Aynı kültürü, aynı vatanı, hatta aynı dini ve aynı değer yargılarını benimsediğini söyleyen insanlar nasıl oluyor da birbirlerinden bu kadar ayrı düşebiliyor, ayrı kutuplara çekilebiliyor ve birbirini düşman görebiliyor?

Bu sorunun cevabı elbette kapsamlı bir sosyo-psikolojik çözümleme gerektirir.

Farklı düşünen bireylerin bir arada yaşayabilmesi zenginlik olarak görülür fakat bu belli bir medeni olgunluk da gerektirir.

Sorun birbirinin düşüncelerine tahammül edilemediği noktada başlar.

Bu olgunluğu gösterememenin nedeni çok daha derinlerde, çocukluk çağında aileden öğrenerek şekillenen davranış kalıplarında yatar çoğu zaman.

Ailelerin çocuklarına öğreterek ve yaşayarak aktardığı davranış ve değer yargıları sorunluysa, çocuk da bundan payına düşeni alacaktır.

Kişi aileden, okuldan ve çevreden öğrendiği düşünce ve davranış kalıplarını kendi zihin örgüsüyle, basit bir deyimle söylemek gerekirse harmanlayarak kendi kişilik yapısını oluşturur.

Ahlak, vicdan gibi insani değerler bazı insanlarda genelgeçer doğrular üzerine doğru bir seyir izlerken bazılarında toplum,grup veya bireyin kendi çıkarları için kendine uygun bir zihinsel çarpıtma olarak dışa vurur.

Bütün bunlar bize gösteriyor ki, çocuklara ögretilenler fazlasıyla önemlidir. Ve yetişkin bireyin ona öğretilenleri sil baştan sorgulaması kendini yeniden inşa etmesi, bir başka deyişle kendini gerçekleştirmesi de kısır döngüyü kıran kişisel bir devrimdir.

Ancak, tevazu içinde ruhu ve aklı yükselmiş insanlar başkalarını tahammül, direnç ve sukunetle karşılarlar.