Kanun hükmünde Kararnameye (KHK) uğramış olan kamu görevlilerinin göreve dönmek için yaptıkları başvuru ve açtıkları davalarda OHAL Komisyonu ve davalı idareler “memurların sadakat yükümünden” söz etmekte bu kavramı savunma ve kararlarında sıklıkla kullanmaktadırlar. Bunu yaparken zorlama bir iddia ile, sıradan bir memur darbeye kalkışmış gibi, 15 Temmuzdan bahsetmekte ve sözü sadakatle bitirmektedirler.

Doğrudur, Anayasanın 129/2 maddesi “Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler” hükmünü içermektedir. Devlet Memurları Kanununun 6’ncı maddesi de “Devlet memurları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatle bağlı kalmak ve milletin hizmetinde Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını sadakatle uygulamak zorundadır” demektedir.

Baştan belirtmek gerekir ki Anayasa hükümleri kişileri doğrudan doğruya bağlamaz. Kişilere doğrudan uygulanma kabiliyeti yoktur. Anayasa bir çerçevedir, temeldir ve muhatabı kişiler değil idaredir. Anayasa idareye, yetkilerinin karşılığında görev ve sorumluluklar yüklerken kişilere ise daha çok hak ve hürriyetler verir. İdareden de bunların tanınmasını ve yasal düzenlemelerle kullanılabilir hale getirmesini ister. Birkaç örnek verelim ve uygulamasından söz edelim.

Örneğin, Anayasa göre bilgi edinme hakkı vardır.

Khk’lılar 15 Temmuzdan sonra ne sorsa tüm kurumlar ağız birliğiyle “kapsam dışı” der ve bu hak fiili olarak “bilgi edinmeme” hakkına dönüşür. Bu bilgi edinmeme itirazlarına bakacak Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu Başbakanlığın lağvedildiği Nisan 2018 referandumundan Kasım 2019’a, Erdoğan üyeleri bir türlü atamadığından, yani bir buçuk yıl boyunca çalışmaz.

Örneğin, Anayasaya göre vatandaşların çalışma hakkı vardır.

Ancak khk ile ihraç edilen kişilerin sadece kamuda değil özel sektörde çalışması da engellenir. Diplomalar bir işe yaramaz, insanlar atıl kalır, işgücüne katılmaz. Çalışanlar da eğitim ve yeteneklerinin dışındaki işlerde düşük ücret ve güvencesiz olarak çalışmak zorunda kalır.

Örneğin, Anayasaya göre seyahat hürriyeti vardır.

Ancak khk’lıların yeşil pasaportları iptal edilir, normal pasaport da verilmez. Kendilerinden dolayı eşlerinin ve çocuklarının pasaportları da iptal edilir. Onların da yurt dışına çıkışları engellenir. Halbuki Anayasa “Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir” demektedir. Ortada hakim kararı yoktur ama yasak vardır.

Örneğin, Anayasaya göre önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı vardır.

Ancak uygulamada bu hakkın kullanılması mümkün değildir. İki kişinin hatta tek bir kişinin silahsız, saldırısız, şiddetsiz ve zararsız olarak bu hakkı kullanmasına müsaade edilmez. Valilikler sebepsiz veya ilgisiz nedenlerle bu hakkın kullanımını yasaklar. Bir tarafta terörist annelerine polis nezaretinde gösteri yaptırılır diğer tarafta hukuksuzca müebbet hapse mahkûm edilmiş Harbiyeli annesine, işini isteyen memura/işçiye, hakkını arayana anında ve orantısızca müdahale edilir.

Örneğin, Anayasaya göre yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı vardır.

Ancak khk’lılar yapılan uygulamalarla ağaç kabuğu yemeye ve medeni/sivil ölüme mahkûm edilir. Onbinlerce khk’lı haklarındaki davalarda takipsizlik veya beraat kararı verilmesine rağmen görevlerine iade edilmez. Kanunların tanıdığı en temel haklardan faydalanmaları çeşitli uygulamalarla engellenir.

Anayasanın tanıdığı hak ve hürriyetler ve bunların nasıl etkisiz hale getirildiği, uygulanmadığı daha sayfalarca uzatılabilir. Şimdi sormak gerekir;

Bu durumlarda Anayasaya sadakatsizlik yapan memur mudur yoksa iktidar mıdır?

Yukarıda Anayasanın 129/2 maddesi hükmünü vermiştik, hemen devamındaki 129/3 hükmü ise şu şekildedir: “Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları mensuplarına savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez.”

Anayasanın genel hükümleri kapsamında düzenlenen Devlet Memurları Kanununun 125 ve devamı maddelerinde memurlar için yasak olan ve yaptırım yani disiplin cezası gerektiren fiiller beş bent halinde tek tek sayılmıştır. Anayasa, memura en basit disiplin cezası olan “Uyarma” cezası vermek için dahi savunma hakkı tanıyacaksın demektedir. Kanunun E bendinde “Devlet memurluğundan çıkarma” cezası gerektiren fiiller sayılmıştır. Bunların içinde “sadakatsizlik” diye bir fiil yoktur. Zaten olamaz da çünkü bu kavram somut değil genel ve soyut bir kavramdır. Maddede sadakatsizlik olarak değerlendirildiğinden devlet memurluğumdan çıkarma gerektiren eylemler bir değil 11 ayrı alt bent halinde sayılmıştır.

Dahası da var. Anayasa 129/3 der ki “Disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz.” Örneğin, mesaiye 2 saat geç katıldığı için verilen uyarma cezası nedeniyle memur; idare mahkemesi, istinaf mahkemesi, Danıştay ve hatta bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurma imkânına sahiptir. Buna karşın Anayasaya aykırı olarak savuma hakkı verilmeden ve Anayasaya aykırı olarak ihraç edilen memurlar için ilk dönemlerde bir yargı yolu yoktu. Ancak bir yıl sonra faaliyete başlayabilen ve memurlar hakkındaki çıkarma işlemi sırasında var olmayan tamamen idarenin kontrolünde OHAL Komisyonu kurulabildi daha uyduruldu. Bu Kurulun kararlarına karşı da Anayasanın “tabi hakim” ilkesine aykırı olarak sonradan “özel yetkili idare mahkemeleri” oluşturuldu.

Bu durumda Anayasaya sadakatsizlik yapan memur mudur yoksa başkaları mıdır?

Son olarak şunu eklemek gerekir. 15 Temmuzdan sonra Kanundaki “devlet memurluğundan çıkarma” sebeplerine “Terör örgütleriyle eylem birliği içerisinde olmak, bu örgütlere yardım etmek, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgütleri desteklemeye yönelik kullanmak ya da kullandırmak, bu örgütlerin propagandasını yapmak” şeklindeki 125/E/I) maddesi eklenmiştir.

Bu düzenleme 15 Temmuzdan önce var olsaydı buna dayanarak, khk’lar ile ihraç edilen, hiçbir memur disiplin yoluyla meslekten çıkarılamazdı. Yani sonradan konulan hüküm bile önceki işlemlerin dayanaksız olduğunu, yapılanların sadece Anayasaya değil Kanuna aykırı olduğunu da açıkça ortaya koymaktadır.

Bu durumda Anayasaya sadakatsizlik yapan memur mudur yoksa başkaları mıdır?

Eğer yeminine sadık olmayan birisi varsa;

"Devletin varlığı ve bağımsızlığını vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim” deyip yeminine uymayanlardır,

Kendi makam ve istikbali için çalışıp astlarının hukukunu korumayanlardır,

Yüce divana göndermezsem namerdim deyip yeminine aykırı davrananlardır,

Beş vakit “yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz” deyip menfaat için eğilenler, kul köle olanlar ve ölümlü liderlerine tapanlardır.

Mehmet ALKAN