Kültür Bakanlığının dolaylı davetlisi olarak katıldığım Hacıbektaş Veli anmasının ertesi gününde doyasıya Kapadokya gezisi yaparken, memleket gündemine birden Amerika’nın Demokrat Başkan adayı Biden’in sözleri düştü.

Bu sözlerin bundan 9 ay önce edilmiş olması bir tarafa, olası Amerika başkanının ne söylediğine verilen özel ehemmiyet de üzerinde durmayı hak etti.

ABD’nin mevcut son başkanının yazılı, sözlü, twitli tehdit ve övgüleri dururken potansiyel bir başkanın sözleri üzerinde bu kadar durmak ne kadar doğru bir tavır; aslında tartışılacak konu budur.

Rahip Brunson olayında ve sonrasında Trump’un aleni biçimde ülkeyi tehdit etmesi ve sonunda da hedefine ulaştığını deklare etmesi, ülkemizin az kapasiteli hafıza kartında pek de kalıcı yer etmemişti.

Bu defa Biden’in Suriye’nin karıştığı zamanlara tekabül eden bir dönemdeki sözleri bugün söylenmiş gibi piyasada dolaştı.

Amerikan Başkanı ve Başkan adayının dünyanın başka ülkelerinde neyin olup bittiğine kafa yorması ve buna dair görüşlerini açık biçimde ifade etmesi gayet makuldür.
Burada makul olmayan Erdoğan’ın Rahip Brunson’un iade edilmeyeceğini ifade ettikten kısa süre sonra, ülkesine dönen Brunson için Trump’un ettiği sözlerdir.

Biden Erdoğan’ın yönetim tarzından hoşnut olmadığını ve başka bir iktidarı tercih ettiğini ifade ederken, Trump doğrudan hoşuna gitmeyen şeyler için yaptırımlardan söz etti. Zaten bir çok bakana ve görevliye fiilen yaptırım da uyguladı.

Erdoğan’ın sıkça kullandığı “Dünya 5’ten büyüktür” ifadesinin en önemli muhatabı olan ABD’nin, aslında bu söylem için dahi Erdoğan’ı sevmeme gerekçesi olabilir.
Fakat nihayetinde ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.

Erdoğan’ın ABD ile ilişkilerini iyi tutarak iktidara geldiği bizim gibi hafızasız ülkede dahi unutulmaz bir vakıadır. Yine de unutanlar varsa bir ABD gezisine çıkarken muhalefeti, ABD karşıtlığı ile itham eden Erdoğan demecini de anımsatmak uygun olacak.
https://twitter.com/NataliAVAZYAN/status/1294717569119719425
İşte tam da bu noktada aslında ABD’nin Erdoğan’ın uzun iktidarının en önemli alt yapı kurucusu olduğunun altını çizmek gerekiyor.

Türk demokrasisinin miladı 1946 aynı zamanda ABD’nin SSCB ile kavgasının da başladığı yıldır. Soğuk savaş denilen ve aslında komünizm tehditini bertaraf etmeye adanan 45 yıl boyunca, Türkiye’de sağ kendini hep Amerika’ya yakın hissetmiştir. Bunun sebebi basittir. Sol ABD için komünizme giden yol olarak görülmektedir. Bütün solcular potansiyel komünisttir ve bu soğuk savaş döneminde alınacak bir risk değildir.

Türk askeri komünizme karşı olduğunu gizlemezken İslamcı ve ülkücü sağa ise, sadece kriminal açıdan karşı çıkmakla yetinmiştir darbe dönemlerinde.
Nitekim Demokrat Başkan Carter döneminde gerçekleşen 12 Eylül’den sonra, Türkeş fikirlerinin iktidar olduğunu söylerken, Özal gibi eski bir MSP’li de ülkenin uzun dönem yönetimini kolayca ele geçirebilmiştir.

Ülkede solcu kadrolar hapislerle, kırımlarla yok edilirken, hep anti komünist söylemler geçerliğini korumuştur. En sonunda komünizm yıkıldığında ve sol tehdit ortadan kalktığında ise, kökünü siyasal İslamdan alan Erdoğan, ülkenin uzun dönemli iktidarına talip olmuş ve bunda muvaffak olmuştur.

Türk halkı sağcı falan değildir fakat sıkı bir anti komünist olarak yetiştirilmiştir. Bu anti komünist propaganda özellikle derin Anadolu’da din ve milliyetçilik istismarı ile sağa avantaj sağlamıştır.
Bütün bu sürecin müsebbibi NATO ile ülkemizin savunma yapısına sızan anti komünizm ve onun mucidi Amerika’dır.

Türk sağı AKP’sinden MHP’sine, ‘ülkeyi sağcılar yönetsin’ diye zemin oluşturan, ABD’ye çok şey borçludur. Bu ahval içinde Joe Biden’in soğuk savaşın, komünizmin esamesi kalmamışken ettiği laflar bir açıdan değerlidir.

Amerika başta laiklik ve demokrasi olmak üzere uyguladığı antikomünist ilacın zehirlediği değerler için Türk insanına borçludur.

Türk insanı Amerika’dan kaybolan yıllarının hesabını sormakta, sonuna kadar haklıdır.
Ülkeyi çeyrek yüzyıldır yöneten AKP zihniyeti ise, ABD’den şikayet edecek son kurum olmalıdır.

Analiz, Veysi Dündar 16.8.2020