Başakşehir’in Kopenhag’dan 3 gol yiyerek Avrupa’ya veda etmesi bana Kopenhag Kriterlerini anımsattı. Bu kriterler AB’ye aday ülkelere; “Demokrasiyi, ŒHukukun üstünlüğünü, Œİnsan Haklarını, ŒAzınlıklara saygı gösterilmesi ve korunmasını, Œİşleyen bir piyasa ekonomisinin varlığını ve Birlik içinde piyasa güçleri ve rekabetçi baskı ile başedebilecek kapasiteyi garanti eden kurumların istikrarını sağlamış olmalı” demekteydi. Sizce AKP’nin Türkiye’yi getirdiği 2020 yılının 7 Ağustos’unda, yukarıdaki maddelerden herhangi birinin varlığından söz edebilir miyiz? AKP’nin İstanbul Belediyesinde egemenliğini ilan ettiği zamanlarda; besleyip büyütüp en sonunda has bir AKP üyesine temlik ettiği İstanbul Belediye Sporun, bugünkü adı olan Başakşehir’in, Kopenhag’ı geçememesi bu yönüyle de müthiş bir tevafuk oldu aslında. Kopenhag’ı geçemeyen fakat Türkiye’de şampiyonluk ilan eden Başakşehir tıpkı, Türkiye’de bunca senedir rakipsiz iktidar olan ama Dünya’da giderek yanlızlaşan AKP’ye benzer bir kaderi paylaştı. AKP için Kopenhag Kritlerleri nasıl uzak kaldıysa, Başakşehir de Kopenhag’ı geçemedi. Kriterlerin tamamında hayal kırıklığı yaşatan AKP özellikle son 5 yılda tam bir başına buyrukluk içinde hareket etmenin ağır bedelini 6 Ağustos gündemi ile bizlere ödetti. “Demokrasi’yi hiçe sayıp seçilmişleri hapse atmak” “Hukukun üstünlüğünü hiçe sayıp mahkemelerin kararlarını beğenmemek, onları önceden haber vermek” “İnsan Haklarının en temel bileşeni olan gösteri, yürüyüş, protesto, haber alma hürriyetini zaptiye yoluyla daraltmak, yok etmek” “Azınlık haklarının giderek milliyetçi, dinci ve baskıcı bir dalga ile ezilmesine göz yummak” “Ekonominin kurallarını hiçe sayan, kamu kaynaklarını müteahhitlere emanet eden, kamusal üretimi yok edip, tasarrufları kamunun emrine sokan ucube bir finans sistemine kapı açmak” “Rekabeti sadece sermaye birikimini önlemek için bir araç gibi görüp, dünyanın en büyük kamu ihalelerini vermek, kamu bankaları yoluyla sunni finans sistemi yaratmak” AKP’nin sadece Kopenhag Kriterlerinin özetine ilişkin karnesi bu. Yurtta Sulh Dünyada Sulh gibi hümanist bir bakıştan neredeyse tüm komşularla kötü olmaya varan dış politikanın maliyetlerini, Mısır gibi bir ülke ile Yunanistan’ı birleştiren sakar diplomasi ile ödemek de dünkü bilançoya yazıldı bile. Dünyanın en kötü para birimlerinden biri olarak sadece son 5 yılda değerinin 3’te 2’sini kaybetmeyi başaran liranın başına gelenlerin en beteri de dünkü listede yer aldı. Dünyanın dükkanları en uzun süre açık kalan fedakar esnaflarını barındıran ülkeyi AVM çöplüğüne çevirip, salgından sonra ilk defa aynı AVM’leri açacak kadar da esnafa yabancı kalan da bu iktidar değil miydi? Seçimleri kazanmak için her türlü hukuksuzluğu, kuralsızlığı, oyun bittikten sonra kural değiştirmeyi de içe sindiren iktidarın aslında kurban ettiği bizzat kendi meşruiyeti oldu zaten. Oysa ki demokrasi, seçimler hep meşruiyetin bir mahsulü idi gerçekte. Bütün dünyada insanlık meşruiyetin 3 temel gücün, yani Yasama, Yürütme ve Yargı’nın birbirini dengelemesiyle mümkün olacağını keşfetmek için asırlar boyunca mücadele etmişti. AKP’nin seçim kazanmanın değil kuvvetler arasında denge kurmanın onu güçlendireceğini bilmemesiydi vahim olan. Bu cehaletin faturasını hep beraber ödüyoruz. 3 kuvveti tek elde toplayıp 4.kuvvet olan basını da tasfiye eden AKP aslında kendisini zeminsiz bir boşluğa bıraktığını artık anlamış olmalı. 1500 sene önce yapılmış bir mabedin; 500 sene önce fethedilmesinden çare arayan AKP’nin başına gelenler, ibretlik bir iflas hikayesidir. Bu hikayenin tek bir kazanç hanesi vardır ki kesinlikle göz ardı edilmemeli. Türkiye dini ve milleti siyasete alet eden zihinlerden ilelebet kurtulacak ve bu belki de bunca ödenen maliyetin en büyük karşılığı olacaktır. Analiz, Veysi Dündar 6.8.2020