Büyük devlet olmanın birçok kriteri var. Ancak büyük devlet olarak nitelendirilecek devletlere bir şekilde yolunuz düşmüşse, gezip gördüklerinizle büyük devlet olmaları arasında doğrudan bir ilişki kurmanız pek mümkün olmaz.

En azından benim için öyle olmuştur. Bu devletlerin ciddi üniversitelerinde öğrenci veya akademisyen olarak bulunduysanız neden büyük olduklarını çok daha rahat anlarsınız. Eğitim kurumlarının bilim üretme kapasitesi ve bunun ülkenin gelişmesine katkısı şaşırtıcı boyuttadır.

Böyle bir üniversite yapısı oluşmadan büyük devlet olmak çok mümkün değil kanaatindeyim. Üniversite “Bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan fakülte, enstitü, yüksekokul vb. kuruluş ve birimlerden oluşan öğretim kurumu, darülfünun” şeklinde tanımlanıyor.

Kurumun özerkliği, personel istihdamındaki özerklik ve üniversitenin mali özerkliği bilimsel özerklikle beraber bulunması gereken diğer özerklikler. Üniversite tanımının en önemli noktasının ‘bilimsel özerklik’ olduğunu iddia etmek yanlış olmaz sanıyorum.

Bilimsel özerklik de “Bilim insanlarının, herhangi bir müdahale olmaksızın araştırma yapma, düşüncelerini üniversite içinde ve dışında yayma hakkı; böylece bilimin donmasının önlenmesi ve toplumun alışılmış, kalıplaşmış görüşler dışında yeni görüşleri ve olguları duyup öğrenme olanağı bulması” şeklinde tanımlanır.

Bir benzetme yapmak gerekirse, bu durumu milletvekillerinin sahip olduğu kürsü dokunulmazlığına benzetebiliriz. Sonuçta ikisi için de dokunulmazlık fikirleri hiçbir baskı altında kalmadan serbestçe, çekinmeden beyan etmeyi esas alır.

Türkiye’deki üniversitelerin söz konusu özerkliklerden hiçbirine sahip olmadığını söyleyebiliriz. Şehir Üniversitesi’nin kapatılmasına gerekçe yapılan mali özerkliğin olduğu kaç üniversite sayılabilir doğrusu merak ediyorum?

Neticede vakıf üniversitelerin çoğu, kendilerine tahsis edilen hazine arazileri ile devlete ait binalar ve yapılar ile ayaktadır. Üniversitelerin, vakıf üniversiteleri dâhil kurumsal özerkliğinden söz etmek de mümkün değildir. Hakeza personel alımına ilişkin bir özerklik de fazla iddialı olur. Ne yazık ki başından itibaren Türkiye’de kurumlar ile iktidar arasındaki ilişkiden üniversiteler de ziyadesiyle nasibini almıştır.

YÖK’ün varlığı ve üniversiteler üzerindeki olumsuz tesirini kapsam dışında bırakarak belirtmek isterim ki, böyle bir üniversite anlayışı ile bir ülkede bilim yapılması mümkün değildir. Bilimin olmadığı yerde ise büyük devlet olunmaz, sadece hamasi nutuklar ile büyüklük yanılgısına kapılırsınız.

Türkiye’nin değerli, üretken akademisyenlerin olduğunu ve hepsini aynı şekilde değerlendirmenin mümkün olmadığını belirtmeye gerek yok sanıyorum. Ancak tamamıyla iktidar boyası ile boyanmış, resmi tezlere çanak tutan, bilimsel özerkliğin olmadığı kurumların üniversite olarak adlandırılması aldatıcı bir tanımlamadan ibarettir.

Türkiye’de sistem değişiklikleri yaşandığı halde, buna ilişkin fikir beyan eden çok az sayıda akademisyen var. Türkiye’nin çok ciddi siyasal ve ekonomik problemleri gibi esaslı sorunlara ilişkin ülkeye yön verecek araştırmalar ise nerdeyse hiç yok.

Örneğin Türkiye’nin en önemli üniversitelerinden İstanbul üniversitesi Ayasofya’nın cami olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’na devrine ilişkin resmi twitter hesabından şöyle diyor: “İstanbul’un fethinin mirası, Fatih Sultan Mehmet Han’ın kutlu emaneti Ayasofya’nın, asli hüviyetine kavuşarak ibadete açılması milletimize hayırlı olsun” Bu açıklamayı bir üniversitenin yapması mı ilginç, yoksa şu meşhur fıkrada ifade edildiği gibi “bunun neresini düzelteyim?” yanlışı ile ifade edilen cümle mi?

Bu tablo içinde bilimsel özerkliğin olmasını beklemek hiç gerçekçi değil ama bu yoksa diğer üçünün olması da üniversiteyi üniversite yapmıyor. Ancak “bilimsel özerklik nasıl olur?” sorusuna ilişkin yakın geçmişimizde harika bir cevap örneği var. Belki yakın bir zamanda bizlere de nasip olur temennisiyle o örnekten bahsedeyim son olarak.

Edward Said Filistin ziyareti sırasında İsrail’in ördüğü duvarın İsrail tarafına taş atarken ki fotoğrafı yayınlanır. Bu fotoğraf üzerinden Edward Said’in Columbia Üniversitesi’nden uzaklaştırılması talep edilir. Bunun üzerine Columbia Üniversitesi rektörü Edward Said’i şöyle savunur:

“Eğer biz Profesör Said’in özgürce yazıp konuşma hakkını inkâr edersek bundan sonra kim susturulacak, ceza korkusu olmadan aklındakileri söyleme hakkına kimin sahip olduğunu belirleyen engizisyoncu kim olacak; bunları da şimdiden düşünmeye başlamamız gerekir.”

Büyük devlet olmayı istemek güzel bir ideal, bu idealin gerçekleşmesi bu ülke vatandaşları olarak hepimizin ortak arzusu. Fakat bunun için önce eğitim kurumlarının özgürce bilim üretmesi ve üretilen bilimin ülkeye yön vermesi gerekiyor.

Hasan Fehmi Erdoğmuş