Baskın Oran

Ocak 2014'te Hatay ve Adana sınırlarında patlak veren (ve geçmişi en azından 06.06.2011’e dayanan meşhur “MİT Tırları” skandalını o sırada genel yayın yönetmeni olduğu Cumhuriyet gazetesinde fotoğraflı haber yapmak yüzünden gazeteci Can Dündar’ın çekmediği kalmamıştı. Bunu biraz aşağıda gençler için kısaca özetleyeceğim.

Şimdi mafyacı Sedat Peker’in 8. videosu sayesinde çok daha önemli bir gerçek ortaya çıktı: Bu MİT Tırları esas operanın uvertüründen ibaretmiş. Olay anlaşıldığı kadarıyla şöyle:

Ocak 2014’te MİT Tırlarında silah ve mühimmat yakalanıyor. İki ay sonra MİT Müsteşarı’na ait olduğu belirtilen ses internete düşüyor: “Oralara 2.000’e yakın TIR gönderdik”.  Ve tam o sırada ABD Bşk. Yd. olan Joe Biden Türkiye’nin IŞİD’e muazzam para ve silah gönderdiğini açıklıyor.

Gelişmelere bakılırsa, Suriye’de Esad’la çarpışan İslamcı örgütlere yardımın artık “sivil” bir formüle kavuşturulduğu anlaşılıyor: SADAT Tırları!"

***

Daha ileri gitmeden, gençler için MİT Tırları skandalını kısaca hatırlatayım ki, “çekmediği kalmamıştı”yı açıklasın.

CB Erdoğan’ın “Bu haberi yapan kişi bunun bedelini ağır ödeyecek, öyle bırakmam onu” demesi üzerine, C. Kaftancıoğlu ve S. Demirtaş gibi çok sayıda davadan hatırladığımız Hâkim Akın Gürlek başkanlığındaki İstanbul 14. ACM, C. Dündar’ı (ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ü) Kasım 2015'te tutukluyor. Şubat 2016’da AYM hak ihlallerinden ikisi için de tahliye kararı veriyor. Tahliye edilince yurt dışına gidip dönen C. Dündar 6 Mayıs’ta (2016) mahkeme bahçesinde tabancalı suikast atlatıyor ve Temmuz’da Almanya’ya gidiyor.

MİT Tırları haberinden verilen 5 yıl 10 ay ceza Yargıtay tarafından bozulunca, İstanbul 14. ACM bu sefer gıyaben tutuklama kararı veriyor ve Aralık 2020’de "casusluk" ve "terör örgütüne yardım"dan toplam 27 yıl 6 ay hapse hükmederek İnterpol’e kırmızı bülten çıkarıyor (Alman Dışişleri bunu “siyasi mahkumiyet kararlarında prensip olarak iade yapmıyoruz” diye reddedecektir).

Ardından aynı mahkeme, Alman yargı makamları aracılığıyla ifadesinin alınmasını (“istinabe usulü”) istemek yerine, firarilik gerekçesiyle C. Dündar’ın tüm mal varlığına ve banka hesaplarına el koyuyor.  Tabancalı suikastçının ceketine yapışan eşi Dilek’in (bu yüzden suikastçı hedef şaşırıp Can’ı değil bir NTV muhabirini vuruyor) pasaportuna da el konuyor. Gerisi çok uzun; işsiz kalınca borçlarını ödemek için yazlık evini satmasını tapuda fiilen önlemeler, vs. Hasan Cemal’e gönderdiği mektuptan okuyabilirsiniz (T24, 20.09.2020).

Suikastçıyı merak ediyorsanız: 5 ay sonra tahliye ediliyor ve “kasten yaralama”dan 4.500 TL ceza alıyor.

***

S. Peker’in “Benim üzerimden El Nusra’ya silah yolladılar” dediği olaya gelelim. El Kaide’nin Suriye’de Esad’la çarpışan bu koluna yardım için artık MİT değil, SADAT devreye giriyor.

SADAT önemli. Ocak 2020’de “Mehdi gelecek. Ortamı buna göre hazırlamalıyız” beyanı üzerine Cumhurbaşkanlığı Savunma Baş Danışmanlığından istifa etmek zorunda kalan E. Tuğg. Adnan Tanrıverdi’nin ünlü örgütü. Resmî sitesinde “Gayri Nizami Harp eğitim paketi sonucu kazandırılacak kabiliyetler” şöyle sıralanmakta: 1) Psikolojik harp ve harekat; 2) Sabotaj; 3) Baskın; 4) Pusu; 5) Tahrip; 6) Suikast, 7) Kurtarma ve kaçırma; 8) Tedhiş. Bu kadar açık sözlülüğe şapka çıkarmak lazım.

Sonucu hatırlamayanlar için: Kasım 1996’daki Susurluk skandalında göstermelik bile olsa dava açılmıştı. Burada da soruşturma açılıyor ama SADAT’a değil, “İktidarın SADAT sessizliği” ve “SADAT Soruşturulsun” başlıklı haberleri nedeniyle Mart 2021’de Cumhuriyet gazetesine. Hatta, ola ki çılgın bir savcı açıverir diye şu anda torba teklifle tedbir alınmakta. TBMM’deki SADAT’ı araştırma önergesi de AKP+MHP oylarıyla 01.06.2021’de reddedildi.    

***

İşin bir diğer ilginç yanı da, dönemin önemli siyasilerinin yeminli demeçleri:

Dönemin başbakanı A. Davutoğlu 06.06.2015’te: “Allah şahit, bütün tarih şahit, kayıtlar da biliyor ki, vallahi yemin ederek söylüyorum, o TIR'lar Bayırbucak Türkmenlerine gidiyordu, engellediler.

Alpaslan Türkeş’in oğlu, dönemin MHP Gn. Bşk. Yd. Tuğrul Türkeş 21.11.2015’te: “Sayın başbakan da sayın cumhurbaşkanı da meydan meydan gezip ‘Onlar (silahlar) Türkmenlere gidiyordu’ diyor. Burada bizi izleyenlerin huzurunda yemin ediyorum. Vallahi ve billahi o silahlar Türkmenlere gitmiyordu. Bilerek söylüyorum. iddia ederek söylüyorum”. 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli 30.05.2015 tarihli Bayburt mitinginde: “Erdoğan Türkiye’yi böyle bir açmaz ve çukura nasıl sürüklemiştir? Erdoğan hangi yetkiyle eli kanlı gruplara silah sevkiyatı yapmış, ne gibi çıkarlar elde etmiştir?”  

***

Cumhuriyet gazetesiyle başladık, orada şu anda büyük bir utanç durumu var. Gazetenin şimdiki yönetimi 21.05.2021’de bir açıklama yaptı. Burada, “Biz yapmadık” demesi yetmemiş, C. Dündar’ın suç işlediğini açıkça ima ederek “O yaptı” demek seviyesizliğine düşmesi de gerekmiş. Sadece iki yazarın (Prof. Erinç Yeldan ve Uğur Mumcu'nun kızı Özge Mumcu Aybars) açıklamayı protesto ederek istifa ettiği, diğerlerinin gıkının çıkmadığı gazete şimdi utanır ve özür diler mi? Sanmam. Bizim kültürümüzde özür dilemek zordur.

Bitirirken, temel bir hususu karara bağlayalım: Peker çok sayıda çok önemli iddialar ileri sürmekte. Bunların kanıtı var mı, kanıt olmadan suçlama olur mu?

Mesela şimdi SADAT, “İftira sahiplerini iftiralarını ispatlamaya, ellerindeki belgeleri savcılığa teslim etmeye çağırıyoruz" diyor. Bakan Soylu, “Bana Türkiye genelinde bir tek organize suç örgütü kayırdığıma dair bir delil gösterin” diyor. Tamamen haklılar. Belge yok, kanıt yok. Hadi savcılığa teslim edin, gösterin. Sadece bir mafya mensubunun “iddiaları” var.

Fakat, böyle durumlarda farklı şeyler söylemek de mümkün:

Bir defa, prensip olarak, böyle gayrimeşru olayların kanıtı-fotoğrafı filan pek olmaz; hele de bunları yapanların iktidarda olduğu dönemlerde. “İşin fıtratı”na aykırıdır.

Hatırlıyorum, “Civangate” diye bir olay Eylül 1994’te manşetlere çıkmıştı, bir rüşvet davasıydı, alan kişinin duruşmada “Belgesi var mı, belgesi?” demesi üzerine, veren kişi siyasi literatüre geçen bir cevap vermişti: “Rüşvetin belgesi mi olur ulan…!” Üç noktanın yerinde bir kelime daha var, atlıyorum. 

İkincisi, böyle durumlarda iddiaların gerçeklerle örtüşüp örtüşmediği önemli; ona bakmak lazım. C. Dündar bir örnek veriyor:

“Peker, tam da MİT Müsteşarı’nın ses kaydının servis edildiği ay tahliye oldu. Bir süre sonra da TIR’larla Suriye’deki Bayırbucak Türkmenlerine malzeme yolladığı haberini bizzat duyurdu. Ancak, Peker’in bunu duyurduğu Kasım 2015’te Türkiye, bölgede bir Rus uçağını düşürdü, silahlandırılan Bayırbucak Türkmenleri de uçağın pilotunu öldürdü. Bu kez de Moskova ayağa kalktı: Bugün pek hatırlanmıyor, ama Putin o dönem Türkiye’yi, ‘IŞİD trafiğine aracılık yapmak’la suçladı. Rus Savunma Bakan Yardımcısı Antonov ise, ‘Erdoğan ve ailesi Suriye’den petrol çalınması faaliyetine karıştı’ dedi. Bu suçlamalar, bugün Peker’in ortaya attığı iddialarla bire bir aynı…”.

Üçüncüsü, halkın oyuna yani “milli iradeye” saygı bugün iktidarın baş sloganlarından biri. Konuyu buna göre tahlil edelim ve bitirelim:

Halk AKP’yi, (7 Haziran 2015 yenilgisinin ardından çıkan karmaşa sonrasında yapılan) Kasım 2015 seçimlerinde %40,8’le iktidara getirmişti.

Şimdi anketlere göre, aynı halkın %75’i S. Peker’in doğruyu söylediğine inanıyor.