Baskın Oran

Yurt dışından bir iletişim uzmanı angaje edilmiş, iktidarın seçim kampanyası için. Prompter dışına çıkmasın diye CB Erdoğan sık sık uyarılacakmış. 

Tabii, bu kolay iş değil: 1) Bir padişaha maiyetinin şöyle yap, böyle yapma diyebilmesi nasıl çok zor ise, bu da aynı şey; 2) Erdoğan ya yetişmesi yahut da fıtratı icabı “halk üslubu”yla konuşmaya çok eğilimli; 3) Böyle yaparsa, halkla bütünleştiğine de inanıyor olmalı.

Fakat bunlardan önemlisi: Kutuplaştırıcı üslup yumuşatılırsa partinin çekirdek dinci takımı çok rahatsız olabilir çünkü çok alıştılar fütursuzca kapıp koyuvermeye. “Kadın erkek eşitliği tamamen yalan. Namazını kıldırt hanımına, başını örttür. Sokaklar kasap dükkânı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor” diyen imam hakkında kadınları aşağılamaktan suç duyurusu yapıldı, yargı bikaç gün önce jet hızıyla karar verdi bu sözlerin “düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında” kaldığına. 

Bu ülkede LGBTİ’ler yürüyüş yapamaz, ama onlara karşı başkent Ankara’nın göbeğinde nefret yürüyüşü yapmak serbesttir. Çünkü CB Erdoğan “bu sapkınlar”ı konu alarak, “Bu Müslüman topluluğu [Türkiye’yi] birilerine yedirmeyeceğiz” demiştir. 

***

Ulusalcılar? Onlar da ihmal edilmeyecekler.

Mesela Atatürk’ün Arap yerine Latin alfabesini getirmesini kınayan Mahir Ünal çatır çatır istifa ettirildi. Yerine, “Ben Türkiye’de çıplak arama olduğuna asla inanmıyorum” diyen ve kadınların çıplak aramaya maruz bırakıldığını söyleyenlere “Onurlu kadın, ahlaklı kadın bir sene beklemez şikayet etmek için!” demiş olan Özlem Zengin getirildi, ama olsun. 

Mesela, seçimden önce ilk yerli ve milli arabamız doğdu: TOGG. Daha önce başarısız Devrim (1961) ve seri üretilen Anadol (1966-1984) vardı ama yine de hayırlı olsun. Şu anda Türkiye’de üretilen diğer otomobillerin en düşük yerlilik oranı yüzde 55, bazı markalarda yüzde 75’in üzerinde. Ama motoru Alman Bosch, bataryası Çinli Siro, entegrasyonu Alman Edag, şasi sistemi İngiliz Mira, tasarımı İtalyan Prinfarina ile yüzde 51’i yerli üretim olan TOGG yine de yerli ve milli arabamız. 

İlk planda bütün devlet kurumları ve yandaş şirketler TOGG sipariş edecek. Sonra kim satın alacak bilinmiyor ama, asıl önemli olan şu: Bu bir kamu girişimi değil; özel teşebbüs girişimi. Kamu yararıyla da katiyen ilgisi yok. Ama üretimi sürecinde büyük miktarda kamu parası kullanıldı. İktidar değişiminden sonra yeterli satış olmazsa ne olacak? Köprü ve havalimanları gibi bütçe (yani vatandaşın vergileri) mi devreye sokulacak? Ama ne gam; bu 21. Yüzyıl zaten Türkiye Yüzyılı olacak.

Muhalefet?

Altılı Masa’nın hali malum. Şimdi Akşener yanına bir de takviye istiyor: Bağımsız Türkiye Partisi. Başkanı Hüseyin Baş.  2015 seçimlerinde "Milli ekonomi modeli ile 500 trilyon lira para basıp, herkese 5000 lira maaş" vaadinde bulunmasıyla hatırlanan merhum babası Haydar Baş’ın yerine geçti. Wikipedia’ya göre, parti Türkiye’nin AB üyeliğine karşı. 

***

Peki, iflah olmayacaklar?

Onlar seçime kadar tabii ki hak ettikleri muameleyi görmeye devam edecekler; muhtemelen artırılarak ve genişletilerek. İbret-i alem olması için. Bitmek tükenmek bilmez FETÖ ve PKK madenleri üzerinden. HDP’den sonra CHP milletvekillerine de fezleke gelmeye başlayan bir ülkedeyiz. 

Mesela, 5 yıldır tutuklu yatan Osman Kavala. Gidip de Gezi’de poğaça dağıtırsa böyle olur. Mesela, 6 yıldır tutuklu yatan Selahattin Demirtaş. Kalkar da “Seni başkan yaptırmayacağız!” derse böyle olur. AİHM her ikisinin de tutukluluğu için AİHS Md. 5’ten ve Md. 18’den, Demirtaş için ayrıca Md. 10’dan ihlal bulmuşmuş, AK Bakanlar Komitesi de bu kararların uygulanmaması nedeniyle Türkiye’ye yazmışmış, o kadar olur. 

Olur, çünkü 1999, 2001 ve 2002’de üç kez AİHM’ye başvurup 2003’te başbakan olunca bunları geri çeken, yani AİHM konusunda epey tecrübeli olan CB Erdoğan açık konuştu: 03.02.2022 Kavala kararında "Bizim mahkeme kararlarımızı tanımayanı biz de tanımayız". Daha önce 23.12.2020 Demirtaş kararında da “AİHM bizim mahkemelerimizin yerine geçecek şekilde karar veremez” demişti.

***

İsveç-Finlandiya’dan iadesini istediğimiz 33 kişilik listeye “PKK kontenjanından” dahil edilen ve uzun yıllardır devleti eleştiren neşriyatıyla tanınan Belge Yayınlarının sahibi Ragıp Zarakolu’nun durumuyla bitirelim şimdilik. 

Daha önce de 26.05.2022 tarihinde ayrıntısıyla yazmıştım, 23.12.2019’da İstanbul 3 no’lu ACM şu kararı vermişti: “… sanık Zarakolu adındaki kaçağın duruşmaya gelmesini sağlamak amacıyla Türkiye’de bulunan mallarına, hak ve alacaklarına el konulması talebinin kısmen kabul edilmesine, Zarakolu’na SGK tarafından yapılan ödemelere el konulmasına…”

Meşhur fıkra geliyor akla. Hani, şuran eğri demişler, nerem doğru demiş. 1) Zarakolu kaçak değil. Pasaportla çıkmış yurt dışına; 2) Kaçak olsaydı bile, emekli maaşlarına el konulamaz. Bu el koyma kararı hem mülkiyet hakkını hem de Anayasa Md. 5’teki “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları” ihlal ediyor; özellikle de bir emekli için.  

Ayrıca, el koyma, ceza davasının veya soruşturmanın sürüncemeye bırakılmadan sona erdirilmesi amacıyla sınırlıdır. Yasa uygulansa, istinabeyle (yabancı mahkemede) ifadesi alınır ve yargılama bitirilir. Ama böyle cezalandırmak tercih edilmiş.

Son olarak, araştıra soruştura vardığım sonuca gelip konuyu bağlayalım çünkü gerçekten başım dönüyor artık:

Zarakolu’nun birden fazla davası var. Bunlardan Özgür Gündem davasında beş ay yatıp 2012’de tahliye ediliyor ve ondan sonra defalarca pasaportla yurt dışına çıkıp dönüyor. Son çıkışında mahkeme, ifadesinin istinabeyle (İsveç’te) alınmasını kabul ediyor. 

Fakat bir başka davasına, KCK davasına bakan mahkeme istinabeyi kabul etmiyor; mutlaka dönüp burada bize şahsen ifade verecek, diyor. Ve kırmızı bülten çıkarıyor. Sanki iki ayrı ülkenin mahkemesi bunlar. 

Kırmızı bülten İsveç yargısı tarafından 18.12.2019’da reddediliyor. Bunun üzerine 3 No’lu ACM yukarıda sözünü ettiğim 23.12.2019 tarihli kararı verip Zarakolu’nun SGK emekli maaşına el koyuyor.

İade meselesi? Zarakolu yıllardır İsveç vatandaşı. Vatandaş iade edilmez.

Kafanız karıştı mı? Benim karıştı. Burası Türkiye.