Baskın Oran

Tek Adam Rejimi, Suriye’nin kuzeyini adını koymadan ilhak etmiş vaziyette. Ne kadar sürer bilinmez, fakat durum malum. Ama Türkiye’de şu anda herkesçe malum olmayan başka bir durum var: Bugüne kadar biz Türkiyelilerin büyüklük kompleksimizi tatmin aracı (yani manevi koloni) olarak kullandığımız KKTC’yi artık CB Erdoğan “adı konmamış ilhak”a götürüyor. KKTC yerine KKEC yani Kuzey Kıbrıs Erdoğan Cumhuriyeti oluşmakta.

***

Yöntemin uygulanması basit: KKTC’deki yönetime Ankara’dan başka siyasi dayanağı olmayan kişileri getirmek. Dolayısıyla, KKTC siyasetinde Ekim 2020’den beri titizlikle uygulanan bir “model” var: 

a) İki toplumlu ve iki bölgeli federasyon çözümü arayan Mustafa Akıncı’nın yerine, (TC’de vatandaş yapılan Suriyeliler gibi) vatandaş yapılmış Türkiyelilerin blok etkisiyle "Türkiye’nin adamı” olarak Ersin Tatar cumhurbaşkanı seçtiriliyor; 

b) Erdoğan’a biat konusunda kendini kanıtlamış birileri saptanıyor ve E. Tatar onu başbakan yapıyor; ardından da bu kişi parti başkanlığına getiriliyor. Yani, Kıbrıslı gazeteci Hasan Kahvecioğlu’nun deyimiyle istim arkadan geliyor.

***

Mülkiye’de okurken iki yıl ara verip mücahitlik de yapmış olan Kıbrıslı tecrübeli gazeteci Metin Münir yazıyor: “[Türkiye’dekine benzer bir düzen] yürütmenin egemen ve keyfî olduğu, yargı bağımsızlığının olmadığı, medyanın yürütmenin kontrolü altında bulunduğu, dinin ağırlığını hissettirdiği bir düzendir. Bunun için UBP’nin tamamen ele geçirilmesi lazım. Sonra adı konmamış bir ilhak gerçekleştirecek ve KKTC Türkiye’nin adı ilan edilmemiş bir ili olacak.” 

M. Münir’in bu iddialarını test edelim. 14.04.2022’de Ankara'da imzalanan “İktisadi ve Mali İşbirliği Anlaşması", adına hiç bakmayın, şöyle diyor: “İşbu Anlaşmanın uygulama ve yürütülmesinde, Ek-1’deki ‘TC ve KKTC İşbirliği Çerçeve Belgesi’ esas alınır.” Bu Ek-1’i okuyalım. Maddelerin yanlarına parantez içinde yorumlarımı yazacağım:

***

“Din hizmetlerinin kurumsal bir çerçevede, tek çatı altında, devlet tüzel kişiliği içerisinde daha etkin bir biçimde verilmesi sağlanacak.” (TC’deki Diyanet İşleri Başkanlığı KKTC’ye klonlanacak.)

“Sendikal faaliyetler dışında sendikaların kuruluş amaçlarını aşan siyasi, ideolojik faaliyette bulunmaları önlenecek. Toplu iş sözleşmeleri süre bitiminden sonra artık otomatik olarak uzamayacak.” (Çalışanların susturulması, susmazlarsa içeri atılması.)

“Toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkının kullanımına ilişkin kurallar düzenlenecek ve bu konuda her iki devletin İçişleri Bakanlıkları sorumlu olacak.” (Hak kısıtlamalarını protesto için sokağa çıkanlar içeri atılacak ve bu konuda TC İçişleri Bakanlığı da yetkili olacak.)

“Basın İlan Kurumu’nun tecrübe ve bilgi birikimi KKTC’ye aktarılacak ve medya destek sistemi de dahil olmak üzere basın mevzuatı güncellenerek güçlendirilecek.” (Muhalif basına resmî ilan verilmeyecek.)

“Milli para olan TL’nin ve milli ödeme sistemlerinin kullanımı yaygınlaştırılacak”. (Oysa Türkiye, TL kullanımı üzerinden oldum olası enflasyon ihraç etmiştir KKTC’ye. Üstelik, adada muhalefet sürekli tekrarlıyor: İstikrarlı para birimine geçmeli ve TL’nin yıkıcı etkilerinden kurtulmalıyız.)

“Mülkiyet edinilmesindeki kısıtlamalar azaltılacak. Vatandaşlığa kabul şartları kolaylaştırılacak” (Kimler için? TC vatandaşları? Suriyeliler? Katarlılar?)

“KKTC elektrik sektörü yeniden yapılandırılacak.” (Devletin elindeki üretim ve dağıtım da artık özel şirketlere verilecek ve sonuçta sürekli elektrik zamları gelecek.) “Ülkenin maden potansiyeli değerlendirilecek ve ekonomiye kazandırılacak.” (TC’nin üretim alanlarını deşip köylüleri deli eden maden şirketleri şimdi Adayı deşecekler.) “KKTC'nin liman altyapılarıyla ilgili yürütülecek çalışmalara katkı sağlanacak.” (Kalan limanlar da özelleştirilecek.)

“KKTC’nin iç güvenliği alanında somut ve etkin işbirliği sağlanacak.” (KKTC’nin yönetiminden tamamen TC Lefkoşa Büyükelçiliği sorumlu olacak.)

“Üçüncü ülkelerin ve sivil toplumun, sosyal medyanın TC aleyhine dezenformasyon çalışmaları bertaraf edilecek.” (TC’deki baskıları yazan, çizen, konuşanlar tıpkı TC’deki gibi içeri atılacak.) Buna ilişkin epey ilginç bir haber: Ankara 63. Asliye Ceza Mahkemesi, KKTC’li gazeteci Şener Levent’i KKTC’de yayınlanan günlük Avrupa gazetesindeki bir karikatür nedeniyle ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçundan 1 yıl hapse mahkum etti. Cumhurbaşkanı derken, R. T. Erdoğan. Gazeteci, aynı davadan KKTC’de 2019’da beraat etmişti. 

***

Bu 14.04.2022 anlaşmasının hemen ardından yeni hükümet Meclis’e 3 tasarı yolladı: 1) Ceza kanunu; 2) Özel Hayatın ve Hayatın Gizli Alanının Korunması kanunu; 3) Müfsidane [fesat sokucu] Yayınlar kanunu. KKTC’ye başkanlık sistemi, baskı, hukuksuzluk ve otoriter rejim ithal etmeyi amaçlayan bu tasarılar hakkında fikir verecek bikaç küçük bilgi: 

“Yasaklanmış yayın” ifadesi yasalara ekleniyor. “Cumhurbaşkanından hoşnutsuz olmak” suçu getiriliyor. Sosyal medyada TC Cumhurbaşkanı’nı eleştirmek “iki ülke arasındaki dostluğu ve huzuru bozmak, soğukluk yaratmak” diye nitelenebilecek. Kıbrıs’ta “çözümü” savunmak, “KKTC’nin egemenliğine, devlete karşı nefret uyandırmak, hoşnutsuzluk ve soğukluk yaratmak” diye tarif edilebilecek. (Zaten, bu 14 Mart Tıp Bayramı’nda TC’den gelen TTB ikinci başkanı Türkiye’nin sağlık sorunlarını anlatırken, CB E. Tatar oturduğu yerden bağırdı: “Türkiye’nin bu konularını burada konuşamazsınız, kendi meselenizi orada konuşun.”) Suç unsuru taşıdığı düşünülen her türlü iletiyi “herhangi bir yöntemle” yayımlayan ve/veya tekrar yayımlayan herhangi bir kişi suç işlemiş olacak. Cezalar 1 ila 5 yıl arası. 

***

Bu klonlamalar Ada’da başarılı olabilir mi? M. Münir şöyle yazıyor: “Kıbrıs Türk halkının yüzü, hangi partiye oy verirse versin, Batı’ya dönüktür. 110.000’den fazla Türk’ün Avrupa Birliği kimliği var ki bu, yetişkin nüfusun tamamına yakındır.” Ben daha köşeli ifade edeyim: 

1) TC’nin normale dönmesinde sadece CB Erdoğan’a güveniyorum çünkü tadını çoktan kaçırdığı aşırılıklar ülkemize aşı oldu; bi zamanlar bazılarının özlemle andığı Siyasal İslam bundan sonra ebediyen bit-miş-tir.

2) KKTC’yi KKEC’ye dönüştürme çabalarının hüsrana uğrayacağı hususunda ise, hele de Diyanet ön plana çıkarıldığında, 1878’de başlamış İngiliz etkisine güveniyorum. Çünkü emperyalizmin iki yüzü vardır: a) İliğini kemiğini sömürür; b) İnsan hakları taşır. (Mesela Hindistan’da suttee yani ölen kocayla birlikte karısının da yakılması geleneğini İngiltere ortadan tamamen kaldırmıştır.)