Baskın Oran

AKP kötü gidiyor. Ekonomide, iç politikada, dış politikada. Her yerde ve herkes için fevkalade tehlikeli. Erdoğan bu gidişi engellemek için şu anda en az dört şey yapmayı deniyor: 

1) Doğru olmadığını AKP’lilerin bile kabul ettiği, mesela Gezi’de cami yakılması gibi iddiaları tekrarlamak; 2) “Bay Kemal”in yükseldiğini görüp, mesela otomotiv ÖTV’de onun repliğini çalmak; 3) Yandaşlarının uzaklaşmakta olduğunu görüp, “yanlış varsa düzeltiriz” türünden gönül almaya girişmek; 4) İç ve özellikle dış politikada milliyetçi dikleşme yöntemiyle yandaşlarını yanında tutmaya çalışmak. 

Erdoğan iki şey yapabilir: 1) Bu gidişin kendisi için de tehlikeli olduğunu görüp partinin ilk 4 yılında olduğu gibi mantık ve hukuka geri dönebilir; 2) Bu gidişi, seçim ortamında oy alırım diye daha da sertleştirebilir. 

Fazla kalmadı; göreceğiz. “İçeriden eleştiri” kral çıplak demek ve Kur’an ayetleri okumak gibi çok ürkekçe de olsa, bi başladı mı bitmiştir zaten. 

***

Ekonomiyi hiç karıştırmayalım çünkü AKP+MHP o açıdan öyle bi duruma soktu ki ülkeyi, kısa sürede düzelmesi imkansız. 

İç politikada iktidarın tek bildiği: Baskı, Yasak, Müdahale. Komik ölçülerde: 

Erdoğan’a “böyle bir Japon atasözü yok” diyen Japon gencinin ikamet uzatmasını reddetmeler. 1983 Pulitzer Ödüllü sahibi Alice Walker’ın, siyahi bir kadının erkek egemen bir dünyada yaşadığı baskıları anlatan “Renklerden Moru” isimli kitabını halk kütüphanelerinden kaldırtmalar. Demirtaş tişörtü giyen çocuk ve annesini gözaltına aldırmalar. Demirtaş’ın ismini taşıyan kitap ayracını “cezaevi güvenliğine tehdit” gerekçesiyle tutukluya vermemeler.                

Komik bile değil, trajikomik şeyler var: 

AYM ve AİHM kararlarını buruşturup atmalar. O. Kavala ve S. Demirtaş’ı hâlâ içeride tutmalar. Türkiye’nin TBMM kararıyla katıldığı İstanbul Sözleşmesi’nden Erdoğan’ın tek imzasıyla çekilmeler; hepsi malum. Ama ayrıca, İstanbul’da Musevi mezarlığını tahrip eden, Trabzon’da da İmamoğlu’nun aile mezarlığına gamalı haç çizenlerin, her iki durumda da “11 ila 15 yaşındaki çocuklar” olduğunun keşfedilmesi var. 

Bi de, tabii, zurnanın zırt dediği delik var: İktidar istediği habere erişim yasağı getirtiyor, sonra da o yasak haberine erişimi yasaklatıyor. 1950’lerin sonunda DP haber yasaklardı, sonra da yasaklama kararının yayınlanmasını yasaklardı. 

***

Dış politikada el alemin ağzına sakız olduk. Tek bir olay yeter: Türkiye, Irak Zaho’daki turistleri top ateşine tutup 9’unu öldürmekten sorumlu tutulmakta.

Üst düzey bir Iraklı yetkili, “Irak’ta bu tür toplara sahip silahlı güçler yok. Zaho’yu vuran T-155 Panter obüsleri sadece Türkiye’de var” dedi. Amerika’nın Sesi VOA “Zaho’ya saldırı Türkiye tarafından yapıldı” haberini verdi. Almanya saldırıyı kınadı. Irak, İran, Mısır, Suriye, Arap Birliği şiddetle kınadı. BM Güvenlik Konseyi Irak’ın toprak bütünlüğüne vurgu yaparak saldırıyı “en güçlü biçimde” kınadı. 

Bunlara cevap olarak T.C. Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye sivilleri hedef alan her türlü saldırının karşısındadır. Biz yapmadık, aydınlatmaya hazırız” dedi. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu bozacı ile şıracı anekdotunu anımsatan bişey söyledi: “TSK'dan aldığımız bilgiye göre sivillere yönelik herhangi bir saldırımız olmamıştır”.

TBMM Başkanı Prof. M. Şentop epey ikircikli konuştu: "Teröristlerin yapma ihtimali yüksek bir eylem olarak gözüküyor bu". AKP Parti Sözcüsü Ö. Çelik, Çavuşoğlu’nun “aydınlatmaya hazırız” sözünü havada bırakmadı: “PKK yaptı”. Ve hemen genel başkanı tarafından desteklendi: “Bu terör örgütlerinin bugüne kadar alışılmış olan eylemlerinden biridir. Dert, Irak ve Türkiye arasındaki olumlu ilişkileri bozmak”. 

***

Peki, bu durumlara ve “içerden” başlayan eleştirilere karşı Erdoğan ve AKP kurmayları ne yapıyorlar? Kendileri için en kolay ve tehlikeli yöntemi seçiyorlar: Bi yandan sertleşmeyi artırırken diğer yandan kendi kendilerini övüyorlar. Bir-iki örnek:

Milli Eğitim Bakanı M. Özer, uzmanların “çöktü” yorumunu yaptığı eğitim hakkında, “Son 20 yılda devrim yaptık” dedi. Ulaştırma Bakanı A. Karaismailoğlu, "Dünyanın en gelişmiş ülkeleri bile büyükelçilerini bize göndererek bu projeleri nasıl yaptığımızı bizlere soruyorlar'' dedi. Adalet Bakanı Bozdağ, “Türkiye AİHM kararlarına en yüksek oranda uyan ülkedir” dedi. Bahçeli, 15 Temmuz anmasında konuştu: “Az kalsın Türkiye Cumhuriyeti tarih sahnesinden silinecekti; sayın Erdoğan’ı tanıtınız, anlayınız, anlatınız”. 

***

AKP’li dostlara diyeceğim ama, onlar zaten biliyorlar: Bu işin böyle gitmesi imkansız. Çünkü, her şeyden önce, Yargı sonunda uygulamaya başladı hukuku, ufak ufak. Son bir aydan bikaç örnek:

İdare Mahkemesi, Heybeliada Sanatoryumu’nun Diyanet’e tahsisini oybirliğiyle iptal etti. Danıştay, İçişleri Bakanlığı’nın AKP’li başkana soruşturma izni vermeyi reddini iptal etti. Bilal Erdoğan’ın derneği TÜGVA, İBB’ye açtığı tahliye davasını kaybetti. AYM, Kılıçdaroğlu’nun YSK eleştirisinin ifade özgürlüğüne girdiğine karar verdi. Yine AYM, 2011’deki bir eylemde "PKK lehine slogan atılması" gerekçesiyle S. Demirtaş’a dava açılmasını “hak ihlali” saydı. 

İdare mahkemeleri YÖK kararlarını iptale başladı: Can Candan’ın Boğaziçi’nden Rektör İnci tarafından atılması, iki akademisyenin Nişantaşı’ndan atılması, yine Boğaziçi’nde rektör oluruyla genel sekreter tayini.  

Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar’ın, bir SİHA haberi nedeniyle hem gazeteye hem de haberi yapan Sedat Yılmaz’a açtığı tazminat davası düştü. 15 Temmuz’da tutuklanıp müebbet verilen 66 öğrencinin kararları bozuldu ve tahliyeler başladı. 

Yargı, Kürtlere baskı durumlarında da konuşmaya koyuldu. AYM, F. Yüksekdağ’ın seçilme hakkının ihlal edildiğine karar verdi. İstinaf Mahkemesi, Kürtçe bir oyunun yasaklanmasını anayasanın temel ilkelerine aykırı buldu. 

Hatta, belki hepsinden anlamlısı, Erdoğan meşhur hakaret davalarını kaybetmeye başladı. Plastik mermiyle bir gözünü kaybeden kişinin sosyal medyada Erdoğan’a “katil ve hırsız” demesini Yargı, “Fiilen bir cumhurbaşkanın hırsızlık yapmayacağı ve insan öldürmeyeceği açıktır. Mağdura (cumhurbaşkanına) yönelebilecek yakın bir tehlike de söz konusu değildir” diyerek akladı. Erdoğan, Kılıçdaroğlu’na açtığı 1 milyon TL’lik davayı da kaybetti. AİHM eksik kaldı diyecek olursanız, Osman Kavala için 2019'da verilen tahliye kararının uygulanmaması nedeniyle Türkiye'nin AİHS'nin 49. maddesini ihlal ettiğine hükmetti. Karara sadece Türk yargıç Saadet Yüksel’in karşı oy kullanması da ibretlikti. 

***

Bu yargı kararlarını tercüme etmek lazımsa, geçen ay da yazmıştım: Bu ülkede bürokrasi ve özellikle de Yargı devletin başında kimler varsa onlara sıkı uyum sağlar. 

Ama aynı zamanda da, herkesten iyi koku alır. Eğer Yargı hak ve hukuku daha AKP iktidardayken uygulamaya koyulmuşsa, seçimi kaybettikten sonra neler olacağını tahmin zor olmasa gerek. Onun için söyledim yazının başında: “Parti çok kötü gidiyor. Partililer engellemelidir bunu” dedim. 

Her şeyden önce kendileri için söyledim.