Halkçılık Mı? Yoksa Devletçilik Mi?

Başlıktan da anlaşılacağı üzere bahsettiğim konu Atatürk ilkeleri gibi gözükse de aslında ilkeler konusundan bahsetmiyorum. Ancak ‘halk mı?’ yoksa ‘devlet mi?’ diye soracak olursak tabi ki halk derim. Öğretim Görevlisi olarak Devlet Teorisi dersine girdiğim zaman da öğrencilerime hep bu konunun öneminden bahsettim. Yani devleti devlet yapan üç temel unsur bulunmaktadır; toprak (ülke), insan (halk) ve egemenlik (yönetim). Bu unsurlardan birinin eksik olması halinde devletten bahsedilemez.

Bu konuyu anlatırken hep halkı yani insanı merkeze koydum ve öğrencilerime devlet-millet bağlamında özellikle halkın öneminden bahsettim. Zira devleti kutsamak yerine halkı her zaman ön planda tuttum. Çünkü hayatım boyunca insandan daha değerli bir varlık görmedim. Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye söylediği meşhur nasihatlerinden biri olan “Ey oğul! İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözü bu bağlamda yol gösterici niteliktedir. Fakat ne yazık ki bu sözün günümüzde önemini kaybettiğini görmekteyiz. İnsanlar hor görülmekte, aşağılanmakta ve hatta önemsenmemektedir.

28 Kasım Cumartesi günü DEVA Partisi Tunceli 1. Olağan İl Kongresine katılmak üzere Elazığ’dan Tunceli’ye gittim. Yoğun katılımlı bir programdı ve Tunceli merkezini gezip halkla muhabbet etme fırsatı buldum. Halkın derdi elbette ki Türkiye’de yaşayan insanların ortak problemi olan geçim sıkıntısı, adaletsizlik ve eğitim gibi sorunlardı. Ancak Tunceli halkı için bu problemler sanki ikinci plana itilmişti. Alaattin Çakıcı’nın, CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu tehdit etmesine halk çok içerlemişti ve korkmuştu.

Yani hemşerileri, Sayın Kılıçdaroğlu’na karşı yapılan tehdidi kendilerine karşı yapılmış gibi kabul etmişlerdi. Yaşlı bir amcanın, “Biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz? Alevi olsak ne olur? Bizler de Allah’ın yarattığı kullarız. Camiye de gidiyorum Cem Evine de. Ne var yani bunda? Bizi niye hor görüyorlar? Korkuyoruz” demesi dikkatimi çekti. Demek ki meselelere Ankara’dan ya da İstanbul’dan bakmak yetmiyor. Aynı zamanda Tunceli’den bakan ve gören realist siyasetçilere de ihtiyaç var.

Aslında bu durum, muktedirlerin halktan tamamen koptuğunun göstergesidir. İttifakları bozulmasın diye muhalefet liderini tehdit eden kişiye siyasetçi neden ses çıkarmaz ki? Hele hele iktidarda olan partiden neden ses çıkmaz? Muhalefette olan siyasi partilerden ve liderlerinden tepkiler geldi. Normal demokrasilerde olması gereken de zaten budur.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 10. Maddesinde: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” denilmektedir.

Buna rağmen eşitlik ilkesine uyulmuyorsa, yani anayasa ihlal ediliyorsa o ülkede devlet yoktur. Sadece üstünlerin hukuku vardır. 28 Şubat’ta mağdur oldukları için halk Ak Parti’ye destek verdi. İmam hatiplerin katsayı problemi, başörtüsü problemi, iş insanlarının ve toplumun bastırılıp sindirilmesi gibi pek çok olaylar yaşandı. Ancak 28 Şubat’ta mağdur olan bazı kesimler o dönem devleti tağut (kâfir) görürken, bugün ise devleti ilahlaştırıp kutsamaktadır. Demek ki devlet gücü ele geçirilince kutsi bir varlık ve adeta ilah kabul edilmekte, devlet gücü aleyhte kullanıldığında da makbul bir güç olarak görülmemektedir.

O dönem gadre uğradıklarını söyleyenler her ne hikmetse kendi dönemlerinde mağdur kitleler oluşturdu. Toplumu kucaklayan söylemler terk edilip halka tepeden bakılmaya başlandı. Kısacası psikolojide bunun adı hubris (kibir) sendromudur. Bu duruma hem siyaset bilimi hem de psikoloji bilimi açısından bakılmalıdır. Yani bu dönemi disiplinler arası bir bakış açısı ile incelemek daha doğru olacaktır.

Dini argümanları kullanarak söylemde bulunmak ya da yazı yazmak tercih ettiğim bir konu değildir. Çünkü bu alanda ihtisas sahibi olan insanların konuşup ya da yazı yazmasını daha doğru buluyorum. Fakat Kur’an-ı Kerim’de İsrâ Suresi’nin 70. ayetinde, “Gerçekten Biz Âdem evlatlarını şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar nasib ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstün kıldık” ifadesini de unutmamak gerekir. Ayrıca “kâinattan süzülmüş bir özdür insan” diyen Şeyh Gâlib, şu mısraları yazmıştır:

Hoşca bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen.

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.

Enes CÖMERT