Baskın Oran

Bu hafta AKP+MHP rejiminin kendini temize çıkarmak için İslam’ı ve hatta Allah’ı (ve arada da, halkı) aşağılama anlamına gelen sözlerini yazacaktım. 

Ama erteliyorum. Çünkü Tek Adam İktidarı, bütün bunları, haram olduğunu söylediği faiz kavramı üzerine bina ediyor. Önce faiz ve haram kavramlarına bakalım, sonra yine geliriz bunlara. 

*** 

CB Erdoğan, başına seçildiği Türkiye Cumhuriyeti’ni açıkça bir din devleti ilan etti: “Nas (Kur’an ve Sünnet kelamı) orada olduğuna göre sana bana ne oluyor? Olaya buradan bakacağız ve adımımızı ona göre atacağız (…) Neymiş efendim faizleri düşürüyormuşuz. Benden başka bir şey beklemeyin. Bir Müslüman olarak ‘nas'lar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim."   

CB Erdoğan burada Bakara Suresine (Türkçe anlamı: Boğa Suresi) dayanıyor. 

Dayanıyor da, bu Sure’de geçen ve yasaklanan kavramın adı faiz değil, riba. Dindarlık açısından bizim Rejim mensuplarını misliyle katlayan Dr. Ö. F. Gergerlioğlu’yla konuşuyoruz, riba “enflasyon değerinin üstü” demek. 7. Yüzyılda altın para kullanan Arap yarımadasında enflasyon yok, ama çok sıkışanlara riba’yla para verip iliğini kemiğini sömürenler var. Hz. Muhammed’in (622 Hicret sonrası) Cahiliye Dönemi Mekke baskısından kurtulup Medine’de duruma hâkim olduğu dönemin ürünü olan bu kesin hükümlü Sure onlardan bahsediyor. 

***

Bakara Suresinin indiği 7. Yüzyılda enflasyon yok ama, yine altın para kullanan Osmanlı’nın en güçlü olduğu Kanuni döneminde (padişahlığı: 1520-1566) yani 16. Yüzyılda doludizgin var. Prof. H. İnalcık, Prof. Ş. Pamuk, Prof. M. Akdağ, Dr. A. Demir ve F. Braudel’den özetleyen bir Müslüman’ın, Taha Akyol’un 27.08.2014 tarihli Hürriyet yazısından alarak vereyim: 

Osmanlı’da mebzul miktarda gördüğümüz enflasyon, bugün günah keçisi yapmaya bayıldığımız bir kavram olan “dış mihraklar”ın azdırdığı bir ortam yüzünden var.

Avrupa 16. Yüzyıl başında merkantilizme (denizaşırı ticaret kapitalizmine) geçmiş. G. Amerika kolonilerinden yağmalanan altın-gümüş gemi yüküyle geliyor. Şirketleşen ve 18. Yüzyıldaki sanayi kapitalizmine yürüyen Avrupa tüccarı Osmanlı’nın hammaddelerini ucuz ucuz satın almaya koyulunca (Edirne’de Bulgarlar, Iğdır ve Artvin’de Gürcüler?) tipik bir enflasyon ortamı oluşuyor: Mal miktarı azalıyor para miktarı çoğalıyor. 

Osmanlı’nın hammadde ihracatını yasaklaması çare olamıyor çünkü delik-deşik sınırlardan kaçakçılık başlıyor. Zavallı Osmanlı içki ve sigaranın KDV’sini %47,39 artırmak türünden çözümleri de akıl edemiyor. Zaten etse, alkolden zehirlenmeler başını alıp gidebilir.

(İlave edelim: Daha önce Osmanlı’nın üzerinden kervanlarla geçen ve refah getiren ipek, baharat vs. ticaret yolları 15. Yüzyıl sonundan (Amerika’nın keşfi: 1492) itibaren okyanuslara kaymış, bu yollardan sağlanan gelir çok azalmış. 1648 Vestfalya Antlaşmasıyla mezhep savaşlarını bitirmiş olan Avrupa’yı “gaza” adı altında her ilkbaharda kolayca yağmalamaya çıkmanın artık mümkün olamamasının yanı sıra, Osmanlı’nın Kanuni’den hemen sonra çökmeye başlamasının bir sebebi de bu). 

Kanuni’den devam edelim.

***

Ne yapıyor Kanuni? Ekonominin kitabını yazmadığından, Bakara Suresini duymadığından (ve ayrıca herhalde gavur olduğundan) olacak, ferman çıkartıp ihtiyaç sahiplerine %12 faizli krediyi yasallaştırıyor. Yine Bakara Suresini duymamış (ve ayrıca herhalde gavur) olan Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin fetvasıyla. Yani özetle söylemek gerekirse, 7. Yüzyıl Arap yarımadası koşullarında getirilmiş ekonomi kuralını 16. Yüzyıl ekonomik koşulları içinde fena halde ihlal ediyor Kanuni. 

Fıkıhta (İslam hukukunda) “istihsan” (kamu yararı gözeterek iyileştirme) adı verilen bu faiz işinin Osmanlı’da izlediği süreç özetle şöyle:

Ticaret yolları kesildiği için daha Fatih zamanında (padişahlığı: 1451-1481) başlayan bu para (kredi) ihtiyacını, çoğunluğu bürokrat olan zenginlerin kurduğu para vakıfları (vakfu’n-nukûd yani nakit vakıfları) sağlamakta. 

Ama bunun adı faiz değil. Mesela parası olandan 1.000 lira kredi alıyorsun, bunun faizi olan 120 lira alınan malın bedeli olarak gösteriliyor ve bu işleme “muamele-i şer’iyye” deniyor. (Bugün “katılım bankacılığı” denilen, ayrıca yine mecburiyetten ilan edilen “Kur Korumalı TL Mevduatı” gibi bişey). Şeriatı ekonomi gibi kendi kesin/rasyonel kuralları olan bir alanda temel aldığın takdirde hile-i şer’iyye’ye başvurman kaçınılmaz.

Ebussuud Efendi fetvasının sebebi: Bir önceki Şeyhülislam Çivizade, herhalde ekonominin kitabını yazdığından ve sıkı Müslüman olduğundan, para vakıflarını haram ilan ederek Kanuni’ye yasaklatmış. Bunun üzerine, ekonomi ve özellikle de bu vakıfların faiz gelirleriyle beslenen hayır kurumları çökmeye başlamış. Sonuçta tefeci faizleri %30’a kadar çıkıyor (aman Allah, ne oranmış o öyle!). 

İmparatorluğun son döneminde geçerli üç akımdan İslamcılık’ın simgesi olan Sultan II. Abdülhamid (padişahlığı: 1876-1909), ekonominin kitabını yazmadığı (ve ayrıca herhalde gavur olduğu) için, haram olan faizin oranını 1887 tarihli Murabaha Nizamnamesi’nde %9 olarak ilan edecek. 

Ve aslına bakarsanız yeni bişey yapmış olmayacak. Çünkü her malın fiyatı varken (özellikle de paranın kıt olduğu durumlarda) sermayenin/paranın fiyatının (faiz) olmaması sadece ekonomi dışı değil aynı zamanda mantık dışı. Ticaretin olmazsa olmazı olan faizle para vermeyi düzenleyen ilk nizamnamenin tarihi Osmanlı’da 1848. Bilinen ilk Murabaha Nizamnamesi’nin tarihi 1851. 

Ardından çıkarılan 1864 tadil nizamnamesinde aylık faizin %1’i aşmaması öngörülüyor. Zaten, işi kitabına uydurmak (yani 7. Yüzyıl Arap yarımadası ekonomi kurallarına sadık kalıyor gözükmek) için girişilen yok faizdi, yok ribaydı, yok murabahaydı tartışmaları III. Selim zamanından (padişahlığı: 1789-1807) itibaren terk edilmiş.

Bütün bunlar, bugün ekonomiyi idare eden (yani edemeyen) “Faiz sebeptir, enflasyon netice” vecizesine çok ciddi ışık tutuyor. Hele de bunca Osmanlı tecrübesinden sonra girişilen ve tüm geri tepmesine rağmen şu anda inatla devam ettirilen uygulamalar babında. 

***

Faiz’in cemaziyülevvelini böylece gördükten sonra devam ederiz bugünkü vaziyetlere. Yani 7. Yüzyıl koşullarında getirilmiş ekonomi kurallarının 21. yüzyıl koşullarındaki durumuna. Hangi yüzyılda olursa olsun getirilmiş inanç ve ibadet kurallarına bilmem kaç yüzyıl sonra devam etmek çok doğal, ama ekonomik kurallar için aynı şeyi söylemek çok zor. Zaten kolay olsaydı, kutsal metinleri bunca yüzyıl fetva vs. adı altında yorumlamaktan ekmek yiyen “müfessir”lere gerek kalmazdı.

Sağ ve salim kalırsak bu hengamede, en baştaki paragrafta söylediklerimi ele alırız. Kalırsak, çünkü sırf iç politika nedenleriyle ekonominin uluslararası babalarını palavra ilan eden Tek Adam Rejimi için hayat-memat meselesi olan yıla girmiş bulunuyoruz.