1933 yılında İran Horasan’da doğup, 1977 yılında 44 yaşında vefat eden Ali Şeriati, kısacık ömründe dünyaya çok etkili bir imaj, bir direniş soluğu, devricimliğin dindarlığını ya da dindarlığın devrimciliğinin ahlakını, ruhunu bırakmıştır. Kısacık ömrü ile Şeriati’yi bu kadar etkin kılan neydi? 

Devrimci kişiliği, cesur dini ve tarihsel yorumları, Halife dönemlerine ait gerçekçi analizleri her dönemin egemenleri tarafından hep tehlikeli bulunmuştur.
Fikirlerinden dolayı 1962 yılında tutuklanıp, 17 ay hapis yatmıştır. Şeriati gibi muhalif bir çizgide olanların muhatap kaldığı kaçınılmaz son onu da bulmuştur.
44 yaşında iken Londra’da İran Şah yönetiminin Savak ajanları tarafından şehit edildiği bilinmektedir.

Peygamberimizin Asr-ı Saadet döneminin ardından  İslami Hilafet ve fetihler adı altında, iç ve dış yönetimlerle işgalci, israfcı, adaletsiz uygulamalara, halife seçimlerindeki yanlışlıklara karşı, net ve gerçekçi bir yaklaşım içerisinde olması onu klasik, gelenekçi İslami düşünürlerden ayırmıştır. Devrimci dindarlığıyla unutulmazlar arasına girmiş, Türkiye’de Şii, İran da ise Sünni gibi anlaşılacak algılara yol açmıştır. 

Şeriati, İslam dünyasının ilk anarşisti diye kabul edilen Ebu Zerr el Gıffari’yi sıkça anlatır gençlere. Bu garip sahabe, Peygamberin övgüsüne mahzar olmuş, sadece Allah’a hesap verecek olmaya iman ettiğinden hep yalnız kalmıştır.
Adaletsiz, israfçı, saltanatçı, sosyal düzene karşı ömrünün sonuna kadar en keskin itirazları etmiş olan bu dürüst bilge, vefatında devlet görevlisinin bulunmasını istemediğini, devletin kefeni ile gömülmeyi kabul etmediğini önceden ilan etmiştir. Resulün vefatı ile ortaya çıkan bozulmanın, çözülmenin en önemli damarı olarak üçüncü halife Hz. Osman’ı ve Muaviye'yi baz almış, saraylarında sürdükleri lüks ve sefayı en sert şekilde eleştirmiştir.

Şeriati, 20.Yüzyılın en büyük filozofu olarak kabul edilen Nobel ödüllü (ödülü almayı reddetmiştir) Jean Paul Sartre -ki Paris’te komşu da olmuşlardır-, “Benim dinim yok. Ama birini seçseydim Şeriati’ninki olurdu.” demişti.

Şeriati’nin aykırı duruşunun altyapısı; “bilimden ve felsefeden uzakta yaşayan Doğu halklarının bir Rönesansa ihtiyacı vardır.” sözünde gizlidir.

Şeriati, dinin geleneksel özünü değil, aksine Hz. Muhammed’in diriliş ve ruhunu, Hz. Ali ve Ebu Zerr’in şahsında da devrimci ruhunu esas alan bir öze dönüş çağrısında ısrarcı olmuştur.

Bir öğrencisinin, "İçimde Marx ile Muhammed savaş halinde" cümlesini "Müslüman olamıyorsanız Marksist olunuz" cevabıyla tamamlamıştır. Şeriati’ye göre; “Marksizme gerek yoktur, zaten İslam dininde Sosyalizm vardır.”

Sınırlarda dolaşan ve kalıpları zorlayan bu İranlı entelektüel devrimcinin günümüzde hem dilimize hem hayatımıza rehber edebileceğimiz sözlerinden bir kaçı onu daha iyi anlamaya yardımcı olacaktır.
-“Sizi rahatsız etmeye geldim.” başlıca klişe sözlerindendir. Sokrat kendi için ‘At Sineği’ metaforunu kullanır. Bu yönleriyle benzeşirler aslında. Bu sözün hikâyesi de şudur: Konferansın birinde biraz sert konuşur. Dinleyicilerden biri, "Hep böyle konuşuyorsunuz, biraz da bizi rahatlatacak şeyler söyleseniz" der. Şeriati: "Ben sizi rahatlatmaya değil, rahatsız etmeye geldim. Ben esrar ve eroin miyim ki sizi rahatlatayım" diye cevap verir.
-“Ey Muaviye, eğer bu sarayı kendi paranla yapıyorsan, israftır ve eğer halkın parasıyla yapıyorsan ihanettir!”
-“Okuyun. Zira mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor.”
-“Bir zulmü engelleyemiyorsanız, en azından onu herkese duyurun.''
-“Camide olup ayakkabılarımı düşünmektense, yolda yürüyüp Allah’ı düşünmeyi tercih ederim.”
-“Din, para tarafından beslendiği müddetçe din, paranın hizmetinde olacaktır.”
-“Fakirlik, diktatörlük, cehalet, çöküş, açlık ve hastalık içinde yanan bir millet için bu dünyanın ötesindeki cennetleri anlatmak, müptelâ olduğu şeyden daha büyük bir acı verir.”
-“Dindar bir toplumu ancak din adına, din âlimleri kandırabilirdi ve öyle de oldu.''

-“Soyut bir Tanrı anlayışı, egemenlerin Tanrı anlayışıdır. Asr-ı saadette din ile adalet eşdeğerdi. Ama sonradan ilahî adalet diye adaleti göklere çıkardılar ki, yeryüzünde ondan söz edilmesin. Bunu söyleyenler, dinin afyon tüccarlarıydı.”
-“Dini rejim, siyasi ve yönetici kadroların siyasetçiler değil din adamlarınca doldurulduğu yönetimlerdir. Diğer bir değişle dini rejim, din adamlarının yönetimidir. Böylesi bir rejimin doğal sonuçlarından biri de diktatörlüktür. Çünkü din adamı kendini Tanrı'nın emirlerini yerine getiren yeryüzündeki temsilcisi olarak görür. Bundan dolayı diğer insanların, kendi fikirlerini belirtmeye, kararlarını eleştirmeye ya da ona muhalefet etmeye hakları olmadığını düşünür.”
-“Ey kadir olan Allah’ım! Alimlerimize mesuliyet, halkımıza ilim, dindarlarımıza din, müminlerimize aydınlık, aydınlarımıza iman, tutucularımıza kavrayış, kavramışlarımıza tutuculuk, kadınlarımıza bilinç-erkeklerimize şeref, yaşlılarımıza bilgi, gençlerimize asalet, öğretmenlerimize ve öğrencilerimize inanç, 
uyuyanlarımıza uyanıklık, uyanıklarımıza irade, 
muhafazakarlarımıza hareket, suskunlarımıza feryâd, 
yazarlarımıza güvenirlilik, sanatçılarımıza dert, şairlerimize şuur, araştırmacılarımıza hedef, tebliğcilerimize gerçek, kıskançlarımıza şifa, bencillerimize insaf, sevenlerimize edeb, mezheplerimize vahdet, halkımıza kendini bilme, tüm milletimize samimiyet, özveri ile kurtuluşa yaraşırlık ve izzet bağışla…”
Kendi sesinden https://youtu.be/8RXohLFXcz4

29.5.2020 Veysi Dündar