Dürüst medya olur mu?









Dürüst medya olur mu?



Ahmet KACIR /meridyenhaber.com


Gazeteciler bizi bilgilendiriyor mu yoksa koyun gibi gütmeye mi çalışıyor?


Gazetecilik galiba dürüstçe yapılmasına imkân olmayan bir meslek. Çünkü gazetecilerin birbirine zıt işleri aynı anda icra etmeleri gerekiyor: Öğretmenlik, savcılık, soytarılık, amigoluk…

 Gazeteci kendisine bilgi verebilecek herkesle iyi geçinmek için biraz politik davranmak daha doğrusu yalan söylemek zorunda. Ama aynı zamanda ondan gözü kara bir savcı gibi olayların üzerine gitmesi, iyi bir hâkim gibi dürüst,dengeli olması da bekleniyor. Bir bilim adamı gibi konuları derinlemesine irdelemesiama sıkıcı olmadan toplumun her kesimine hitap etmesi…

Medya insanlar için hem dışarıya açılan bir pencere hem de bir ayna. Serbest piyasa kuralları yürürlükte. Gazetecilerden halkı aydınlatmaları isteniyor ama aynı zamanda da halka benzemeleri. Yoksa gazeteleri satılmıyor, TV kanalları izlenmiyor.

Meselâ akşam haberlerinde sadece “önemli” haberlerin verilmesi görülmüş şey değil. Iran’daki bir depremi Berlin hayvanat bahçesindeki anne filin ikiz doğurması takip ediyor. Dünyanın en uzun boylu adamının yeni ayakkabıları ile Türkiye’nin AB ilişkileri aynı dakikalara sıkıştırılmış. Çünkü gerçek o kadar çekici değil. Gazetecilerden izleyenleri gerçeklerden uzaklaştıracak bir bilgi(!) üretimiyapmaları bekleniyor. Halkı şaşırtacak, günlük dertlerini unutturacak bir şeyler. Başkalarının dertleri meselâ! Sıcak bir koltukta otururken sel sularında sürüklenen Brezilyalıları seyretmek gibi. Kant’ın tespiti geliyor akla: “Fırtınayı güzel bulmak için denizde olMAmak gerek”.

Onlarca önemli-önemsiz haberin peşpeşe sıcak-soğuk meze gibi sunulduğu bu yemekli akşam ayinde milletçe toplanıyor hemen her ülkede insanlar. Yüzlerini portatif Kıble’ye dönüyor ve bekliyorlar. Yazılı hali 2 dosya kağıdını arkalı önlü doldurmayacak bu bilgi(!) yığını üzerimize devriliyor her gece. Şekerli suyla duş almış gibiyiz. Iraklıların kanı Amazon nehrinin sularına karışmış olması ve suriyelilerin Akdenizde boğulma kaybolma destanı.

Haberlerden 120 dakika sonra kimse hiç bir şey hatırlamıyor. Polisle çatışan gençler Fener-Cimbom maçından mı çıkmışlardı yoksa PKK yanlısı gösteriden mi? Ama ne önemi var? Yarın yeni bir haber bülteni olacak. Anlatılanlar o kadar önemli ki izleyiciler duygulanıyorlar. Ağlıyorlar tecavüze uğrayan çocuklara, şehit analarına, aylardır böbrek arayan hastalara. Ama sonra unutuyorlar. Amin Maalouf’un dediği gibi “anlık olarak herşeye hislenmek ama kalıcı olarak hiç bir şeyle ilgilenmemek”.

Sorunun kökeni nerede?

Çelişkiler listesi daha da uzun. Ama medya ile ilgili bütün zorluklar iki zıt kutupta yoğunlaşıyor: Bilgi ve mesaj. İlk bakışta aynı/tamamlayıcı gibi görünen bu iki kutup gerçekte birbirinin engeli hatta düşmanı!

Konuyu biraz açalım:

Bir bilgi aldığınızda tam olarak özgürsünüzdür. Yani bu bilgiyi kabul/red edebilirsiniz. Bir kenara kaydedebileceğiniz gibi eyleme de geçebilirsiniz. Oysa bir mesaj böyle değildir. Mesajı alan insan refleks olarak yapması gerekeni(!) yapar. Nasıl düğmesine basılmış bir zil çalmayı reddedemezse mesajlara tepkisi önceden belirlenmiş bir insan da kendisinden beklenen refleksi verir.

Doğal gaza zam geldiği bilgisi size ulaşınca bütçenizde bir kısıntı yapmayı veya kömür yakmayı düşünebilirsiniz. Ama bir gösteride yakılan Türk bayrağının görüntüsü bilgiden fazla mesaj taşımaktadır. Çünkü böyle bir görüntü karşısında sizin tepkinizin neler olabileceği önceden millî bilinç altınıza kodlanmıştır. Bu bayrağı yakanlar kadar bu görüntüleri size iletenler de kontrol düğmelerinize basmak gayretinde olabilirler.

Tabi “namaz kılarken suçüstü yakalandı” veya “Tarihi eser kaçakçısı Ermeni imiş” şeklindeki örnekler çok. Dedik ya, bilgi ve mesaj vermek aynı şey değil. Mesaj veren gazeteci okuyucuyu bir şekilde okşamak, ona dalkavukluk etmek durumunda. Çünkü ondan bir beklentisi var. “Al bu bilgiyi, ne yaparsan yap” değil “al bu mesajı ve senden istediğim şeyi yap” diyor.

Bu noktada mesaj bir reklâm konumunda. Yani satınalma refleksini harekete geçirmek isteyen reklâm sloganları gibi:

  • 1) Sana Margarin, özen gösteren anneler için, (ben kötü bir anne değilim, o halde…)

  • 2) X saati, Y otomobili, kendine güvenen erkekler için (ben de kendime güvendiğime göre…