veDevlet Bahçeli’nin idam cezasının geri getirilmesine dair talebi yeni olmasa da, bir kez daha gündeme taşınması ister istemez tereddütleri artırıyor.

Bahçeli’yi 7 Haziran’dan beri adeta tüm bildiklerini sıfırlamış olarak biliyoruz.
6 Haziran gecesi Erdoğan ve AKP muhalifi olarak yatmış 7 Haziran bittiğinde safını tam 180 derece değiştirmişti.

Erdoğan’ın 1994’te başlayan siyaset tırmanışında, ilk tökezlemesinde yanına aldığı Bahçeli’nin, Erdoğan’ın bütün fabrika ayarlarını değiştirdiğini gördük.

Pragmatizmden Makyavelizme uzanan bir çizgide yol alan Erdoğan’ın MHP ile işbirliğini başarılı bulmak mümkün mü?
Bence hayır.

8 Haziran günü Erdoğan seçim kaybettiği halde 1 dolar 2,77 TL, Euro 3,08 idi.
Bulgar Levası 1,5 lira Rumen Leyi 68 kuruştu.
Dün bu değerler sırasıyla 7,35, 8,74, 4,43 ve 1,80 olarak kayda geçti.

2002’den 2015’e kadar geçen 13 senede Türk parası ortalama yılda %10 bile değer kaybetmemişken, AKP’nin MHP’yle yedeklendiği 5 yılın ortalama değer kaybı ise yıl bazında %40’ı geçti.
Bir diğer ifadeyle AKP 13 yılda yarattığını 5 yılda yok etti.

MHP’nin AKP’yle birlikteliğinin vardığı netice ülke için hayırlı olmadı.

AKP’ye mutlak gücü zerkeden MHP, aynı dönemde mutlak bir yozlaşmanın da kapısını ister istemez açtı.
MHP’nin idam üzerinden, AKP’ye çağrıda bulunması ve idamı geri istemesi trajik bir durum.
Çünkü idam kaldırıldığında MHP buna destek verdi.
Peki ne oldu da MHP karar değiştirdi ve idamı savunur hale geldi?

Tam da bu noktada Ebubekir Sofuoğlu’nun sözlerine kulak vermemiz lazım.
İslamcı bir kişi olarak Sofuoğlu Yunanistan’la ülkemiz arasındaki gerginlikle Hitler’in 1939’da Polonya’ya girmesi arasında bir bağ kurdu.
Şaka desen değil, ironi desen hiç değil.

Hitler’e özenen ve öykünen bir yazarı faşistlikle itham etmemek aslında tarih bilmemekle mümkün olur.
AKP-MHP birlikteliğinin zirveye vurduğu bir dönemde, Ebubekir Sofuoğlu gibilerinin zuhur etmemesine şaşmak gerekir.

Tarihin şefkatli hikayelerinden ilham alma dönemi değil. 
Tıpkı zamanın Nazileri gibi parlak ve hiçbir zaman varolmamış mitolojik geçmişe özenen neo-faşizmin bileşenlerini görmekteyiz.

Gerçeklik-ötesi yani post truth bir çağda herkesin bir defa değil, herkesin hergün 1 kaç saniye meşhur olduğu bir dönemde gücü eline alanlar için bununla şov yapmak sıradanlaştı.

Yazık ki kendisine emsal olarak tarihin en karanlık portresini seçebilen bir tavana dayandı, Türkiye’de siyaset mekanizması.

AKP’nin Abdullah Gül’ün ifadesiyle “kuruluş ilkelerinden“ bu denli savrulmasını MHP ittifakına borçlu olduğunu söylemeliyiz.

MHP, AKP’yi dünyadan izole etmek için gece gündüz çalıştı. Son icat da eğer başarılı olursa insanları öldürmenin ceza olduğuna ikna edebilmek.

Ultra Milliyetçiliğin modern dünyada yasaklanması, siyaset kurumunda kovulması söz konusuyken Türkiye’de şımartılmasının neticeleri bunlar.

Suçu, suçluyu imha ederek önleyebileceğini ve geri kalan üstün insanlara ideal toplum kuracağını zan eden bu anlayış, belki bir uç beyi partinin ideolojik katılıktaki seçmen kitlesini bir arada tutar.
Fakat gayet büyük nüfuslu bir ülkede merkeze konulan ultra sağın, facia getireceğini öngörmek için falcı olmaya gerek yoktur.

AKP’nin nefes almadan iktidar hevesi, MHP’nin burada gördüğü madenle çakışınca ortaya çıkan bu zor tablo içimizi sıkıyor.

İdamın geçerli olduğu ABD eyaletlerinin Trump’u dünyaya armağan ettiğini unutmamak lazım.

AKP ya da herhangi bir siyasi oluşum mutlak güce ultra sağ ile ulaşmakla, önemli bir hataya imza attı.
Sınırsız otoriterliğin en kolay yolu insanları her türlü korkutmadan geçer.
İdam ise devletin öldürmeye bulduğu kılıftır.

MHP-AKP birlikteliğinin bunu oluşturan üst yapıya esinlediklerinde “Hitler-İdam” gibi kavramlara gelmek, gerçekten de sınırların son haddinde zorlandığına delalet ediyor.

Benim aklıma daha fecisi gelmiyor. Siyasi iktidarın ve ülkeyi yönetme iddiasında olanların kaygı duyması için çok ama çok neden var.

Analiz, Veysi Dündar 3.9.2020