Adanalı öğretmen Harun Reha Ataç ve eşi ev kadını Zekiye Ataç 20 Şubat 2018’de gözaltına alındılar, tutuklandılar. Harun Ataç 9 yıl 9 ay ceza aldı, suçu özel bir yurtta yöneticilik yapıyor olmasıydı, o günden beri tutuklu, davası Yargıtay’da. Zekiye Ataç Mayıs 2018’de yurt dışı yasağıyla tahliye edildi.

Çiftin 2012 doğumlu oğulları Ahmet kanser illetine yakalandı. Teşhis 24 Eylül 2018’de konuldu. Doktorlar dedi ki; bu hastalıkta moral en önemli unsurdur, anne baba yanında olmalıdır. Bu sebeple yapılan tüm taleplere karşın babasının tahliyesi mümkün olmadı.

Hastalık çok ilerlemişti, Türkiye’de tedavi edilemedi, 2019 yılı sonlarına doğru Almanya’da yeni bir tedavi umudu ortaya çıktı. Ancak nasıl gidecekti? Babası cezaevindeydi annesinin yurt dışı çıkış yasağı vardı. Yurt dışı yasağının kaldırılması için yazılan dilekçeler karşılıksız kaldı. Bu ülkenin hâkimleri ellerine vicdanlarına koyup doğru kararı veremediler.

Sonuç alamayınca Ahmet 20 Ocak 2020’de Almanya’ya 70 yaşındaki babaannesiyle gitmek zorunda kaldı. Bir haftalık ilk kürden sonra ülkeye döndü. Üç hafta sonra tekrar gitmesi gerekiyordu. Ahmet hiç olmazsa ikinci tedaviye annesiyle gitmek istedi. Yine dilekçeler yazıldı, kapılar çalındı, sosyal medyadaki vicdanlı insanlar harekete geçti. Yasak kaldırıldı ama daha eyleme geçmeden başka bir mahkeme tarafından yasak tekrar konuldu. Tedavi için dakikalar önemli olmasına karşın yasağın kalkması çok uzun sürdü. Ahmet 03 Mart 2020 tarihinde yani 3 yerine 5 hafta sonra annesiyle Almanya’ya gitti ama geç olmuştu. Çünkü bu hastalıkta değil haftaların dakikaların önemi vardı. Geç kalındığı için, kan değerleri düşük olduğundan, Ahmet tedavi olamadan geri döndü.

İhmal, işgüzarlık, durumdan vazife çıkarma ve vicdansızlığın adım adım getirdiği kötü son gelip çatmıştı. Doktorların “uygulanabilecek bir tedavi yöntemi kalmadığı için hastanın babasının yanında olması ve görmesi uygun görülmekte ve tavsiye edilmektedir” raporuna binaen “Bu aşamada insani anlamda müvekkilin oğlunun son bir kez görebilecek olması ihtimal dahilinde olduğundan tutuklu bulunduğu kurumdan hastaneye getirilmesi son derece elzemdir” diyen Av.Mesut Can Tarım’ın talebi “babanın ancak gündüz gönderilebileceği” gerekçesiyle reddedildi. Son isteği “babasına sarılmak” olan Ahmet sabaha çıkmamadan babasını göremeden 07 Mayıs 2020 tarihinde melek oldu.

Sanki seri katil gibi bir manga jandarma ve polis eşliğinde hem de kelepçeli olarak ancak öğlen getirilebilen baba oğluyla mezarında vedalaşabildi. Olayda ihmal olduğu iddiaları üzerine Adana Cumhuriyet Başsavcılığı yazılı açıklama yaptı. Kısaca “bir ihmal yok” dedikten sonra ihmalimiz olduğunu söyleyenlere soruşturma başlattık demeyi de ihmal etmedi.

Netice olarak; milli eğitim bakanlığının denetiminde faaliyet gösteren, maliye bakanlığının kazancından vergi aldığı, sgk’nın prim tahsil ettiği, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı öğrencilerin kaldığı bir yurtta çalışmak suç sayılarak babası Ahmet’ten koparıldı. Sıradan bir vatandaş olan annesi de bu süreçte rahat olamadı. Kanser gibi hastalıkların tedavisinde her şeyden daha çok önem taşıyan “aile saadeti, sıcak yuva, birlikte olma” gibi sıradan duygulardan, saçma sebeplerle, mahrum edilen küçük Ahmet göz göre göre gitti.

Denilebilir ki belki bunlar yaşanmasaydı da sonuç değişmeyebilirdi. Evet, değişmeyebilirdi ama o zaman içimiz rahat olurdu. Ben bu süreçte rol alanlardan olsaydım vicdanım kesinlikle rahat olmazdı. İçimdeki “acaba” duygusu beni kemirir rahat vermezdi. Şimdi sormak lazım: Bu çocuğun sebebi kim? Ülkeyi bu hale getiren siyasiler mi, onlara uyan yargıçlar mı, savcılar mı yoksa olan bitene sessiz kalan, küçük bir azınlık hariç, vicdanını yitirmiş koca bir toplum mu?