Anadolu'nun en ücra kentinde dokuz çocuğun tümünü okutan bir memur, İstanbul gibi bir büyükşehirde iki çocuğunu okutan bir mühendisten ya da bir doktordan daha çok emek harcar diye düşünüyorum...

İki çocuğunu dizginleyemeyen bir baba mı, dokuz çocuğunun bütününden hürmet gören bir baba mı daha başarılıdır, ucu açık bir sorudur.

Babam emniyet bekçisiydi kırk sene kadar evvel. Eskiden bir düdük ve bir cop kafi gelirdi huzura. Güvenin tesisi için elzemdi bu nostaljik aletler, şimdi müzede teşhir ürünü...

İki sene evvel emekli oldu. Kimlerle çalışmadı ki Nusaybin'de Mardin'de. Nusaybin'de askerlik yapan Kenan Evren'den Veli Küçük'e, Mehmet Ağar'dan Hayri Kozakçıoğlu'na, Mehmet Çağlar'dan Efkan Ala'ya kadar.

12 Eylül ihtilali için anlattığı anı onu dumura uğratmış. "Darbe gecesi karakola gittim her zamanki gibi. Etrafta bir askeri hareketlilik olduğu aşikardı ama anlam veremedim. Nusaybin'de bir adet askeri tabur vardı. Karakola vardığımda tabur komutanı bana, "Kaymakam ve Belediye reisine söyle mazbataları getirip teslim etsinler" dedi. "Neden?" diye sorduğumda ilk kez duyduğum cümle "ihtilal oldu" dedi. İhtilal kelimesinin anlamını ben bilmiyordum. Kaymakam bey ve Reis beye talimatı iletince anladım, normal şartlarda ast ve üst ilişkisinin bir gece de nelere kadir ve derdest edecek çapta olduğuna. Kaymakam ve Reis efendilerin Komutan'dan yedikleri zılgıtı da bir ömür hatırımdan çıkaramadım. Oysa bir gün önce hep beraber gülüşüyorlardı. Bir gün sonra neredeyse düşman kesilmişlerdi"

90'lı yıllarda Güneydoğu'ya gazete girişi bile yasaktı. Örgüt yasaklamıştı. Gazeteleri babam Nusaybin'in Dörtyol semtinde polis otosu üzerinde satardı. Yeri gelir, polis lokalini işletirdi. Dükkanlar her gün kapanırdı. Hizbullah'ın da devreye girdiği, ateşe körükle gidildiği günlerdi. Her gün, gün ortasında kimi zaman iki kimi zaman on kişinin katledildiği olurdu. 

Babam döneminin en çalışkan ismiydi. Kürtçe ve Arapça bilmesi aranılan özelliklerdi. Babam bir bilendi. Müdürleri ona danışırdı. Suriye'nin Nusaybin'e sınır olan Kamışlı ilçesinin ortak resmi tercümanı idi.

Unutamadığı Emniyet Müdürlerinden Nurettin Ersoy'un bir sığınağa inmesiyle şehit olacağı içine doğmuştu sanki. Her anlattığında gözleri dolar. "Gitmeyin. Sizin işiniz değil. Tecrübeli arkadaşları yollayalım. Teslim olmaya zorlar ve onları ikna ederler" demişti. Ama müdür ısrarcıydı. Gidecekti zira eceli onu çağırıyordu. Sığınağa inmesiyle beraber bomba infilak etmiş orada şehit düşmüştü.

Babam olması hasebiyle demiyorum güvenlik görevlisi olduğu halde, sükunetle suhuletle iş bitirmesi, kimseyi kırmadan adaletle görevini yapmasını vatandaşlar gibi, devletin tüm organları takdir etmiş. Ve taltif üstüne taltif almıştı.

Babamın JİTEM, MİT derken PKK, HİZBULLAH gibi onlarca örgüt içinde, kendisi de devletin güvenlik gücünde muvazzaf olduğu halde; o karmaşa ve hengamede hepimizi okutup üniversiteye yollamayı başarması, hali hazırda halen başımızda bulunması, gölgesini üzerimizden eksik etmemesi, Allah katında onu cennetlik edecek diye duacıyım.

İlk okul yıllarında babamla el ele gezerken, acemi bir motosiklet kullanıcısı gelip bana çarpmış ve iyice bir uzağa savurmuştu. Daha beni doğrultmadan kullanıcıya attığı tokat şafak saydırmıştı. Çocuk bir daha motosiklet kullanmaktan men edilmişti. Sonrasında babama gelip özür dilemiş ve motosiklet kullanmaktan kendisini vazgeçirdiği için teşekkürü bir borç bilmişti.

Babamın anneme hediye ettiği altın bir saati vardı. Hangi akıla hizmet ettiysem o yaşlarda, saati takmak isteyeceğim tuttu. Ne de olsa öğretmenimin kızına aşık olmuştum. Lüks bir aksesuara ihtiyaç duymuştum sanki. Saati koluma izinsiz de olsa takmış. Daha okula varamadan hırsızın birine denk gelmiş. Ve saatine bakayım derken saati çalmıştı. Bunu babama çok rahat bir şekilde anlattığımı hatırlıyorum. Sonrasını hatırlamıyorum. Galiba basket topuna çevirmişti babam beni. Bir yerde bir havadaydım. İşin şakası bir yana; Allah'tan o sıralar belde küçüktü ve takip çok kolaydı. Adeta kırk kişiyiz ve birbirimizi tanırız denilen demlerdi. Saate ulaşılmış ve geri alınmıştı. O gün bugündür saat kullanıyorum. Gereksiz bir hareketti annemin saati alıp takmak ve gereksiz bir pişkinlikti benimkisi.

Suriye'nin resmi davetlisi olarak babamla beraber Kamışlı'ya gitmek mümkün olmuştu. Ne de olsa ödüllü devletler arası tercümandı babam. Kendi adıma çok gururlanmıştım gördüğümüz alaka üzerine. Keyifli bir seyahatti. Ailece gitmiş dönüşte kilolarca çay getirmiştik ülkemize. O gün bugündür içilen kaçak çayda dahlimiz vardır desek mübalağa etmiş olmayız... O kadar kaçak çay tüketiyoruz ki, Mahmood Tea, işine kahve ve pirinç ekledi ithal etmeye devam ediyor. Çalışana Allah zembille indiriyor ne de olsa. Biz ise hala kaçak çay içmeye tüketmeye devam ediyoruz.

(Sri Lanka seyahatim olmuştu seneler evvel. İşadamı bir hemşehrin var tanıştıralım dediler. Ziyaretine gittiğimizde, memleketten götürdüğüm küçük bir çay paketini beraberimde götürmüş. Sohbet eşliğinde içeriz diye düşünmüştüm. Çam sakızı çoban armağanı diye paketi uzattığımda arkadaşlar gülmeye başladı. Ne oldu diye etrafıma bakınırken, "abi bu çayı SriLanka'dan ben ithal ediyorum" demişti.)

Midyat'a bağlıydı eskiden köyümüz Şenköy. Toprağı bereketlidir. Ektiğinizden muhakkak verim alırsınız. Babamın asma bahçesi vardır. Üzüm fidanı dikmiş, seneler sonra ziyaret ettiğinde kollarını açarak asmalara sarılmıştı. Asmalar boy vermiş, üzüm tarlasına dönmüştü koca arazi. Topladığı üzümleri ya kurutur kuru üzüm şeklinde ya da pekmeze çevirirdi. Bu güzel mahsülü, köy yoğurtunun üzerine döküp kaşık kaşık yerdi. Yoğurt ve pekmez ikilisinin tadına doyum olmaz, gençlik iksiridir. Babamla beni yanyana gören, abi-kardeş zanneder. Siz de bu otantik tadı deneyiniz. Yürüyen tavuk misali tercih nasıl naturelden yana faydalı ise, köy ürünü tercih ediniz doğal beslenme için. Daha sıhhatli daha vefalı olursunuz. Kafanız daha iyi çalışır...

Şenköylü düşünür dedem Melle İbrabim'in (babamın babası) dediği gibi; "Toprak ne kadar zengin olursa olsun ekilmedikçe mahsul vermez; kafalar da öyle, ekilmeyen kafalardan mahsul alınmaz"

Ne de olsa büyüklerimiz "eski topraklar" diye anılır. İnsan kişiliği kaya gibi sağlam olmalı, tam da onlar gibi... zira her şey onun üzerine kurulur. Köyümüzde deniz yoktu, göl vardı. Kıyıya güvenle vardıran babama teşekkür, Yaradan'a şükürler olsun.

Validemle yarım asra dayanan evliliği, düşe kalka olsa da sürdürmek için elinden ne geliyorsa yapmıştır. "Ev noksan olmamalı. Hanım ne isterse evde bulmalı" der, vefasını sevgi saygı çerçevesinde tüm ömrüne yaymıştı. 

Sevgine şefkatine merhametine babalığına kurban Babam. Allah ömrünü uzun ve sağlıklı etsin. Herkesin de babası bu yaşam tarzıyla evlatlarına sahip olsa, "Babam ve Oğlum" filmindeki unutulmaz sahne gibi, elbiseleriyle beraber kalbini de çar çur etmek zorunda kalmasa...

Her haliyle eski toprak olduğunu beyan ediyor hareketleri... Aklı zehir gibi işlemekte, hafızası muazzam! 
İnsan yaşlanınca çocuklaşır, beden küçülür ve güçsüzleşirmiş. Ruh ve gönül de safiyane duygulara, saflığa ve huzura erermiş. Belli ki dili de... 

21.6.2020 Veysi Dündar