Ülkemizin en güzel cennet gibi bölgeleri günlerce yandı. Anadolu’nun içlerindeki bozkırlarda yaşayan ve bu yanan güzellikleri bu güne kadar hiç görmemiş ve bundan sonra ömrü boyunca da hiç göremeyecek –fakru zaruret halindeki- vatandaşlarımız dahil tüm ülke insanımız, dua dilek ve temennilerle tek yürek halinde, yangın bölgelerinden gelecek  –kontrol altına alınıyor alındı, söndürüldü, failleri bulundu…” haberleriyle, ormanlarla birlikte yanan ciğerlerini de soğutmak istedi.

Yangın felaketinden ülkemiz daha gözünü açamadan, arkasından Kastamonu, Bartın ve Sinop illerinde meydana gelen,  yerleşim yerlerini ve mahalleleri su ve çamur altında bırakan çok sayıda can ve mal kayıplarına neden olan sel baskınları ile sarsıldı.

Halkımız, yaşadığımız tüm felaketlerde olduğu gibi, bu yangın ve sel felaketleri karşısında da yardımlaşma, dayanışma ve devletinin yanında, birlik ve beraberlik halinde olma tavrını, Cumhurbaşkanı, Bakanlar ve diğer yöneticilerimizin istediğinden ve beklentisinden çok daha fazlasıyla ve her felaket sırasında sergilemektedir.

Türkiye kamuoyu, iki yıl önce yaz mevsiminde çıkan yangınlar dolayısı ile yine söndürme ekipmanları, THK’nun arızalı yangın müdahale uçakları, Ruslardan kiralanan uçakların kullanılması vs uzun uzun tartışmıştı. Çok sayıda yangın hadisesi bu yıl tekrar ortaya çıkınca, bir önceki yıl yapılan tartışmalar daha da şiddetlenerek yine yapıldı. Ayrıca başta karadeniz şeridi bölgesinde meydana gelen sel baskınları gibi baskınlar ülkemizin diğer bölgelerinde de hiç eksik olmadığından her seferinde sürekli ve temposu yükselerek tartışılması iktidar ve muhalefet cenahının birbirlerini suçlamaları, siyaset alanının bir klasiği haline gelmiştir. 

Hiç şüphesiz siyasi iktidarı eleştirmek adına, klasik bir tutumla iktidarın yaptığı hiçbir işi muhalefetin beğenmemesi, her yaptığını kökten kötülemesi doğru ve ahlaki değildir. Vicdanlı, makul ve objektif insanlar böyle yapmamalıdır. Bu tutum Hakkın hatırına ve iktidarın yaptığı onca güzel hizmetlere karşı da saygısızlık olur.

Bununla birlikte, hükümet yetkililerinin de yerinde ve haklı yapılan eleştirileri normal ve anlayışla karşılaması ve hatta yararlanması gerekirken, baştan reddetmesi, yapılan eleştirileri çok uç ve çirkin ithamlarla savuşturmaya çalışması, yönetim ve yöneticilerde olmaması gereken ve hiçbir şekilde yakışmayacak hal ve tavırlar olarak gözlenmektedir.

Gerçekten de, yapılan eleştiriler kapsamında, orman yangınları ve sel felaketleri bize tekrar göstermiştir ki, geçmiş yıllardan itibaren hafızalarda canlı ve derin izler bırakan, can ve mal kayıplarına neden olan önemli ve aciliyet arz eden konularda bile ortaya çıkan manzara hiç iç açıcı değildir. Önceki yıllarda görülen eksiklikler ciddi birer tecrübe olması gerekirken, orman, doğal varlıklar ve çevre yönetiminde görülen eksikliklerin ve olası doğal felaketlere karşı hazırlıksız bulunma halinin hala sürdürülmesi hatta bu durumun savunulmasının ülke yönetimi için anlaşılabilir ve izah edilebilir bir tarafı yoktur.

Demokrasi ile yönetilen, açık toplum ve özgür medya ortamında, vatandaşın yapılan faaliyetleri denetlemesi, eleştiri veya beğenisini söylemesi gayet doğal olmalı ve anlayışla karşılanmalıdır. Yöneticilerin felaket yaşanırken yapılan eleştirileri, “halkın ve görev yapan görevlilerin insicamı bozulur” öngörüsüyle reddederek hamasi karşı söylemlerle baskılaması, hatta yasaklaması, felaket geçtikten sonra da geriye dönüp bakmaması, gündemine almaması sorumlu, makul ve mantıklı bir anlayış olmadığı gibi, ülkenin geleceği açısından da endişe vericidir.

Mevcut siyasi kadro ve anlayışı ülkeyi 20 yıldır yönetmektedir. Bir siyasi kadro için bu kadar uzun bir süre iktidarda kesintisiz kalmak demokratik ülkelerde az rastlanan bir durumdur.  Hal böyle olunca; bu uzun dönemde yaşanan iyi ve kötü hadiselerden de sorumlu tutulması aklın mantığın ve hukukun bir gereğidir.

Sözü edilen her iki konuda açık ve bariz olarak görünen o ki, Orman Bakanlığı ve Orman Genel Müdürlüğünün orman yangınlarına müdahale konusunda ciddi ve temel eksikleri vardır. Bu eksiklerini en kısa zamanda dünya standartları seviyesinde tamamlaması gerekir.  Ha keza çevre ve şehircilik bakanlığı da mahalli idarelerle birlikte, yerleşim yerlerinin imar iskan durumunu ve doğal afetlere karşı risklerini gözden geçirmeli, bundan sonra sel felaketlerine maruz kalınmaması için stratejik seviyede alınması gereken önlemleri belirlemeli ve uygulamaya koymalıdır.

Bu temel iki eksikliğin çağrıştırdığı herkesin aklının ucunda ama gerçeklerle yüz yüze gelmekten kaçtığı bir başka doğal afet konusunu da –özellikle ve önemle- hatırlatmak gerekir. Eli kulağında olarak tabir edilen olası İstanbul büyük depremine karşı hükümetin ve belediyelerin hazırlıklarının ne durumda olduğu, felaketi azaltıcı ve küçültücü tedbirlerini gözden geçirmeleri önemli ve aciliyet arz etmektedir. Bu konuda da olup bitenlerden gördüğümüz, maalesef felaketlerden yeterince ders almadığımız şeklindedir.

Haşim EFE

04.09.2021