Resmi istatistiklere göre şu anda ülkemizde geçici koruma statüsünde 3 milyon 684 bin Suriyeli sığınmacı var. Bu sığınmacılar arasında yaşları 0 ile 9 yaş arasında olan 1 milyon 66 bin çocuk da bulunuyor (1). Bu çocukların çok büyük bir bölümünün Türkiye topraklarında doğduğu ve kendi anavatanlarını hiç görmemiş olduklarını tahmin edebiliriz. Suriyelilerin yanı sıra 173 bin Iraklı, 116 bin Afganistanlı ve 27 bin İranlı da ülkemize sığınmış durumda (2). Varlıklarını hepimizin gördüğü ve bildiği Afrikalı göçmenlerin sayısını ise hiçbir yerde bulamadım.

Türkiye'nin 2020 yılı sonu itibariyle toplam nüfusunu 83 milyon 614 bin. Bu sayının içinde (2019 yılı sonuna kadar vatandaşlık hakkı verilen 119 bin Suriyeliye de dahil. Bütün bu sayıları dikkate alarak şu anda Türkiye'de 87 milyon 615 bin kişini yaşadığını ve nüfusumuzun % 4,93'ü kadar yabancının ülkemizde yaşamakta olduğunu -yaşanan demografik değişimin büyüklüğünü anlamak için Türk vatandaşlığı kazanmış olanları da ihtiyaten dahil ederek- söyleyebiliriz.

Cumhurbaşkanımızın ters bir yanımız yok diyerek benimsediği Afganistan'daki totaliter dinci bir rejim kurmaya hazırlanan Taliban'dan kaçan yüzbinlerce ve belki de milyonlarca Afgan mülteci ile birlikte bu oranın hızla artma ihtimali de devam ediyor.

Karşılaştırma için Almanya'yı ele alalım. Almanya'da 2020 yılı sonu itibariyle nüfusunun % 2’sine karşılık gelen 1,77 milyon sığınmacının bulunduğunu söyleyelim. (Dipnot: Bu sığınmacılar arasında 2016 yılında gerçekleşen rejim değişikliğinin ardından ülkeyi terk eden on binlerce Türk vatandaşının bulunduğunu da belirtelim.) Yani size söylenenin aksine Almanya gibi Avrupa ülkeleri de ciddi bir sığınmacı yükü altında bulunuyorlar. Üstüne üstlük bu sığınmacılar bizde olduğu gibi onlarla aynı kültür alanına ait de değiller.

Ev sahibi olarak durumumuz

Türkiye'nin orta büyüklükte bir ülke olarak bu % 5'lik nüfusun yaratacağı demografik etkiyi uzun vadede kaldırabileceğini söyleyebiliriz. Hititlerden beri Ortadoğu ve Balkanların önemli güç merkezlerinden olan Anadolu nüfusunun tarih boyunca Orta Asya'dan, Orta Doğu'dan, Kafkasya'dan, Balkanlar'dan olmak üzere sürekli göç aldığını ve bugünkü nüfus yapısında bu göçlerin büyük etkisi olduğu bir sır değil. Son gelen göçler de bir yüzyıl içerisinde daha öncekiler gibi Anadolu gen ve kültür havuzunda yerlerini alacaklardır.

Ancak kısa ve orta vadede bu kadar büyük bir nüfusun mevcut sosyal kurguya ciddi bir yük bindireceği, mevcut toplumsal fay hatlarını daha ayıracağını ve yeni toplumsal fay hatları oluşturacağını da görmemiz lazım.

Kendi kendini üreten ve/veya bir devlet tarafından oluşturulan toplumsal yapılar, kendilerini dönemsel olarak şöyle veya böyle bir denge içinde hissederler. Aslında Anadolu ve çevresindeki zengin kültürel alandan insan topluluklarını bünyesinde barındırdığı için çok toplumlu ve çok kültürlü bir yapısı olan Anadolu'da son 120 yıldır tek bir millet oluşturma projemiz devam ediyor. Türk, Müslüman ve Sünni olarak kısaca tanımlayabileceğimiz bu yeni millet tanımı Aleviler ve Kürtlerle yaşanan sorunlara rağmen kavga, dövüşle de olsa bir şekilde bir iç dengeye sahipti.

Yeni gelen nüfusun % 5'ini oluşturan ve Afganistan'ın dinci bir rejimin eline düşmesiyle artmasını beklediğimiz göçmen, mülteciler kısa ve orta vadede işte bu denge hissini bozan bir etki üretiyor. Yerleşik nüfus bozulan dengenin de etkisiyle kaçınılmaz olarak tedirgin ve rahatsız oluyor.

Ötekiler olarak göçmenler

İster ekonomik, ister şiddet sebebiyle olsun nüfus hareketleri, göç ettikleri toplumdaki dengeleri her zaman sarsmıştır. Ancak insan grupları kendilerini "ötekilik" ya da bir başka ifade ile kimleri kendilerine ne kadar uzak hissettikleri üzerinden tanımlarlar. Ötekilik kavramı hakkında daha fazla bilgi isteyenler Ötekilik ve Avrupa Birliği'ne etkisi hakkında yazdığım makaleme göz atabilirler (3). Kendi aralarında ne kadar çatışma ve ayrılık yaşıyor olsalar da yerleşik toplumda yaşayan insanlar her zaman sonradan dışarıdan geleni "öteki" ve yabancı sayarlar ve buna karşı bir reaksiyon geliştirirler. Bir topluma sonradan katılanlar bir veya iki nesil içerisinde yerleşik nüfus tarafından daha az "öteki" sayılırlar ve yerleşik nüfusun bir parçası haline gelirler. Yerel nüfusun hâkim dilini konuşmayı öğrenirler, yerel nüfusun işleyişini oluşturan örfü ve adetleri öğrenirler, meslek sahibi olarak toplumda rol ve sorumluluk üstlenirler vs. Ve daha önceden gelenler her zaman en son gelenleri "öteki" sayarlar. Bir toplumun tamamının belirli bir grubu en fazla "öteki" sayması, daha az da "öteki" sayılanlar arasında bir rahatlama da yaratır. Zira "öteki" sayılmak pek hoş bir şey değildir. Dışlanma ve kötü muamele getirir.

Bu bağlamda resmi rakamları 4 milyonu geçen Türkiye göçmenlerinin aralarında eski ve daha az "öteki"ler de dahil olmak üzere bütün bir Türkiye toplumu tarafından en az sevilen, en çok rahatsız olunulan, en fazla dışlanılan ve en az görülmek istenen "ötekiler" sayıldıklarını kolaylıkla söyleyebiliriz. Bu "ötekilik" duygusu zaman zaman yoğun göçün demografi, ekonomi, kültür üzerine etkilerinden kaygılanan rasyonel sebeplere dayansa da toplumun genelinde rasyonalitenin değil kültürel, ırksal ve dini farklıklardan kaynaklanan duygusal bir tepki olduğunu da görmek lazım.

Göç üzerine yapılan çalışmalar genellikle göç eden nüfusun yaşadığı zorluklar, uyum problemleri vs. üzerine odaklandığından yerel ve ev sahibi topluluğun bu tür duyguları ve hissettikleri etkiler üzerinde az sayıda çalışma bulunmaktadır. Ev sahibi nüfusun kabul ettiği iç dengesini bozan, kaynak dağılımını değiştiren, kültürel etki yaratan göç hareketlerine gösterdiği tepkiyi de anlamak bilimsel yaklaşımın bir gereği olsa gerek. Bir toplantıda yaptığım Suriyeli göçmenleri de anlamamız gerektiği, göç hareketlerinin bugüne kadar çok büyük bir çoğunlukla göç eden nüfusun evine dönüşüyle sonuçlanmadığı gibi yorumlarım üzerine, emekli imam olduğunu söyleyen bir beyefendi tarafından "hümanist" olmakla suçlandığım da bu duygusal tepkinin büyüklüğünü ilk elden anlamamı sağlamıştı.

Ev sahibi nüfusun bu konuda ki kırılganlığı ve "ötekilik" üzerinden geliştirdiği duygusal tepkiler, iktidar olsun muhalefet olsun toplumsal sorun çözme iddiasındaki siyasi partileri dahi popülist ve bazen yabancı düşmanı söylemlere itebiliyor. Bu netameli konuda söz söylemeye çalışmak ve toplumun arzu ettiği kadar "ötekilik" kalıplarının dışında kalarak konuşmak pek de kolay olmuyor haliyle.

Göç Uzun Vadede Yararlıdır

Ev sahibi toplumun ve genel olarak Türkiye kamuoyunun kaygılarını anlamakla beraber, "hümanist" ilan edilmeyi ve ötekileştirilmeyi de göze alarak, kendimi hoş göstermek veya oy toplamak gibi kaygılarımın da bulunmamasına güvenerek göçmenler konusunda kendi görüşlerimi ve duruşumu paylaşabilirim. Söylediklerim doğru olmasa bile her birinizin zihninde yürütmekte olduğu tartışmaya yeni boyutlar kazandırabilir ümidindeyim. Sonuçta hakikat güneşi fikirlerin çatışmasından doğmuyor mu?

Şahsi görüşüm, uzun vadede göç hareketlerinin toplumların kültürel ve genetik çeşitliliğine katkı yaptığı ve harekete geçirdiği toplumsal dinamikler sayesinde ev sahibi topluluğun canlılığına katkı yaptığı yönündedir. Türkiye'yi Anadolu ve çevre ülkelerin on binlerce yıllık mirası ile zenginleştiren göç hareketleri olmasa bugünkü Türkiye toplumundan da bahsedemezdik. Uzun vadedeki bu faydalarını görüyor olmamın kısa ve orta vadedeki sorunları göz ardı ettiğim anlamına gelmediğini ifade edeyim. Daha sonra bu sorunları birlikte tartışabiliriz ama önce mevcut Suriyeli göçü hakkında etik ve ahlak bakımından bazı sorumluluklarımızın altını çizme ihtiyacı hissediyorum.

Arı kovanına Çomak Sokmak

Suriye'de 1963'te kurulan otoriter Baas rejiminin kötülüklerinden, baskıcılığından, işledikleri insanlık suçlarından bahsetmeye gerek görmüyorum. Bir zamanlar Orta Doğu'da bir demokrasi adası olan ve ne yazık ki Orta Doğu'nun ve Asya'nın lider kültü altındaki otoriter rejimlerine benzemeyi marifet sayan mevcut Türkiye yönetiminin içine düştüğü ikilemden de bahsetmeyeceğim. Bunlar farklı yazıların konusu.

Ama siz sevgili yurttaşlarıma hatırlatmak isterim ki Suriye'nin bugün içine düştüğü krizde, iç savaşta, yok edilen milyonlarca can da ve ülkelerini terk eden milyonlarca Suriyelinin başına gelenler de ülke olarak ahlaki sorumluluğumuz var.

Şam'da birkaç ay içinde Cuma namazı kılma hayalleri, Suriye rejiminin biraz dış zorlama ile çökeceğine ilişkin öngörüsüz beklentiler, dönemin Obama yönetimi ile beraber soyunduğumuz macera, muhaliflere verdiğimiz maddi ve manevi örtülü ve açık destekleri bir bütün olarak düşündüğümüzde ülke olarak şu anda ev sahipliği yaptığımız milyonlarca Suriyelinin evinin yıkılmasında, ailelerinin katledilmesinde ve yurtlarının yerle bir edilmesinde bir sorumluluğumuz olduğunu kabul etmeliyiz. Bir komşu ülkenin ülkemizin bir bölümünün kontrolümüzden çıkmasını sağlayacak şekilde ayrılıkçılara maddi destek sağladığını, resmi görevlilerinin bunu sağlamak için sınırlarımız içinde fink attığını, ayrılıkçılara silah desteği sağladığını ve bir ayrılıkçı ordusu kurduğunu, ayrılıkçıların bir gölge hükümet kurmalarına izin verdiğini hayal edin. Ne kadar rahatsız edici olurdu. Değil mi?

Sorumluluğu Üstlenecek miyiz?

Eski sömürgeci ulusların şimdi bünyelerinde yaşayan milyonlarca Kuzey Afrikalı, Afrikalı, Hindi Çinli göçmen konusunda şikâyet etmeye ne kadar hakları var? Eğer Fransa Cezayir'i yüz yıl boyunca işgal etmeseydi, milyonlarca Cezayirli bugün Fransa'da göçmen olarak yaşıyor olur muydu? Onu bunu suçlamak gibi bir kaygı olmadan çok kısaca şunu söyleyebiliriz, arı kovanına çomak sokarsanız, bunun yaratacağı sorunların üstünüze gelmesine şaşırmamalısınız.

Türkiye, Suriye kovanına çomak sokmuştur ve bugün bunun sonuçlarını yaşamaktadır. Eğer etik ve/veya ahlaki bir kaygınız varsa ülkemizde yaşayan ve normal şartlarda akıllarından kendi yurtlarını terk etmeyeceklerini bildiğiniz ve "öteki" saydığınız bir Suriyeli gördüğünüzde ona kızmadan önce bir de bu açıdan düşünün.

Pek çoğunuzun yani mevcut rejime muhalif olan kişilerin bu politikaları biz hiç desteklemedik, hepsi AKP ve MHP'nin birlikte yürüttüğü politikalardır, sorumlusu da onlardır, iktidarı değiştirerek bu sorumluluktan kurtuluruz dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Ancak biz ne kadar beğenmiyor olsak da şu andaki iktidar blogunu oluşturan AKP, MHP, BBP ve VP halkın yarıya yakının desteğini almış, seçilmiş bir iktidar bloğudur.  Suriye‘nin bir ateş çemberi için de yanıp kül olduğu yıllar boyunca halkımızın çoğunluğu bu politikaları üreten bu iktidar blogunu desteklediler. Bu sebepledir ki halkın kendi iradesi ile başında tuttuğu bu iktidar blogunun yaptığı her şey, ne kadar onaylamıyor olsak da, Türkiye adına yapılmıştır. Türkiye'yi yönetenlerin işledikleri tüm kabahatlerin sorumluluğu sadece onların değil bir ülke ve bir toplum olarak bizim de sırtımızdadır. Bu kadar kötü bir etkimiz ve yıkımda payımız varken Suriyelilere yardımcı olmak ahlaki sorumluluğumuz değil midir? Biraz vicdan sahipleri kendilerine ne kadar kötü geliyor olsa da bu söylediğimin doğru olduğunu bilecektir.

AKP, MHP, BBP ve VP’den oluşan iktidar blogunun sonuna gelmiş gibi görünüyoruz. Kendileri işin içinden kolayca sıyrılsalar da bizim sırtımıza çok büyük ahlaki, hukuki, insani sorunlar yıkarak gidiyorlar. Onların yarattığı toplumsal yıkım sadece ülkemizi değil çevremizi de etkiledi. Bu yıkımı daha radikal, daha dışlayıcı davranışlarla çözümleyemeyiz. On yıldır burada yaşam kurmuş, burada doğmuş, burayı öğrenmiş insanları "öteki" ilan ederek topluca kovalayamayız. Bu yıkıma sebep olanlardan yaptıklarının hesabını sormak ayrı bir konudur. Bütün bu olanlardan göçmenleri sorumlu tutmak ise adil bir davranış değildir.

Türkiye olarak kesinlikle göçleri kontrol altına almalıyız, ayakları yere basan bir entegrasyon politikası üretmeliyiz, ümmet ve kardeşlik gibi boş hamaseti bir kenara bırakıp, aklımızla, insani değerlerle hareket etmeliyiz ve kendi kabahatlerimizden kaynaklanan tarihi sorumluluklarımızı da hesaba katmalıyız.

Göç konusunda çoğunuzun düşündüklerinin aksine, sizleri kızdırmak pahasına da olsa kendi görüşlerimi dillendirmeye devam edeceğim. Görüşümü dillendirirken yalnızca ahlaki sorumluluklarımıza dayanmayacağım. Hümanist bir söylem de tutturmayacağım. Ama sözü daha fazla uzatmamak lazım. Göç hareketlerinin bir toplumsal problem olarak ne kadar karmaşık olabileceği ve hiç yaşanmamış gibi yapmanın neden imkânsız olduğu, bununla birlikte göçün yarattığı kısa ve orta vadedeki problemlere dair somut önerme ve çıkarımlarımızı izninizle diğer yazılara bırakalım.

Kaynaklar:

(1) https://multeciler.org.tr/turkiyedeki-suriyeli-sayisi/

(2) https://www.unhcr.org/tr/unhcr-turkiye-istatistikleri

(3) Çalıkoğlu, M.R. Impact of EU Education Programmes on Challenging Otherness: Turkish Case, https://bit.ly/3rzpjLG