Başlığı ben de sevmedim. Yazıya başlarken yazacaklarımı da hiç severek yazmadığımı, mutlu olmadığımı belirteyim. İçim dışım, 24 saatim hukuk ve güncel yargılamalar oldu, mazur görün. Neyleyim… Yazmaya devam edeyim.

Bir duruşmadayım. Sanık ihraç subay, suçlama ankesörden aranmış olmak. Ankesörden arandığına göre FETÖ’cüsün isnadı var. Dosyada başka itham yok. Aranma iddialarında ve HTS’lerdeki tutarsızlıklar falan hayatın olağan akışındaki işler yargımıza göre. Arayanın belli olmaması, ne konuşulduğunun belli olmaması, arama sonrası “terör” eylemi olarak ne yapıldığının belli olmaması da teferruat.

Teferruat olmayan ne var peki? Bir istatistik var. Deniliyor ki, ankesörden gözaltına alınanların % 40’ı itirafçı oldu. Çok güzel ama bir sorun var. Sayısını hatırlamadığım kadar çok itiraf okudum. Benim okuduklarımın en az % 90’ı “terör örgütü üyesi” olduğunu itiraf etmiyordu, cemaat mensubiyetini itiraf ediyordu. Bunu da geçelim. Diyelim ki itirafçıların hepsi terör örgütü üyeliğini itiraf etti. Peki % 40’ın itirafçı olması kalan % 60’ın da ankesörden arandığına göre kesin terör örgütü üyesi olduğunu gösterir mi?

Duruşmaya dönelim ve cevabı ağır ceza mahkemesi başkanının sanığa yönelttiği (bana göre) ihsas-ı rey niteliğindeki sorudan alalım. 2010 yılından aranma iddiaları için “Beni herkes ankesörden aramış olabilir. Çarşı iznindeki asker, benimle görüşmek isteyen herhangi bir vatandaş arayabilir” cümlesine karşı başkanın “sorusu” şöyleydi.

“2010 yılında dağdaki çobanda bile iphone vardı, cep telefonu yok mu, neden ankesörden arıyor?”

Önce soruya ticari açıdan bakalım. Milletvekili Yavuz Ağıralioğlu’nun güncel esprisini de hatırlayarak Türk Telekom’un özelleştiğini hatırlayalım. Vahşi kapitalizmin çarkları arasında kar etmeyen bir hizmetin sürdürülmeyeceğini de hatırlayalım. Türk Telekom resmi internet sayfasında (https://bireysel.turktelekom.com.tr/ev-telefonu/hizmetler/sayfalar/ankesorlu-telefon.aspx) diyor ki:

Evde ev telefonu, işte iş telefonu, sokakta ankesörlü telefon kullanılır.

Ankesörlü telefonlar, tüm Türk Telekom kartları ve kredi kartları ile arama yapma imkanı sunar. Türkiye çapında yaklaşık 75 bin ankesörlü telefon bulunmaktadır.

Ankesörlü telefonlardan tüm GSM ve sabit telefon aramaları yapılabildiği gibi pek çok yerde bulunan yeni model ankesörlü telefonlardan cep telefonlarına SMS gönderimi de yapılabilir.​​​”

Türk Telekom terör örgütlerinin suç işlemek amacıyla iletişim kurduğu ankesörlü telefonların reklamını yapıyor ve yaklaşık 75 bin ankesörlü telefon işlettiğini söylüyor. Sizce neden? Sizce kar etmiyor mu bu hizmet?

Bir başka veriye bakalım ve teyit etmeye çalışalım. Öyle ya her gördüğümüz sayısal veriye bilgi demeyiz ne de olsa. https://www.verikaynagi.com/grafik/ankesorlu-telefon-sayisi/ internet sayfasında https://www.btk.gov.tr/yillik-il-istatistikleri sayfasından da edinilebilen Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Yıllık İl İstatistikleri de Türk Telekom’u doğruluyor. 2010 yılında 80 binin üzerinde olan ankesörlü telefon sayısı 2020 yılında 55,1 bine düşmüş olsa da sayı oldukça fazla değil mi? Grafiği de verelim.

Kürsüde görev yapan meslektaşlarımız çok yoğun çalışıyorlar. Bu kadar çok terör yargılamasının yapıldığı bir ülkede başlarını dosyalardan kaldıramazlar. Evden işe, işten eve, servis ya da tahsisli araçlarla seyahat dışında belki de sokak görmüyor olabilirler. Sokak görmeyince hemen her işlek köşe başında yer alan ankesörlü telefonları da görmüyor olabilirler. Ama daha büyük bir sorun var. İçimi yakan bir sorun.

Hani pandeminin ilk zamanları sadece iki saat önce gece 12’den itibaren sokağa çıkma yasağı ilan edilince vatandaşlar marketlere hücum etmiş ve virüse bayram ettirmişti ya, hatırladınız mı? Bir kadın siyasetçi “2 günde kimse aç kalmazdı, hele de bi Türk evinde, illa ki buzluğu, kileri doludur” diyerek marketlere yığılmayı anlamadığını ve hayretler içinde kaldığını belirtmişti.  Hayatında hiç kilerli bir evde oturmamış olan ben de hayret etmiş ve vatandaşlığımdan şüphe etmiştim. Size de aynı şey oldu mu bilmiyorum ama KHK’lı olup sivil ölüme mahkûm edilince ve aslında fiilen vatandaşlık haklarından mahrum olunca insan biraz daha hassas oluyor.

2010 yılında dağdaki çobanın iphone telefonu olursa 2020 yılında kileri buzluğu dolu olmayan ev olmamalı idi haliyle. Peki öyle mi? Siyasetçiler toplumla iç içe olmalı ve durumlarını en iyi siyasetçi bilmeli değil mi? Çoğunluğu itibariyle benim gibi Anadolu’nun köyünde, kasabasında, ilçesinde doğmuş kürsüde görev yapan meslektaşlarım da elbette içlerinden çıktıkları toplumu iyi bilirler değil mi?

Eğitime hiç ara vermemiş ve halen çok sayıda eğitime kayıtlı bir öğrenci olarak pandemi sürecinde üniversitelerde uzaktan eğitime geçildiğinde içimi yakan gözlemlerim oldu. Üniversite öğrencileri evlerine gönderilip eğitimin uzaktan yani internet üzerinden bir bilgisayar/tablet kullanılarak erişilebilecek şekilde devam edeceği bildirildi. Öğrenciler kürsüde görev yapan meslektaşlarımızın doğdukları, büyüdükleri yerlere, evlerine gidince acı bir gerçeklik ortaya çıktı.

Bazı bölümlerde % 25 (dörtte bir) oranlarına yaklaşan sayıda öğrencinin, hatta bazı mühendislik öğrencilerinin bilgisayar ya da tableti yoktu. Cep telefonu ders takibine uygun değildi hatta bazılarının interneti de yoktu.

Öğrenciler dertlerini üniversitelerine ve YÖK’e bildirdiler. Devletimiz, üniversitemiz, YÖK’ümüz bize internet sağlasa, cihaz verse diye talepte bulundular. Cevabı YÖK Başkanımız sosyal medya üzerinden verdi. Aşağıda ekran görüntülerini paylaşıyorum. Özetle internet ya da bilgisayar yok ama isterseniz dondurma ya da erteleme hakkı verdik dedi. Üniversite çağında interneti, bilgisayarı olmayacak kadar dezavantajlı olan öğrencilere “Ne olacak canım, bir dönem, aslında çoğu bölüm için en az bir yıl kaybediver, hayata geç başlarsın azıcık” dedi.

2010 yılında dağdaki çobanında iphone olan ülkemde 2020 yılında üniversite öğrencisinin interneti, telefonu, bilgisayarı yoktu. Bölümlerde öğretim üyeleri seferber oldu, fazla cihazı olanlar olmayanlara hediye etti. Bazı bölüm başkanları inisiyatif kullandı ve bölümün zaten o dönem kullanılmayacak bilgisayarlarını zimmetle öğrencilere kargoladı. İnternet ücretleri ortak ödendi. Birlik ve beraberlikle çözüm bulundu. Problem çözülürken kimseye düşüncesi, ideolojisi, partisi de sorulmadı.

İlk, orta ve lise çağındaki öğrencilerimizin durumunu ise ben anlatmayayım. https://www.youtube.com/watch?v=qI5LfssO7zc&feature=youtu.be bağlantısından Burcu Karakaş ve Kazım Kızıl’ın hazırladığı haberin videosunu izleyin lütfen. Tek bir cihazla eğitim almaya çalışan 3-4 öğrencinin olduğu evlere misafir olun.

Devletimiz her öğrenciye ücretsiz internet sağlayabilse, ücretsiz bilgisayar verebilse ne güzel olurdu değil mi? Bir zamanlar her öğrenciye bir tablet projesi vardı ve hepimizi mutlu etmişti bu proje. Sonra o tabletlerde “kakaotalk” uygulaması olduğu için de problem yaşayanlar oldu ama olsundu, ne güzel projeydi.

Terör yargılamaları ile 2020 yılında öğrencinin uzaktan eğitim alamamasının ne alakası var demeyin lütfen. Bana saçımı başımı yoldurmayın.

Kürsüdeki meslektaşlarımız: “Bu kadar terör yargılaması yapılan bir ülke ne yapsın, başka işlere enerji mi kalır, zaman mı kalır” diye düşünebilir. Haklılar. Tek sebep bu olmasa da ben de aynı fikirdeyim.

Enerjisini ihtimaller üzerine kurulu terör yargılamalarına ayıran bir ülke “2010 yılında dağdaki çobanın iphone telefonu vardı, neden ankesörden arandın” sorusunu normal karşılarken “2020 yılında neden öğrencilere ücretsiz bilgisayar ve internet sağlayamıyoruz” sorusunu yadırgayacaktır.

Bir sonraki yazımda utana sıkıla ceza yargılamasında delil konusunu dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım ve ihtimal yargılamalarını birkaç yazı ile peş peşe yazmayı planlıyorum. Çocuklarına ücretsiz bilgisayar ve internet sağlayabilen bir ülke olmak umudunu diri tutmak için şimdilik elimden başka şey gelmiyor.