Yaşandığı dönemde, Türkiye kamuoyunu uzun süre meşgul eden devlet ve hükümet krizine neden olan, irtica-çağdaş, laik-dindar, Atatürkçü-İslamcı gibi sosyolojik olgulara dayalı farklılıkların ve fay hatlarının hareketlendirildiği, dindarları karalayan Ali Kalkancı, Fadime Şahin provokasyonlarının yaşandığı ve sonuç olarak projenin bin yıl süreceği ifade edilen 28 Şubat’ın davalı asker aktörleri, haklarında verilen hükümlerin Yargıtay tarafından onanması sonucu cezalarını çekmek üzere tutuklandılar.

Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde Batı Çalışma Grubu(BÇG) adıyla bir proje grubu kurulmuş, birliklerden de projenin amacına “uygun” nitelikteki personel BÇG’na seçilmiştir. BÇG önceli olarak Silahlı Kuvvetlerde görev yapan dini duyarlıklı personele karşı takip kontrol fişleme ve ordudan ayırma işlemi başlatmış. Aynı zamanda Silahlı Kuvvetlerin hem kurumsal kimliğini hem de tüm personelini bu proje doğrultusunda yönelterek hükümet icraatları, devlet kurumları ve sosyal hayatı neredeyse tümüyle takip ve kontrol altına alarak –sosyal mühendislikle- şekillendirilmeye çalışılmıştır. Öyle ki, ticari hayatta esnafların önemli bir kısmı “irticacı” olarak fişlenmiş, başta tüm askeri personelin buralardan alış veriş yapması yasaklanmış. Aynı anlayış sosyal hayatın tüm alanlarında da uygulanmaya çalışılmıştır.

Son gelişmeler üzerine, özellikle 28 Şubat projesinin “bir devlet projesi olduğuna” ve “halen devam ettiğine” dair iddiasına, Hükümetin ve AKP’nin doğru düzgün, açık ve net olarak cevap vermediği bilinen Sayın Doğu Perinçek’in, bu tutuklamalara ne diyeceği, kamuoyu tarafından merakla beklenmektedir. Bu merakla birlikte, klasik bir “Perinçek” cevabı olarak, “her şeyin yolunda gittiğini, ufak tefek yol kazaları veya eğitim zayiatlarının olabileceğini, bunların sürecin işlemesine herhangi bir olumsuzluğunun olmayacağını vs.” duymamız kuvvetle muhtemeldir.

Sayın Perinçek’in, “28 Şubat sürecinin bitmediğini ve halen devam ettiğini” sürecin sosyolojik mağdurları içinden gelen ve kendisi de mağdur olan, doğal olarak projenin karşısında yer aldığı aşikar olan “Sayın R.T. Erdoğan’ında bi noktadan sonra kendi çizgilerine döndüğünü ve böylece 28 Şubat projesinin Devlet politikası olarak uygulanmaya devam edildiğini”. “Bu sürecin en önemli hedeflerinden olan ve o zamanki adıyla cemaat’e bugünkü adıyla FETÖ’ye bir daha belini doğrultamayacak şekilde darbenin Sayın Erdoğan ve hükümeti tarafından indirildiğini” ve sıranın “diğer cemaat, tarikat ve dini yapılanmalara geldiğini…” iddia eden konuşmaları açık kaynakların arşivlerinde durmakta ve halende aynı iddialarını sürdürmektedir.

Ancak, Sayın Perinçek’in iddialarını, yani projenin Sayın Erdoğan tarafından da benimsendiği ve devam ettirildiğini bir an için kabul etsek, o zamanda bu projede yer alan asker aktörlerin, sayın Erdoğan’ın güçlü bir Cumhurbaşkanı ve doğal olarak güçlü bir hükümet iradesine rağmen, üstelik askerlerin “yaşlı ve hasta” halleriyle tutuklanmaları ciddi bir çelişki, en azından düz mantıkla anlaşılabilir bir durum olarak gözükmediği de ortadadır.

Ortada olan bu durumu, yani tutuklamalara rağmen Sayın Perinçek’in ileri sürdüğü iddialarının olabilirliğini, genel mantığımızı alışık olmadığımız şekilde daha da zorlayarak ve olsa olsa diyerek anlamaya çalıştığımızda, belki bir yere koymamız veya izah etmemiz ancak mümkün olabilecektir.

Bu gelişmeleri, denizlerde meydana gelen dalga metaforunun yardımıyla açıklayacak olursak; bilindiği gibi, çeşitli nedenlerle yukarıya doğru oluşan su kitlesinin yani dalgasının hemen gerisinde bu su kitlesinin yükselmesini sağlayan denizin derinliğine doğru da bir su çukurluğu oluşur. (Bu çukurluğun sosyal hadiselerdeki karşılığını ayrıca ele almak gerekebilir). Bu çukurluğu oluşturan basınç su dalgasının da yüksekliğini besleyen en önemli faktördür. Bazen bu su dalgasının yüksekliği ve şiddeti öyle artar ki, dalganın en üstünden irili ufaklı bir kısım küçük su kitlelerinin dalga boyundan koparak daha yükseğe doğru savrulduğunu, dalgalı bir deniz seyrettiysek çok kolaylıkla gözümüzün önüne gelir.

Projenin halen devam ettiğini iddia eden sayın Perinçek’in iddialarını bu metafor yardımıyla okumaya çalışırsak, bu tutuklanan askerler, 28 şubat sürecine ivme veren derin dalganın –bin yıl- süreceğine güvenerek hatta bu derin dalganın merkezkaç kuvvetinden de koparak, toplum sosyolojini ve değerlerini, ülkenin demokratik teamüllerini, adalet ve hukukunu, meşru yönetimin iradesini tanımamışlar ve çok saygısızca davranışlarda da bulunmuşlardır. Ancak bu durum, bu sürecin arkasından gelen –içinde bulunduğumuz- sürecin görünür anlayışı karşısında, o zamanki bu aktörlerin açığa düşmelerine, haklarında açılan davanın uzun süredir sürüncemede kalmış olmasına rağmen “mızrağın bir türlü kılıfa sığmaması” sonucunda, en sonunda hapse girmelerine neden olmuştur, diyebiliriz.

Bu projenin içerisinde projeciler tarafından “Bu Sefer Sivil Kuvvetler” denilerek diğer sektörlerden kurumsal ve kişisel nitelikte çok sayıda aktör de seferber edilmiştir. Ancak onların değişen ve farklı gelişen konjonktürlere karşı tecrübe ve uyum sağlama yetenekleri -ezelden beri- bulunduğundan bir şekilde işin içerisinden sıyrılabilmişler. Asker aktörler ise yeterli manevralar yapamadıkları yada o konjonktürde, bugünkü konjonktürün tolere edemeyeceği kadar çok açılmış olduklarından bugün bu –tutuklanma- durumuna düştüler diyebiliriz. Ancak, askerlerin bu konjonktür içinde yapamadığı gerekli manevraların, her dönemin kıvrak yanardönerleri tarafından onların adına yapılmaya çalışıldığı da gözlerden kaçmamaktadır.

Tabi ki bu tutuklamaların yorumu, Türkiye’nin derinlerinde önümüzdeki dönemin şekillendirilmesine yönelik yapılan hesaplamaların, denge arayışlarının, güç mücadelelerinin ve yapılan hamlelerin su yüzüne vuran emareleri şeklinde tahmin ve komplo teorilerine dayalı olarak ta yapılabilir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, sosyolojisini tamamlamış bir toplumun sosyal dokusunu, değerlerini değiştirmeye yönelik tepeden inmeci ve zorlama yöntemlerle yapılan toplumsal mühendislikler, hangi amaçla, hangi iddia ve teoriye göre yapılırsa yapılsın geçici bir zaman diliminde başarılı gibi gözükse de çok aldatıcı oluyor ve bir süre sonra misliyle geri tepiyor. Bu durumu yine doğal afete yönelik söylenmiş bir atasözünün yardımıyla açıklayacak olursak, “bir nehir asla yatağını vermez, eğer yatağını işgal edersen; bir gün öfkeyle senden geri alır.”

Bu hadisenin günümüze, günümüzdeki iktidar, muktedir ve güç sahiplerine, aynı zamanda akıl ve tecrübenin de desteklediği bir başka ancak çok önemli bir şey daha söyleyecek olursak adaletin,  hürriyetin, inancın, kişisel hak ve hürriyetlerin, toplum sosyolojinin gösterdiği istikamete iş ve icraat yapmaları gerektiğidir. Tersi proje ve uygulamalar, uygulayıcılarını bozulmamışsa önce vicdanlarında, sonra toplum ve tarih önünden ilahi adalete kadar mahcup etmeye devam edecektir.

Hadise ile ilgili, “Gün ola, harman ola..” yani harmanın (sonucun, gerçek neyse onun…) ortaya çıkması için anlaşılan biraz daha zaman geçmesi lazım.

26.08.2021

Haşim EFE