Kurduğum bu cümle üzerine birtakım kişiler kendilerince haklı olarak ’15 Temmuz’un yıldönümünde Cuma hutbesinde 15 temmuz darbe hadisesinden bahsetmekten daha doğal ne olabilir’ diye sorabilirler. Tabii ki 15 Temmuz darbe girişimi olayı ülke için çok önemli ve hiç de küçümsenemeyecek bir olaydır.

Her zaman söyledim yine ifade edeyim. Darbe bir insanlık suçudur, hak gaspıdır, hak edilmiş bir sahipliği zorbalıkla ele geçirme girişimidir. Bu anlamda devletin ve milletin gösterdiği refleks ve darbecilere karşı koyduğu tavır takdire şayandır. Ancak hutbenin de konusu olduğu üzere mesele ‘dini istismar’ ise ‘Dini kim istismar ediyor acaba’ diye bu konuda birkaç kelam etmezsem ‘hakka karşı haksızlık yapacağım’ kanaatine vardım. Gelin hutbenin içeriğine bir göz atalım. Büyük bir kesim zaten cuma namazında dinlemiştir, ancak cumaya gitmeyen veya herhangi bir mazeretinden dolayı gidemeyen kişiler de hutbenin tamamına Diyanet’in internet sitesinden erişebilirler. Hutbe özetle şöyle.

Muhterem Müslümanlar! İslâmiyet’in Medine’de güçlenerek yayılmasından münafıklar rahatsız oluyor ve bu gelişmeyi önleyemedikleri için hayıflanıyordu. Her geçen gün güçlerini kaybeden münafıklar, Müslümanların birliğine kasteden bozgunculuk faaliyetlerinden de geri durmuyordu.

Aziz Müminler.

Tarih boyunca da birçok kişi ve grup, dinin insanlar üzerindeki etkisinden faydalanarak çıkar elde etmekten, din istismarcılığı yapmaktan çekinmemiştir. İslami değer ve kavramları istismar eden fırsatçılar dün olduğu gibi bugün de karşımızdadır. Hâlbuki Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in uyarısı gayet açıktır: “Dini dünyaya alet eden insan ne kötüdür.

Kıymetli Müslümanlar!

Bundan beş yıl önce 15 Temmuz gecesi, muazzez değerlerimizin arkasına gizlenen FETÖ’nün hain darbe girişimine hep birlikte şahit olduk. Unutmayalım ki FETÖ, İslam’ın yüce hakikatlerini kendi menfaati için kullanmıştır. Dinimizin temel değerlerini ve kavramlarını tahrif etmiştir. İnsanımızın dinî duygularını istismar etmiştir. Suret-i haktan görünerek aramıza fitne ve fesat tohumları ekmekten, bozgunculuk yapmaktan asla çekinmemiştir. Kur’an-ı Kerim’de fesatçılar hakkında şöyle buyrulmaktadır: “Onlara ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler. Şunu bilin ki onlar bozguncuların ta kendileridir, lakin anlamak istemezler.”

Değerli Müminler!

Rabbimize sonsuz hamd-ü sena olsun ki 15 Temmuz’da, Rabbimizin yardımına, hakkın batıl karşısında zaferine şahit olduk.

Bir daha böyle bir tabloyla karşılaşmamak için bize düşen, güvenilir kaynaklardan öğreneceğimiz sahih dini bilgiyle hayatımıza yön vermektir. Kur’an-ı Kerim’in rehberliği ve Peygamberimizin örnekliğiyle hayatımıza istikamet vermektir. Millî ve manevî değerlerimizi istismar etmek isteyenlere asla fırsat vermemektir. Ülkemizi ve milletimizi fitneye sürüklemek isteyen istismarcılara karşı yekvücut, tek yürek olmaktır” vs…

Yukarıda özetine yer verdiğim hutbenin beni ilgilendiren ve rahatsız eden cümlesi ‘hakkın batıla karşı zafer kazanması’ bölümüdür.

Ali erbaş’ın hutbede vurguladığı üzere kesinlikle ve kesinlikle hakkın batıla karşı galebe gelmesi söz konusu değildir. Zaferi kazanan taraf Kur’an’ın öğretilerine göre ‘hak’ sancağını taşıyan taraf değildir. Yaşanan sadece ve sadece iki bâtılın menfaatleri bitince birbirleriyle çatışması olayıdır.

Siz hangi “Hak’tan” bahsediyorsunuz Sayın Erbaş? Hutbenin girişinde Peygamber Efendimizin (as) hayatından bahsederek ve İslami terimler kullanarak bugünkü batıl düzenin ‘hak’ olduğunu insanlara kabul ettirmeye çalışıyor, gerçek anlamda dini istismar ederek kirli siyasete alet ediyorsunuz. Hem de bunu camide, peygamberin makamında minberde yapıyorsunuz.

Ortada bir dini istismar etme durumu varsa o’da tam olarak sizin yaptığınızdır.

Siz orada devlet adına konuşuyorsunuz ya, ben de sizin şahsınızda Diyanet makamını kullanarak sizin elinize hutbeyi tutuşturanlara sesleniyorum!

Buradan sonraki söyleyeceklerim hem size, hem de sizi kullanarak orada konuşturanlaradır, herkes nasibine düşeni alsın.

Hak ve batılın mücadelesi olarak nitelendirdiğiniz bu sidik yarışında menfaatleriniz birbiriyle çakışmadan önce neredeydiniz?

Bu arada siz hangi düzenden “Hak” olarak bahsediyorsunuz?

Faiz düzeninin hüküm sürdüğü mevcut düzenden mi?

İçki fabrikalarının alabildiğine çoğaldığı, zinanın yasa ile meşru hale getirildiği mevcut düzenden mi hak olarak bahsediyorsunuz?

Aile Kurumunu mahveden Eşcinselliği, LGBT yi ve her türlü sapkınlığı meşru kılan İstanbul sözleşmesi kanunlarının Müslüman yöneticiler eliyle Müslüman halka dayatıldığı düzenden mi?

Anayasası’nda ve kanunların da Allah’a ve peygamberine kesinlikle söz söyleme hakkı tanınmayan ‘necis’ laik ve demokratik düzenden mi? Siz hangi haktan bahsediyorsunuz?

Aslında gerçek anlamda ‘Hak’ nedir biliyor musunuz Sayın Erbaş?

Bakın Rabbimiz size cevap veriyor.

De ki: “Hak (yani gerçek ve tek doğru), Rabbinizden gelendir. Artık dileyen (buna) iman etsin, dileyen (bunu) inkâr etsin…” (Kehf Sûresi, 29)

Şimdi sizi bir süreliğine düşünmeye, şu soruların cevabını vermeye davet ediyorum:

– Bu gün yaşadığımız şu dünyada sizin ‘hak’ olarak nitelendirdiğiniz ‘demokrasi ve laiklik’ diye bilinen beşer mahsulü idare sistemi Allah’tan gelen midir, Siz bunu mu ima ediyorsunuz?

– Demokrasiyi Allah mı emretmiştir?

– Demokrasi Kur’ân’da veya Sünnette ismen veya şeklen tavsiye edilmiş midir? Eğer bu sorulara ‘evet’ diyorsanız, zaten sizinle konuşacak pek bir şeyimiz kalmamış demektir.

Kur’an’da hakkın dışında kalan her şey ‘bâtıl’ ve “sapkınlık” olarak kabul edilmiştir. Rabbimiz bu hakikati şu şekilde ifade etmiştir:

“Hak’tan sonra dalâletten/sapıklıktan başka ne vardır?

(Yûnus Sûresi, 32)

Eğer ‘demokrasi’ denilen ve insanın hiçbir İlâhi kâide ve kurala bağlı kalmadan kendi kendisini yönetme şekli olarak tarif edilen idare biçimi Allah tarafından gelmemiş ve bizlere emredilmemişse, o zaman onun adı Bâtıl’dan başka birşey midir? Hal böyleyken, bâtıl olan bir sisteme ‘Ben Müslümanım’ diyen birisi ‘Hak’ diyebilir mi?

Hayır hayır!

Hak yalnızca Allah’tan gelendir,  fikri ve iradesi hür olmayanların ve Akidesi maaşına Endeksli imamların bu hakikatı anlayabilmesi ve ikrâr edebilmesi çok zordur. Yine Rabbimiz bu kategoriye giren Müslüman kullara şu şekilde hitap etmektedir.

“İşte bu benim dosdoğru yolumdur. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın; yoksa o yollar sizi O’nun yolundan ayırır/uzaklaştırır. İşte bunu size Allah emretmiştir. Belki sakınırsınız.” (En‘âm Sûresi, 153)

Vesselâm