18 Şubat 2020 tarihli duruşmada Osman Kavala ve arkadaşları hakkında İstanbul 30 ağır ceza mahkemesi tarafından verilen beraat kararı sonrası bu karara imza atan hakimler hakkında HSK nın soruşturma açması ve Osman KAVALA hakkında yeniden, 15 Temmuz darbesine teşebbüs suçundan gözaltı kararı verilerek tutuklanması, Türkiye de yargının siyasetin tamamen etkisine girdiği tartışmalarını yeniden alevlendirdi.

Son yıllarda en çok güven kaybeden kurumlardan biri ne yazık ki yargı kurumudur. 15 Temmuz da Genel Kurmay Başkanlığın da çatışma sesleri devam ederken,2745 hakim ve savcıya operasyon yapılması ve 5000 den fazla hakim ve savcının, Anayasal hakim ve savcı teminatı, güvencesi ( AY md.138 vd ) göz ardı edilerek yürütme organı tarafından, tek satır savunma alınmadan ve 2802 sayılı hakimler ve savcılar kanunundaki usuli prosedür uygulanmadan meslekten ihraç edilmesi, iktidarın açıkça muhalif gördüğü hakim ve savcıları tasfiye etmeye çalıştığı, kendisine bağımlı bir yargı inşa etmek istediği iddialarını güçlendirmiştir.

Türkiye’ de, “yargıyı nasıl bilirsiniz, memnun musunuz.?” diye kime sorsanız, büyük bir çoğunlukla “Berbat” olduğunu, hiçbir dönemde yargıya güvenin bu denli zedelenmediğini, taraflı ve yanlı kararlara imza atıldığı” şikayetlerini duyacaksınız.

Yıllarca hakimlik yapmış Yargıçlar Sendikası Başkanı ve İzmir Karşıyaka hakimi sn. Ayşe Sarısu Pehlivan,”18.02.2020 tarihinde twitter hesabından yaptığı bir paylaşımda,” Ne içerde, ne dışarıda Türkiye yargısının ve yargıcının itibarı kalmadı. Mesleğimizi söylemekten gurur duyarken şimdi çekiniyoruz.” Dedi.

2018 tarihinde Görevinden istifa eden Ankara Cumhuriyet Başsavcı vekili Bülent Yücetürk, “Çürümüş yargı sisteminin bir parçası olarak kalmak, bozulan yargı sistemini düzeltmek artık imkansız hale geldi. Türkiye'de şu an yargıçlar Hitler dönemi Alman yargıçlarına benziyor” diyerek mesleğinden istifa ettiğini açıkladı.

RS FM’den Yavuz Oğhan’ın programına konuk olan Bülent Yücetürk,” Türkiye’de hukukun, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar hukuk krizine girdiğini “ belirterek istifa kararını anlattı. Yücetürk şöyle dedi:

“Mahkeme kararlarının bizzat mahkemeler tarafından uygulanmadığı bir süreci yaşamaktayız. Yargı ise vicdanını kaybetmiş tüm iradesini bir güce teslim etmiş durumdadır. ….Çürümüş bu yargı sisteminin bir parçası olarak kalmak, bozulan yargı sistemini düzeltmek artık imkansız hale gelmiştir.

Eski cumhuriyet başsavcı v. şunları söyledi:

“Türkiye’de yargının, personel yetersizliği, özlük hakları gibi kronik sorunları var. CHP iktidara geldiğinde de devam edebilecek sorunlar bunlar. Ama benim bahsettiğim, AKP iktidarının yargıda yaratmış olduğu erozyon. Türkiye’de yargıçlar çok silikleşti. Kendi kişiliklerini ortaya koymaktan uzak bir noktaya geldiler. İradesini kullanamayan bir yapı ortaya çıktı. Bu tehlikeli bir şey. Hitler, Alman yargıçlarına, ‘Karar verirken benim yerime Führer olsaydı hangi kararı verirdi diye düşüneceksiniz ve ona göre karar vereceksiniz’ derdi. Türkiye’de yargıçlar biraz bu mantıkla hareket ediyor. Bizim yerimizde mevcut siyasi iktidar ya da Adalet Bakanlığı olsaydı hangi kararı verecekse, biz de o kararı verelim diyorlar.”

PEKİ BU TESPİTLER SADECE MUHALEFETİN Mİ?

Ne yazık ki bu tespitler, sadece muhaliflerin söylemlerinden ibaret değildir. Nerdeyse tüm dünyada, ülkemizdeki yargının siyasetin etkisi altında olduğu, sarayın müdahalesine açık olduğu bilinir hale gelmiştir.

Bildiğiniz üzere AKP hükümetini hararetle destekleyen ve hükümet sözcüsü gibi sürekli AKP iktidarında yapılan icraatları övgüyle anlatan Vatan partisi lideri Perinçek, 27 Ekim 2017 tarihinde bir tv kanalında “ Hukuk siyasetin köpeğidir” dedi. Fakat HSK ve adalet bakanlığından bununla ilgili bir tepki ve yalanlama yapılmadı.Savcılıklar tarafından bu kişi çağrılarak “ Neden böyle bir cümle kullandın?” diyen olmadı.

Aynı şekilde ABD li Rahip Brunson’ın serbest bırakılmasında katkıları nedeniyle başkan Trump’ ın Erdoğan a teşekkür açıklaması sonrası salıverilmesi ve Alman vatandaşı gazeteci Deniz Yücel’in tahliyesi için Almanya Şansölyesi Merkel’ in Erdoğan la görüşmesi sonrası tahliyesi, tüm dünya kamuoyuna da yansımış, yargı üzerinde yürütme organının etkisi bilinir hale gelmiştir. .

WJP'sin ( World Justice Project Rule of Law Index.) 2019 yılında 126 ülke arasında yaptığı araştırmada, yargının bağımsızlığı ve kalitesi endeksinde 109. olduğu açıklanmıştır.( Yani sondan 7. ülke )

PEKİ BU AŞAMAYA NASIL GELİNDİ ?

a- AKP öncesi ve iktidarının ilk yıllarında yargının genel durumu:

Henüz AKP hükümeti iktidar olmadan önce 1998 yılında mesleğe başlayıp, 2002 yılında AKP nin iktidar olması sonrası yargının birçok kademesinde uzun yıllar çalışmış bir hakim olarak yargıda yaşanan gelişmeleri şu şekilde özetlemek mümkün.

1998 yılında mesleğe ilk adımımı attığımda 28 şubat süreci tüm soğukluğu ve şiddeti ile yaşanmaktaydı. Hakim, savcı eğitim merkezi müdürlüğünden bizleri otobüslere doldurup MGK dan ( veya MİT ten ) gelen yetkililerin vereceği bir seminere götürdüler. Konuşmacı, iç ve dış tehditlerden söz ediyordu. İrtica vs diyordu. Etrafımızdaki hemen her ülkenin bize düşman olduğunu, içte de bir çok yıkıcı- bölücü örgütün olduğunu anlatıp duruyordu. Bir hakim adayı dayanamayıp” Yıllarca bizleri bu masallarla uyuttunuz, etrafımızda bir tane dost ülke bırakmadınız.” Diye yüksek sesle tepki verdi. Sunumu yapan kişi öfkelenmedi, kibarca konuşmasına devam etti.Ben kendi içimden, “adamlar bu arkadaşa kura çektirmezler” diye içimden geçirdim. Fakat, 28 şubat tüm şiddetiyle devam ettiği halde cesurca çıkıp bu sözleri söyleyen arkadaşın kura çekmesine engel olunmadı, hakim olarak ataması yapıldı.

Fakat şimdi ise, Saray ( Beştepe ) daki hakim ve savcı töreninde bir stajyer hakimin, oradaki bir konuşmacıya karşı kalkıp, muhalif bir cümle kurduğunu hayal edin. Kimse buna cesaret edemeyeceği gibi, bu şekilde bir tavır gösteren hakim- savcı adayı, sadece işine son verilmekle kalınmaz, ayrıca hakkında, gündemde olan bir terör örgütü üyeliğinden soruşturma açılarak göz altı kararı verilir.

Yine AKP öncesi veya ilk yıllarında adliyede herkesin dünya görüşü az buçuk bilinmesine karşın, herkes birbirine saygı gösterir, karşılıklı sevgi ve saygı çerçevesinde ilişkiler yürütülürdü. Kişilerin dünya görüşlerine çok bakılmazdı. HSYK nın o dönemde de prens ve prensesleri olsa da, yargıtay üyeleri veya bakanlık aracılığıyla HSYK üyelerine ulaşıp sıkıntı ve taleplerin iletilmesi mümkün idi. Fakat bugün iktidara yakın biri değil iseniz, HSK ya ulaşmanız, ulaşsanız bile derdinizi anlatmanız, sorununuza çözüm bulmanız hemen hemen yok gibi.

Eskiden Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin çoğu iktidara muhalif görüşteki üyelerden müteşekkildi. Muhafazakar üye sayısı azdı. AKP nin aldığı hukuka aykırı kararların çoğu yüksek yargıdan dönüyor, iptal ediliyordu.

Kötü tarafı ise, bazı üyeler, şahsi duygularını, dünya görüşlerini kararlarına yansıtıp AKP nin hukuka uygun işlemlerini de iptal ediP hukukun dışına çıkmalarıydı. ( Başörtüsü ile ilgili düzenlemenin Danıştay tarafından iptali, veya AYM nin, cumhurbaşkanlığı seçimindeki ucube 367 kararı gibi )

Tüm bunlara rağmen, bugünkü kadar hukuk siyasallaşmamış ve itibar kaybetmemişti.

Bir hakim, verdiği hukuka uygun ve itiraza tabi bir kararı nedeniyle soruşturma geçirmiyor veya hakkında göz altı işlemi yapılmıyordu. Hele dünya görüşü nedeniyle ihraç edilme, delilsiz şekilde terörist ilan edilme gibi bir durum yoktu.

HSYK nın beğenmediği ( çalışmaları yetersiz veya dünya görüşü nedeniyle çizilmiş ) kişiler, en fazla birinci sınıf hakim yapılmıyor veya büyük illere atanmıyordu.

b- 2010 yılı sonrası yargının durumu:

AKP iktidarının yargıya egemen olmak için yaptığı en önemli çalışmalardan biri 2010 yılındaki referandum sonucu Anayasa da getirilen bir kısım düzenlemeler ile özellikle 2014 yılında Yargıda Birlik Platformunun kurulması ve 2014 HSYK seçimlerini milat olarak ele alabiliriz.

Yüksek yargının hukuk dışına çıkan bazı kararları, özellikle AYM nin 367 krizi sonrası AKP yönetimi, yüksek yargı üye sayılarının arttırılması ve bakanlığa bağlı teftiş kurulu ile bir kısım birimlerin HSYK ya bağlanmasını öngören bir dizi düzenleme yapıldı.Bu düzenleme ile tüm Avrupa ülkelerinde olduğu gibi hakim ve savcılara HSYK nın bir kısım üyelerini seçme hakkı tanındı.

Sistem görünüşte güzeldi. Fakat AYM nin yetkisi dışına çıkarak esasa girip CHP nin talebi yönünde, HSYK seçimlerinde seçmenin farklı kişilere oy verme imkanını iptal edip çarşaf liste olacak şekilde karar vermesi sonucu, seçimlerde çoğulcu bir tablo oluşmasının önü kesilince, 2010 da seçimleri kazanan AKP-Cemaat-Ülkücü- Hakyol ve muhafazakar kesimin listesine göre HSYK daki çoğunluk oluşmuş ve Yargıtay- Danıştay’a yeni seçilecek üyeler de bu kesime göre şekillenecekti. Özellikle, Erdoğanın incelemesi ve onayının ardından Yargıtay ve Danıştay’a seçilen yeni üyelerin AKP,Hakyol-İskenderpaşa cemaati, Gülen Cemaatine bağlı veya sempati duyan kişilerden seçildiği yönündeki iddialar, yargı camiasındaki diğer grupları rahatsız etmiş, haklı olarak kıskançlık duygularını körüklemişti.

Benim de eleştirdiğim üye seçimlerde, aidiyet veya dünya görüşü yerine liyakat esas alınmış olsa, bugün yargıdaki çekişme ve tahribat daha az olabilirdi.

Yine de tüm olumsuzluklarına ve eleştirilere rağmen, 2010 HSYK sı kendisi gibi düşünmeyenlerin kazanılmış hakları ve ekmeği ile oynamadı. Onları sorgusuz ve sualsiz şekilde işten atmadı. Bugün olduğu gibi onlarca, yüzlerce hamile ve bebekli kadınları, yaşlıları tutuklama yoluna gitmedi. Vatandaşın temel hak ve hürriyetleri suç sayılmadı.

2010 HSYK sının gözlemlediğim bir diğer güzel yönü, en azılı muhalif bile olsa, rencide edecek şekilde, müktesebatı ile tamamen uyumsuz bir yere bu kişileri tayin etmedi. İtirazları dinleyip gerektiğinde çoğunun geçerli mazeretlerini kabul etti. Yani bir şekilde muhalif olanlar HSYK üyelerine ulaşıp dertlerini anlatıp çözüm bulabiliyorlardı.

Yargıtay da 5-6 yıl sonra gündeme gelen ve bu nedenle çoğu zamanaşımına uğrayan hırsızlık dosyaları ve diğer uzun zamanda karara bağlanan dosyaların bulunduğu dairelere yeni tetkik hakimleri alınarak bekleme süresi % 50 oranında azaltıldı. O dönemde Yargıtay da olduğum için bunu bizzat gözlemledim. 1000 e yakın yeni tetkik hakimi ve Yargıtay savcısı alımı ile Yargıtay ve Danıştay’ daki dosyaların bekleme süreleri yarı yarıya azaltıldı.

Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen, özellikle Hakyol- İskender paşa cenahından seçilen üyelerin yürütme organı ile tamamen paralel hareket etmesi ve Gülen cemaatine ilgi duyan üye sayısının diğer gruplara oranla fazlalığı, 2010 HSYK sının olumsuz taraflarından biri olarak anılabilir. Yukarda belirttiğim gibi, bunun yerine, her kesimden ve liyakat esas alınarak üye seçimi yapılmış olsa, kıskançlık ve huzursuzlukların önünü alınmış ve meslek içi demokrasinin işlemesine katkıda bulunmuş olacaktı.

DEVAM EDECEK :

Gelecek bölümde

“2014 HSYK sı sonrası yargıda oluşan tablo, aşamalarıyla yargı bağımsızlığının yok edilişi” konusu işlenecek.