Milli Görüş/Saadet Partisi Tehditler ve Fırsatlar

İslam coğrafyası son iki yüz yıldır gün yüzü göremiyor. Kan, gözyaşı ve zulümlere maruz kalıyor. Milliyetçilik akımları ile başlatılan çözülme Komünizm, Sosyalizm, Laiklik, Ulusçuluk ve son olarak da Liberalizm ile devam ediyor. Birçok akım çöktü gitti. Geriye sadece zulümleri kaldı. Bugün demokrasi için değil demokrasi adına, Liberalizmin yerleşmesi veya dayatılması sonucu küresel entrikaların coğrafyamızı maruz bıraktığı karmaşayı yaşıyoruz. İslam, her türlü beşeri sistem ve akımların aksine kalıcıdır. İslam ve onun samimi müntesipleri insanlara doğru yolu göstermeye, dünyaya huzur ve adalet dağıtmaya ilelebet devam edecektir.

Ülkemizde iktisadi, siyasi ve toplumsal olarak çok sayıdaki olumlu gelişmeler Milli Görüş'ün sayesinde olmuştur.  Birçok alanda ilkleri gerçekleştirmesi, her alanda projeler sunması, bundan böyle de memleket için, coğrafyamız için, ümmet için ne yapılması gerekiyorsa yine Milli Görüş ile olacağına kimsenin de şüphesi yoktur. Bu yüzden de Milli Görüş küresel Siyonist güçlerin hedefi olmuş, yolu kesilmiş,  her türlü operasyonuna maruz kalmış ve kalmaktadır.  

Türkiye'de ve Avrupa’da Milli Görüş teşkilatları, Asya'da Cemaat-i İslami ve Arap dünyasında İhvanı Müslimin aynı kaynaktan beslenen, misyonu aynı belki vizyonları farklı, adil bir medeniyet ve ‘Yeni Bir Dünya’ ideali olan kurumlar olarak faaliyetlerine devam ediyorlar. Bazen yollarının kesilmesi, tecrit edilmesi, bazen de yok sayılması, faaliyetlerinin durdurulmaya çalışılması bu işin kaderinde var.

Milli Görüş’ün temsilcisi Saadet Partisi üzerinden yapılan tartışmalara bakıldığında, bir yol ayrımında yapılan şiddetli tartışma ve ciddi kararlar alınması sürecinde olduğunu görüyoruz. Bu da fırsatları ve tehditleri beraberinde getiriyor. 

Milli Görüş’ün temel siyasi prensipleri gereği AKP ve CHP, ikisi de diğer partilerdir. Milli Görüş’ün ufku her iki parti gibi sadece bugün ile, sadece dünyalık ile de sınırlı değildir daha da ötesi vardır. Diğerlerinde olmayan bir gelecek mimarisi tasavvuruna sahiptir. Maalesef Türkiye’yi siyasi kamplara bölmek isteyenlerin çalışmaları artık Saadet Partisi’nin kapısına kadar dayanmıştır. AKP ve CHP arasında sıkıştırılma ufuksuzluğuna mahkûm olmadıklarını genel başkan her defasında ortaya koymaktadır.

Temel Karamollaoğlu’nun Genel Başkanlığında vücut bulan AKP’nin gölgesinden kurtulma, bağımsız ve adil bir duruş, AKP’li ağzı ile ‘CHP’leşmek’ olarak sunulması nasıl yanlış ise Saadet Partisi’nin ‘AKP’ye yakın olduğu’ ifadesi de, algısı da o kadar yanlıştır. AKP, bundan böyle siyaseten bir mevta değil leşe dönmüştür. AKP’nin istismar ettiği değerlerin samimi temsilcisi olarak Saadet Partisi kendisini daha gür ifade edebilmelidir.  

AKP’nin son dönemde yapmış olduğu bazı faaliyetler Saddam’ın giderayak İsrail’e füze atması gibi Filistinlilerin gönlüne su serpse de, bir parti gelecek mimarisini gönlüne serpilen su ile oluşturmaz. Milli Görüşçüler Fetö’den ne kadar uzak durduysa bugün de AKP’den o kadar uzak durması gerekir. Hatırlanacağı gibi onlar ortaktı ve ‘beraber ıslandık yağan yağmurda’ şarkısını söylüyorlardı.

Zamanında Milli Görüşçülerin öngörüsünü paylaşmayanlar,  Mustafa Kamalak’ın genel başkanlığı  ‘olumsuz ve haksız kanaatler’ den dolayı değil aslında Başkanlık Sistemini getirecek Anayasa Referandumu’nda Saadet Partisi’nin de ‘’Evet’’ demesinde sorun olmasın diye değiştirildiğini anlayacak siyasi deneyim kazandıklarını umuyoruz. Son dönemde parti yönetiminin aldığı bazı karar ve uygulamalara itiraz eden ve Oğuzhan Asiltürk’e parti içinde meşruiyet arayanlar da bu gerçeği görmüş ve hak vermişlerdir. Dolayısı ile parti liderliğinde ikilik görüntüsü azalırken, başkanlık kadrosunun güçlendirilmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. 

İçerdeki tartışmanın parti içi ve dışında siyasi pozisyon almanın bir türevi olduğunu söylemek doğru olsa da bunun tek sebep olduğunu iddia etmek doğru olmaz. Bu yaşananlar teşkilatta doğal olarak bir gevşeme meydana getirmiştir. Bu tür sorunlara ve dış operasyonlara karşı en önemli savunma refleksi kurumsal istişareyi geliştirmek, birliği sağlamak için istişare sonuçlarını şeffaf bir şekilde uygulamak olmalıdır.

Bu tartışmaların hedefi ne olursa olsun partiyi kuruluş gayesinden saptırmak, ikilik ve fitne çıkarmak, teşkilatı meşgul etmek gibi birçok zararından söz edebiliriz. Elbette ki, en önemli zararı parti içinde etki ve tepki ile oluşan reaksiyonun meydana getirdiğini parti içi mücadeleyi ortaya çıkarmasıdır.  

Bu davaya gönül vermiş, emek vermiş hatta ömür vermiş insanların yarım asırlık bir davanın kendi kendini yiyerek bitirmesine veya etkinliğinin azaltılmasına izin vermeyeceklerdir. 

Müslümanların sorumluluğunun büyüklüğünü anlatmak için yazının başında İslam dünyasının maruz kaldığı zülüm ile başladık. Bugün İslam alemi ve ülkemizin hali ortada iken, yangın yeri olmuşken kompleks kasmanın, dağıtmanın, israfın yeri değil tam tersi toplamanın, birleştirmenin zamanıdır. Bu da samimiyet ile olur.

Teşkilattaki görev değişiklikleri de bayrak yarışından ziyade, Temel Karamollaoğlu sonrası bayrak dikme mücadelesi sezinlemesi mevcut. Partiler yurt sathında teşkilatlanırsa, partileşirse büyür, iktidara aday haline dönüşür. Saadet Partisi tam tersine kendi içinde hizipleşmemelidir. Hakkın adamı olması gerekenler birilerinin adamı olmak zorunda değildir. Liyakatli olanlar ekibe dahil edilmeli, kimse teşkilat dışına itilmemelidir. Elli yıllık teşkilatın kadro ve tecrübesi tasfiye ediliyor imajı ortadan kaldırılmalı, ‘herkese kapımız açık’ beyanları yerini bulmalıdır. Milli Görüşçüler, öğretilmiş çaresizliğini satın almak için aidat vermiyor, infak etmiyorlar. Burası en hassas konudur. Çünkü siyasetin finansmanı sadece ve sadece Saadet Partisi’nde temiz ve helal kalmıştır.

Parti yönetimi, davranış kalıpları açısından sendika yönetimi gibi olmaz, olmamalı. Bir siyasi parti şirket müdürü gibi il başkanı atanmayacağını, müdür ile başkan arasındaki farkı da biliyor olması gerekir. İl başkanlıklarına başkan değil şirket müdürü atar gibi başkan atamasının rahatsızlığı dikkate alınmalıdır.

Asıl olan siyaset üretmek olmalı kendi ekibini güçlendirmek olmamalı. Genel Başkanın teşkilatı daha yakından dinlemesi ve genel merkezi ve özellikle başkanlık divanını akademisyenlerden, siyasi tecrübesini ispat etmiş işinin ehli ve temsil kabiliyeti yüksek samimi insanlarla yeniden yapılandırması gerektiği ortadadır. Her alanda siyaset geliştiren, politika üreten daha evvel oluşturulmuş olan onlarca komisyonu da tekrar aktif hale getirmeli, topluma reçeteler ve çıkış yolları sunulmalıdır.