Bu gün 6 Eylül Türkiye yakın tarihinin 7 Eylül’le beraber en karanlık sayfalarının üzerinden 65 sene geçti.
1955’in 6 Eylül’ünden sonra hiçbir şey aynı olmadı, olamadı.

Bir yalan neden olmuştu bütün bu yaşananlara.
“Atatürk’ün evine bomba atılmış”, denilerek galeyan çıkarıldı. Arkasından yaşananlarsa yüzlerce yıllık bir geleneğin, geçmişin, adetin, komşuluk hukukunun, iğfal edilmesi oldu.
Koskoca savaşların, karşı karşıya gelen orduların başaramadığı bir kopuşu 2 günlük bir delirme hali başardı.

İstiklal Caddesinin merkezinde olduğu bir kültür soykırımını yaşadı bu topraklar.
Bugün hala İstiklal Caddesinde sahibinin kim olduğu bilinmeyen asıl mülk sahiplerinin adı sanı geçmeyen 2. ya da 3.el kiralanan iş yerlerinin, sırrının arkasında 6-7 Eylül yatar.
Yaşatılan vahşetin ardından canını belki kurtaranların malı ise adeta bir orta malına dönüşmüştür.
Güzelim Tarlabaşı’nın o nadide binalarının yok oluşudur 6-7 Eylül.

Menderes döneminin toplumu bölmek suretiyle iktidarını pekiştirme stratejisinin köşe ve mihenk taşıdır.
Siyasi otoritenin, asayişin göz yumduğu toplumsal  cinnetin bedeli, Türkiye’nin tarihte uzun adımlarla geri gitmesi olmuştur.

65 yıldan geriye dönüp baktığımızda Türkiye’de toplam 5 bin bile Rum kalmadı. Bunlar Osmanlı tebasıydı. (AKP’lilerin çok sevdiği Osmanlı’dan bahsediyoruz.)
Bugün ortalıkta Rum falan kalmadığı için yeni bir 6-7 Eylül yaşamamız mümkün değil. Onların yerini daha çok Kürtler, Aleviler, Kadınlar almış durumda.

Türk sağının kültürel soykırımından nasibini alan Rumlar artık varla yok arasında bu ülkede.
Yine de gözü doymaz bir harisliğin temsilcisi olarak hırsını binalardan almaktan çekinmiyor aynı anlayış. Rumların kendileri gitmişken izlerini de silmek için özellikle 2020 yazının krizli ortamı bulunmaz fırsat oldu.

İstanbul’un yüzük taşı tarihsel varlıkları, turizmin ortak dilinden çekip koparıldı. Adeta kendi bindiği dalı kesen acemi ormancı gibi tutunacağı son dalları da kesmekten imtina etmedi. Memlekette ekonomik yangın son raddeye ulaşmışken, çare olarak 1500 yıllık kadim binalara politik sirk muamelesi yapıldı.
Bütün bunların üstüne bir yapboz parçası gibi sınırlarımızla bütünleşik olan komşumuzla akıl ötesi bir çatışmadan sakıztan çıkan tekerleme gibi bahsedilir oldu.

6-7 Eylül’ü yaratanlara şükredeceğimiz bir ortam yaşandı. Velev ki Rumlar bu ülkede 1955 Pogromunu yaşamasa, bugünün bu çılgın gündeminde başlarına neler gelirdi diye kara kara düşünün.

Türkiye Yunanistan’la rekabetini, birikmiş sorunlarını ve halının altına süpürdüğü tüm konuları birden su yüzüne çıkardı. Ege’deki kayalıkları yıllardır yurtlaştırdığı aşikar olduğu halde, tek söz edilmeyen Yunanistan bir anda hedef ülke haline geldi.

Belli ki Menderes’ten bugünlere Türk sağının iktisadi sorunlarda halkı konsolide etmek için özneye koyduğu kavram hiç ama hiç değişmemiş.
Türk sağı daha 1955’te yol açtığı facia için bu topluma özür ve nedamet borcunu ödememişken, ülkeyi dünyada yanlızlaştırıp güç toplamak için tekrar bir Yunanistan meselesi yaratıyor.

1955’in yarattığı zihinsel hasarın, 1974’te Kıbrıs’a zorunlu müdaheleye giden yolun da arkasında olduğunu söylemek, halklar arasındaki güvensizliğe  katkı verdiğini ifade etmek abartı olmasa gerek.

Türkiye’yi yöneten akıl 800 bin km2’lik yurdun, bütün aktivitesini İstanbul bölgesine sıkıştırarak yürüttüğü kısa vadeli inşaat odaklı ekonomik stratejisinin çöküşünü gizlemek için hamasetle yüklü, diplomasiye sırtını çevirmiş bir görünüm ile zuhur etmektedir.
Başarısız iktisadi politikanın Kanal gibi akıldışı projelerle devamını hayal eden bu akıl yanlışlarının bedelini ödememekte bunu toplumun başta kendisine muhalif olanları olmak üzere tamamına fatura etmek  istemektedir.

6-7 Eylül’de yaşananların ibreti bugünler için yeterlidir.
Türk sağı artık bağırtı, cayırtı, vaveyla ile kaba güçle yol alıp her sıkıştığı noktada “kahpe Yunan/Bizans” retoriğinden vaz geçmelidir.
Türk sağının ümitsiz karnesinin 65 yılda değişmeyen tablosu için söylenecek tek şey : Otur Sıfır (0)’dır.

Analiz, Veysi Dündar 6.9.2020