KIZIL RAMAZAN


 

Tam da ismiyle müsemmaydı bu ramazan. Kelime anlamı olan “yanmak” fiilinin fiiliyata dönüşmesiyle yaktı geçti. Oruçtan, sıcaktan değildi ciğerimizin kavrulması. İftarlarımız, sahurlarımız vardı. Sofralarımız neredeyse noksansızdı. Gazze’de çekilen açlıktan, dökülen kandan yandı canımız. Daha ziyade, İslam aleminin Gazze’ye sahip çıkmamasından. Daha da ziyade, yangına serinkanlılıkla uzaktan bakmak zorunda kalmaktan…

Gazzeli bir çocuk, hepimizin ramazanını kutlarken şunları söylüyordu: “Dünyadaki çocuklar ramazan ayını güzel bir şekilde karşılıyor. Güzel süslemeler ve ışıklarla. Ama biz Gazze’de ramazan ayını bombaların ışıklarıyla karşılıyoruz. Dünyanın dört bir yanındaki çocuklar sahura ramazan davulcularının sesleriyle uyanıyor. Ancak biz Gazze’de dehşet verici ve korkutucu bombalama sesleriyle sahura kalkıyoruz. Bilginiz olsun diye söylüyorum; problem yok. Biz 5 aydır oruçluyuz. Gazze’deki kıtlık sebebiyle az yiyoruz. Bu yüzden oruç tutmak bizim için zor olmayacak. Dünyadaki bütün insanlar çıkıp gezebilir. Ramazanda teravih, teheccüd kılmak için camilere gidebilir. Ama Gazze’de çoğu cami bombalandı, yıkıldı. Gazze’de durum camiye gitmek için güvenli değil ve tehlikeli. Ramazan ayında bizi sevincimizden mahrum bırakan herkese söylüyorum; Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.”

Sabırsızlıkla ezanın okunmasını beklerken, Gazze’yi koyduk mu dualarımızın en başına? İştahla oruçlarımızı açarken, Gazze’nin açlığı ve susuzluğu geldi mi aklımıza? Yediğimiz tatlılar acılaşmadıysa da, en azından tatsızlaştı mı; Gazzeli annelerin acılarına şahit oldukça? Bir bebeğin yanmış bedenine gözümüz çarptığında, sıcacık çayımız dondu mu; buz kesen avuçlarımızda?

Bizler “oruçluyuz” diyerek hakim olamadığımız öfkemizle kırık kalp parçaları saçarken etrafa; siyonistler dünyaya hakim olma palanlarını hızlandırıyordu. Tapınak örgütleri, israilli yetkililerden Mescid-i Aksa’da Pesah kurbanı kesmelerine izin vermeleri için talepte bulunuyordu. Ayrıca, ABD’nin Teksas eyaletinde genetik mühendisliğiyle üretilen beş kızıl ineğin israile getirildiği haberleri basına yansıyordu. israilli bakan tarafından karşılanan bu ineklerin sürekli gözetim altında tutulduğu ve gözleri gibi baktıkları da gelen bilgiler arasındaydı… Tevrat’ın Bamidbar Kitabı’nın 19. Bölümü’nde geçen “Kırmızı İneğin Yakılması” hadisesi siyonist inançlara göre; Üçüncü Süleyman Tapınağı’nın yapılmasına yani Mescid-i Aksa’nın yıkılmasına işaret ediyor. Siyonistler ve evanjelistler, tapınağın inşası sonrası Mesih’in yeryüzüne ineceğine inanıyor. Kızıl düvelerin kurban edilmesi ritüelinin hazırlıkları için, Ramallah’ın kuzeyindeki Shilo’da özel bir konferans düzenlendi. Tapınak enstitüsü, şubat ayında kızıl inek ve temizlik ayinleri için gönüllü rahipler arayışını duyurmuştu. Kızıl inek ritüeli, bilhassa ölü bir bedene dokunmuş kişilerin bu kirlenmeden kurtulması ve Yahudilerin temizlenmesi amacı taşır. Kızıl düve; hiç yük altına girmemiş olmalı ve üzerinde leke, kusur hatta tek bir beyaz kıl dahi bulunmamalıdır. Seçilen kızıl inek; eti, derisi, kanı ve dışkısı da dahil, rabinik bir rahip tarafından tamamen yakılır. Elde edilen küller, temiz su ile karıştırılarak “temizlik suyu” oluşturulur. Bu su, kirlenmiş kimseleri temizlemek maksadıyla kullanılır. Böylelikle tapınakta ibadet edebilmeleri için arınmış olurlar. Temizlik şartı sağlanmadığından Mescid-i Aksa’ya girişin yasaklanması da bu şekilde aşılır. Tapınak Tepesi Grupları; şu anda resmi hahamlık yasağına uyan yüzbinlerce dindar Yahudinin, kızıl inek ritüelinin ardından, Mescid-i Aksa’ya baskın yapmalarının mümkün kılınacağını söylüyor. Filistinliler tarafından çok sert tepkilerle karşılanan bu ritüelin Zeytin Dağı’nda yapılacağı öne sürülüyor. Yahudi inancına göre, ritüelden kısa zaman sonra yıkılacak olan Mescid-i Aksa’nın altından Süleyman Mabedi’nin kalıntılarına ulaşılacak. Dünya çapında bir savaş çıkacak ve beklenen Mesih gelip Yahudilere zafer kazandıracak.

Ramazan ayında sadece kızıl inek projesi değil, kızıl Çin de içimizi yaktı. Doğu Türkistanlı Müslüman çocuklara yemek dağıtıldı ve zorla yedirildi. Oruç tutanlar, bu yıl da oruçlarını bozmaya mecbur bırakıldı. Oruç, iftar, sahur, teravih ve Kur’an okumak yine yasaktı.

Tüm bu vahim şeraite rağmen, bu bayramda da aynen devam ettirdik mi rutinlerimizi? Ramazanda olduğu gibi, bayramda da öteledik mi Doğu Türkistanlıları ve Filistinlileri öncelemeyi? Bayramlıklarımızı alırken, başka kıyafeti olmadığından aylarca aynı kıyafeti giyen Gazzeliler düştü mü aklımıza? Çocuklarımıza sarılırken, annelerimiz ve babalarımızla bayramlaşırken, akrabalarımızı ve dostlarımızı ziyaret ederken; kimsesi kalmamış Filistinlilerin ve ailelerinden koparılmış Doğu Türkistanlı çocukların kimsesizliğini içimizde hissettik mi, dışımızdaki kalabalıklar arasında? Bir kabristanı bile olmayan şehitleri, itina ile taşıdık mı göğsümüzdeki kalbistanlarımızda? Omuzlarımıza bir Gazze, bir Doğu Türkistan ağırlığı çöktü mü, hafifçe attığımız her adımda?.. “Burası Gazze. Burada bize bayram yok. Burada bize sadece acı ve hüzün var.” diyerek ümmete seslenen Gazzeli çocuğa kulaklarımızı tıkamayı başardık mı bayramda da? “Dünya hayatı o kadar mı tatlı ki, kardeşleriniz ölürken siz oturuyorsunuz? Ey Rasulullah’ın ümmeti! Bizi kim kurtaracak? Çocuklarımızı kim kurtaracak? Gazze için ayağa kalkın!” çağrısı yapan kadını da görmezden mi geldik umarsızca? “Burası Gazze! İslam ümmetinin kalbinin attığı belde. Burası, Müslümanların başındaki yöneticilerin gözünü ve kulağını kapattığı belde. Burada bayramlar şehit kanıyla karşılanıyor. Burada bayrama bombalarla uyanılıyor. Biz Gazze’deyiz. Vazgeçmedik. Bizi terk etmeyin. Pes etmeyin. Birleşin. Vazgeçmeyin. Gazze için birlik olun.” diyen adamın karşısında da sağır ve kör rolüne mi büründük ustalıkla?.. Ne diyordu Gazzeli genç kardeşimiz? “Ramazan ayında yaptığımız bu iftar, 2 milyar Müslümandan daha şerefli. Bu gördüğünüz fasulye kutusuyla 10 kişi iftarını açıyor. Bu iftarımız, tüm Müslümanlardan daha şerefli. Biz yiyecek bulamazken, et yiyen Müslümanlardan daha şerefli. Hiçbir şey yapmayan tüm yöneticilere ve bizi yalnız bırakan herkese; ‘Hasbünallahi ve nimel vekil’ diyoruz.” Bu sözler üstüne girmeyi diledik mi, yerin yedi kat dibine? Tahammülümüz kalmayan kendimizi, kendimizden çıkarıp atmak istedik mi; dünyanın en şerefli insanlarına bu çaresizliği reva görmüşlüğümüzle? Simsiyah olmuş yüzümüzle, zeytin ezmesi kıvamına geldik mi; bir fasulye konservesi kadar olamamışlığımızın ezikliğiyle? Utanç içinde kıvrandık mı; “tarihin en şanlı milletiyiz” demeyi sürdürürken, günümüzün en şanlı milletine layık hareket edememişliğimizle?..

Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’nin 3 oğlu ve 3 torunu şehit edildi bu bayramda. Ailesinin 60’a yakın ferdi şehit olan İsmail Haniye: “Üç oğlumun ve torunlarımın şehadetiyle bizlere bahşettiği bu şereften dolayı Allah’a şükrediyorum.” dedi. Yaptığı açıklamada şu sözler de yer aldı: “Düşman, oğullarımı öldürerek duruşumuzu değiştireceğimizi düşünüyorsa, yanılgı içindedir. Oğullarımın kanı Gazze’de şehit olan insanların kanından daha kıymetli değildir. Çünkü hepsi benim evlatlarımdır. Oğullarımın kanı, Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın özgürleştirilmesi yolunda feda olmuştur. Tereddüt etmeyeceğiz, geri çekilmeyeceğiz. Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın özgürleşmesi için yolumuza devam edeceğiz.” Allah’ım bu ne metanet, bu nasıl teslimiyet? Bir süre önce de, 57 yaşındaki kız kardeşi tutuklanan İsmail Haniye; bir iman, bir tevekkül, bir dirayet dersi verdi hepimize. Asr-ı Saadet’in güzel insanları, Asr-ı Saadet’te kalmamıştı sadece. Peygamber Efendimiz (SAV) döneminde yaşanan acıları da, bu acılar karşısındaki güçlü duruşu da tanıdık Filistinliler sayesinde…

Açlığa dayanabilmek için karnına taş bağlayan Gazzeli bir adam gördü bu gözler. 1400 yıl öncesinde kalmamış demek ki; İslam uğruna ödenecek bedeller. 21. yüzyılda, ailesine yiyecek götürebilmek için günlerce aç bekleyen bir baba, taş bağladı karnına! Bilemiyorum; yaşanabilir mi, yaşıyor gibi mi yapılabilir bu utançla? Bazı şeyler için söylenecek çok söz vardır. Lakin, bazı şeyler için söylenecek her söz fazladır. Filistinli Vaiz Mahmud Al Hasenat, en kısa hutbesini vermiş ve şunları söylemişti, ramazanın son cumasında: “30 bin şehit, 70 bin yaralı, 2 milyon evsiz Filistinli, ümmeti uyandıramadıysa, benim sözlerimin ne anlamı var ki? Kime, ne söyleyeyim? Saflarınızı düzeltin, namazımızı kılalım.” Hangimiz, ne söyleyelim; bunca zulme rağmen harekete geçmeyen Müslüman halkların yöneticilerine? Hangi duruşumuzla, hangi susuşumuzla ulaşalım yüreklerine?

Ebu Ubeyde dedi ki: “Ey Mekke’de, Medine’de ibadet edenler! Sizin gözyaşlarınız, bizim kanımız akıyor. Bizi görseniz, ibadetle nasıl oynadığınızı anlardınız.” Bizler oyalanalım; hakkını eda edemediğimiz oruçlarımız, şuuruna eremediğimiz namazlarımız, konforumuzdan eksiltmediğimiz infakımızla! Cihat yalnızca Filistinlilere farz kılındı ne de olsa!

Yeniden, bir daha selam olsun Filistinlilere. Ve selam olsun; ele geçirdikleri israil gemisi Galaxy Leather’in güvertesinden: “Yalnız değilsiniz. Zafere kadar Yemen halkı yanınızda.” sözleriyle, Filistinlilerin Ramazan Bayramı’nı kutlayan Yemenlilere…

Saygılarımla…