King gibi, insanlık adına bir hayalimiz olsun öncelikle. Zihnimize ve kalbimize sığamaz da, harekete geçmeye mecbur bırakır büyük ihtimalle. Yürümeye başlayınca da, Rabb’im kavuşturur belki hayallerimizin gerçeğine…
We have a dream: Free Gaza…
We have a dream: Free East Turkestan…
We have a dream: Free World…
Saygılarımla…