Dün 15 Temmuz’un 4. Yıldönümü idi. Esnafa anonslarla bayrak asması hatırlatıldı. Daha 4 yıl önce kıyamet kopmuş, halk elindeki imkanlarla darbeye karşı çıkmış, engellenmesinde hep ön safta yer almıştı. Canından olan yüzlerce kişi ve yaralan binlerce kişi vardı. Maddi hasarı ise hesaplamak mümkün değil zaten. Fakat adına “15 Temmuz Cehennemi” dediğim o gecenin ardından püskürtülen o girişim, tam bir bayram havasında ve aylarca süren bir şölene dönmüştü.

Dün ne oldu da, sadece Sn. Erdoğan’ın konuşmasının haricinde bir etkinlik olmadı diye düşünüyorum. Ekonomik kriz, işsizlik, koronavirüs vakaları mı engel oldu, sorguluyorum. Dün Tv5’te 4 saat süren bir tartışma programındaydım. Dileyen Twitter paylaşımımdan izleyebilir. Bahsi geçtiği için asıl soru şuydu programda; “15 Temmuz bir kazanım mıdır? Ülkede neyi değiştirmiştir?”

15 Temmuz’un konuşulduğu bir programa çıktığınızda, iki ucuda keskin bir bıçağı elinize almış oluyorsunuz. Her cümleniz o’cu/bu’cu şeklinde yaftalanmanıza neden olacak türden. Oysa yaptığımız binlerce insanın hakkını hukukunu savunmak ve adalete davet etmektir.
Kangren haline dönmüş binlerce KHK’lının, askeri okullardan atılmış öğrencilerin, Harbiyeli tutuklu askeri öğrencilerin, toplamda 600 bin kişinin sorgulandığı, binlerce insanın sadece sendika üyesi ya da Bank Asya’ya para yatırmış olması vb nedenlerle mağdur olduğu hak, hukuk ve adaletten uzaklaştığımız bir dönemden geçiyoruz. Nürnberg mahkemelerinde sadece 24 kişinin yargılandığını hatırlatmak isterim.

Erdoğan’ın, “Ne istediler de vermedik. Allah’ım ve milletim beni affetsin.” gibi basit bir cümle kendisini ve partililerini aklamaya yeterken, ibadet/ticaret/ihanet eksenindeki en alt ve en samimi tabaka olan ibadet ehlinin cezalara duçar olması, vicdanen kabul edilebilir mi? Kaldı ki, AKP’de Fethullah Gülen ile tokalaşmamış ya da fotoğraf çektirmemiş hatta ve hatta her işini bu kanalla çözen insanlardan müteşekkil iken, halkın ağrına giden uygulamalar söz konusu. Bu ağırlığı ülkenin gemeli hissetmektedir.

Daha ceberut uygulamalara yönelmiş olması ve bu sertliğin hayatın her anına sirayet etmesi ile tezahür etmesidir. Ülkede kavga edilmedik kurum kalmadı. Zararını ülkenin bütünü yaşıyor. Her sabah farklı bir kavga gündemi ile ekranlar doluyor. En son yaşanan tartışma malumunuz Çoklu Baro tartışmaları ekseninde cereyan etti. Ankara’ya sokulmayan avukatlar, tartaklananlar, fiziksel temasla engellemeye çalışmalar, kanun geçmesin diye günlerce parklarda sabahlamalar hep ülkece ayıplarımıza eklendi bu görüntüler.

Demokrasiden uzaklaşıyoruz. 10 sene ya da 7 sene öncesinde atılmış bir twitten mahkûmiyet çıkarmak bu iktidara nasip oldu. Onca yıl geriye dönecek ve oradan mahkumiyet devşireceksek, AKP’de ne vekil ne de kayıtlı üye kalmaz cezasız. Halk bunları görüyor. Bunları analiz ediyor. Belki de bu uygulamalar, dün gibi önemli bir günü, seyircisiz sinema tadında bıraktı.

Ülke insanı haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik yaşadığından, ülkesine olan güvenini kaybediyor.

Güvendiği yargı kurumları ya tek tek işlemez hale getiriliyor ya da tokatlanıyor. Bu keyfi ortam demokrasi ile arayı açıyor.
Bu söylenenleri yalanlayacak tek Allah’ın kulu yok. Sadece cesaret noksanlığı ve menfaat çatışmasına girmek istemeyenlerin sustuğu bir ortamdayız. Bunlar yüzde milyon gerçek, hakikat. Halkınızı cidden huzurlu etmeye dönük adımlar atarsanız; Samimiyetinize inanırsa “Bayrak asın” anonsu yapmanıza gerek kalmayacak.

16.7.2020 Veysi Dündar