Kelepçe takılması zorunlu mudur, kelepçe hangi hallerde takılır? Yanlış uygulamalar ve sebepleri nelerdir? Doğru uygulama için yapılması gerekenler nelerdir? Cevapları bu yazıda…

Kelepçe konusunu, hep birlikte öldürdüğümüz, kanser hastası minik Ahmet Ataç’ın acılı babasının oğlunun mezarına bir manga jandarma nezaretinde ve kelepçeli olarak getirilmesi üzerine yazmaya karar verdim. İşler güçler derken kaldı. Ordu’da sokağa çıkma saatini geçiren bir çocuğun babasına kelepçe takılmaya çalışılması görüntüleri üzerine kalemi elime aldım ve yazdım.

Önce bu konudaki mevzuat hükümlerini yazalım:

5271 sayılı CMK Madde 93: Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir.”

Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği Madde 7: “Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir.”

5275 sayılı Ceza İnfaz Kanunu Madde 50: “…Sevk ve nakil sırasında kaçmayı önlemek için; Hekimin talimat ve gözetiminde olmak üzere tıbbî nedenlerle; Diğer kontrol usullerinin yetersizliği hâlinde hükümlünün kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için kurum en üst amirinin emriyle kelepçe ve bedensel hareketleri kısıtlayıcı araçlar kullanılabilir

5275 sayılı Ceza İnfaz Kanunu Madde 115:Tehlikeli halde bulunan, delil karartma tehlikesi olan, soruşturmanın amacını veya tutukevinin güvenliğini tehlikeye düşüren veya suçun tekrarına olanak verecek davranışlarda bulunan tutuklulara soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince, saldırganlık göstermesi hâlinde belirli süreyle kelepçelenmesi veya hareketlerinin engellenmesi tedbiri alınabilir.”

2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu Madde 16: “Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü; Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir…”

Bu hükümlere göre;

Birincisi kelepçe takılması kural değildir istisnadır, istisnadır, istisnadır.

İkincisi kelepçe takılması keyfe keder bir işlem değildir. Bu işlem gerekli ve zorunlu olmalı ve bu ortaya konulmalıdır.

Üçüncüsü kelepçe takma gerekçelerinin başında mukavemet ve kaçma ihtimali gelmektedir.

Hatırlarsanız Kasım 2015’de Manisa’da gözaltına alınan kadınlara kelepçe takılması üzerine polisler hakkında idari soruşturma başlatılırken Valilik “Hukuki süreçte suçluluğu sabit olmayan hiç kimsenin, hele de toplumda çok olumlu bir imajla algılanan başörtülü bayanların, şartları oluşmadan böyle bir işleme tabi tutulmaları her kademede üzüntüyle karşılanmıştır” şeklinde açıklama yapmıştı.

Mevzuat ve hal böyleyken birileri için “Allah’ın lütfu” olayından sonra kelepçe takılması “vaka-i adiye”den oldu. Hatta ters kelepçe takılmayanlar kendini şanslı hissettiler.

Bu süreçte; kanun nizama bakılmadan, bir ayrıma gitmeden öğretmene, hakime, savcıya, doktora, askere, öğrenciye, bürokrata, memura, esnafa, çiftçiye, işçiye, ev kadınına kelepçe takıldı. Hatta ancak çok tehlikeli ve normal kelepçeyle zapt edilemeyen azılı suçlular için uygulanması gereken ters kelepçe takıldı.

Hiçbir şeyden habersiz sokağa çıkarılan, silahını eliyle teslim eden, hiçbir eylemde bulunmayan, kendi teslim olan; erlere, askeri öğrencilere, askeri personele ters kelepçe takıldı.

Evinde çoluk çocuğuyla otururken, terör eylemi değil, yasal ve rutin faaliyetleri nedeniyle gözaltına alınan, evini kendi tarif eden, çağrı üzerine eve gelen sıradan vatandaşlara hiç gereği yokken kelepçe takıldı.

Silah değil kalem tutan, kitap tutan, çocuk seven, biberon tutan, yemek yapan, mutfak kokan ellere istisnasız kelepçe takıldı.

Babasının mezarına ellerinde kelepçeyle getirilen, bu da yetmez gibi bir de sevk komutanına kelepçelenen ve üstüne bir de kol kelepçesi yapılan Harbiyeli sanırım babasının ölümü kadar olmasa bile bu muameleye de üzülmüştür.

9 yaşında göz göre göre hayatını kaybeden oğlunun mezarına 10 jandarma ile getirildiği yetmez gibi kelepçeli olduğu için toprağı okşayamayan, azılı terörist değil, öğretmen Reha Ataç da bu muameleye çok üzülmüştür.

Daha beteri var. Haksız yere kelepçe takılan kişiler adliye, hastane, revir, cezaevi arasındaki sevk ve nakillerde araç içinde saatlerce kelepçeli olarak tutuluyor. Ve hatta ayrıca araca da kelepçeleniyor. Oysa bu uygulamanın ise hiç dayanağı ve kabul edilebilir tarafı yoktur. Düşünün ki hastasınız kampüs, ama üniversite kampüsü değil, içindeki dispansere gideceksiniz. Önce ellerinizden kelepçeleniyorsunuz sonra da araca binip bir de oraya kelepçeleniyorsunuz. Halbuki demir ızgaralı minicik pencereleri olan demirden ibaret araçtan kaçmanız mümkün değil, kaçsanız kampüsten çıkmanız mümkün değil ve zaten öyle bir niyetiniz ve emare yok ama kelepçeler çifter çifter vuruluyor. Ya da şehirlerarasında 10 saatlik sevktesiniz ve kelepçelisiniz. İsyan etmez misiniz?

Ters kelepçe! Kelepçe normal şartlarda önden takılırken çoğu zaman ters kelepçe olarak tabir edilen ellerin arkada birleştirilmesi şeklinde takılmaktadır. Bu takma şekli ancak aşırı saldırganlık ve normal kelepçe takılmasının etkisiz kalması gibi çok çok olağanüstü durumlarda ve geçici olarak uygulanabilir. Tehlike ve tehdit oluşturmayan kişilere ters kelepçe takılması kişiye hakarettir ve hukuk dışı bir uygulamadır. Bu tür kelepçeleme omuz ekleminin zorlanması başta olmak üzere “pozisyonel işkence” olarak kabul edilmektedir.

Kelepçeye neden karşıyız? Çünkü kelepçe takılması kişiye hakarettir bir aşağılamadır. Kelepçe şüpheli/sanığın bileklerini ve kollarını acıtır. Kişiye çevreye karşı aşağılanma duygusu verir. Bu sebeple kelepçe zorunlu olsa bile bu görüntünün basın yayın organlarına düşmesine izin verilmemelidir. Bu konularda aksini düşünenlere sormak gerekir; “aynı muamelenin kendinize veya yakınlarınıza yapılmasını ister misiniz?”

Mesele nedir? Mesele ne Ahmet’tir ne Ayşe’dir mesele masumiyet karinesidir, lekelenmeme hakkıdır, her şeyden üstün olan insan onurunun korunmasıdır. Çünkü suçlu da olsa insan onuruna saygı duyulması zorunludur. Mesele hukuk devletidir. Ama hem devlette hem toplumda kişileri daha baştan suçlu kabul eden suçluluğun değil suçsuzluğun ispat edilmesi anlayışı kelepçe takılmasını çok da önemsemiyor ve “suçlu hak etti” diye düşünülüyor.

Asıl mesele nedir? Asıl mesele kolluğun kendini devletin sahibi ve hamisi, hakkında bir iddia olan vatandaşları peşinen suçlu, hain ve kötü görmesidir. Asıl mesele kolluğun “kolluk kuvvetinden kolluk hizmetine evrilememiş” olmasıdır. Asıl mesele literatürde “her an bir suçun mağduru olma korkusu” anlamına gelen “suç korkusu”nun ülkemizde “her an kolluğun mağduru olma korkusu” şekline gelmesidir. Asıl mesele siyasilerin kolluğu halkı hizaya getirmek için bir aparat olarak kullanmak istemesi ve kolluğun da buna rıza göstermesidir.

Yakın zamanda gördük ki; sokağa çıkma yasağını ihlal edenler duvar dibinde arkası dönük olarak sıralandılar; yine sokağa çıkma yasağını ihlal eden bir genç göğsünden vurularak hayatını kaybetti; kimlik göstermeden kimlik soran sivil görevliler itiraz eden vatandaşa şiddet uyguladılar; kamuoyuna mal olmuş birçok kişiye (Hakan Aygün, Taylan Kulaçoğlu vd.) kelepçeli işlem yapıldı; silahsız şiddetsiz ve zararsız olarak anayasal toplantı ve gösteri hakkını kullanmak isteyen bir iki kişiye karşı (Melek Çetinkaya, Cemal Yıldırım vd.) şiddetle müdahaleler yapıldı; adliye önünde açıklama yapmak isteyen avukatlara karşı güç kullanılarak kapıdan bile çıkarılmadı ve benzeri birçok olay meydana geldi.

Sebep nedir? Bu husus ayrı birer makale konusu olmakla birlikte memurların fütursuzca eylemlerde bulunmasının başta gelen nedeni idarenin memurunu koruma kültürüdür. Bu kültür 4483 sayılı Kanunla da memurların üzerinde bir zırha dönüşmüştür. Allah’ın lütfundan sonra çıkarılan “koruma kanunu” ise işin tuzu biberi olmuş, kolluğu ve bürokrasiyi adeta suç işlemeye teşvik etmiştir. İdarecilerin tutumu da önemlidir. Düşünün ki kolluğun en üst amiri olan Bakan, görevi ve varlık sebebi yasama ve yürütmenin denetlenmesi olan en üst yargı organı Anayasa Mahkemesinin kararlarını beğenmediğini, cami ses sitemini sabote eden kişiye “cami dibinde ezan dinletmek” cezası vereceklerini, bir söyleminin aksinin ortaya çıkması üzerine bu söylemini hatırlatan gazeteciyi (Müyesser Yıldız) “pkk sevici” olarak itham etmektedir. Bunlar kadar önemli hatta en önemli etken ise mağdurlardaki hak aramama kültürüdür.

Çözüm nedir? Çözüm siyasilerin tutum ve söylemleriyle örnek olması, hukuk devleti ilkesinin içselleştirilmesi, 4483 sayılı Kanunun kaldırılması, kolluğun kuvvet değil hizmet eden anlayışa evrilmesi, devletin değil bireyin/vatandaşın ölümün değil yaşamın kutsal olduğunun farkına varılması ve mağdurların haklarını sonuna kadar aramasıdır.

Sonuç olarak; Kelepçe takılmaması kural takılması istisnadır. Kişilerin fiziki durumu, yaşı, cinsiyeti ve sağlık durumu göz önüne alınarak her olay için ayrı bir değerlendirme sonucunda ancak gerekli ve zorunlu görülmesi halinde kelepçe tedbirine başvurulabilir. Kanunun bu halde bile takılır değil “takılabilir” dediği gözden kaçırılmamalıdır. Ortada kaçma, kendine ya da başkasına zarar verme gibi olağanüstü bir durum yoksa kimseye kelepçe takılamaz. Bu tüm sevklerde uygulanması gereken temel kuraldır. Mevcut örgüt üyeliği (fütü, yazım doğrudur) davalarında şüpheli/sanıkların devlet memuru, esnaf, ev kadını gibi sıradan vatandaşlar olduğu göz önüne alınarak kesinlikle kelepçe takılmamalıdır. Şüpheli/sanıklar kelepçe takma mevzuatını hatırlatıp işleme mutlaka itiraz etmelidir. İtirazların sonuçsuz kalması halinde kolluk görevlileri hakkında ilk fırsatta şikâyette bulunulmalı ve bireysel başvuru dahil hukuki süreç sonuna kadar takip edilmelidir. Hele zırhlı araç içinde tekrar bağlanmak, hastanedeki kontrollü giriş çıkışa sahip mahkûm odasında başında bir de nöbetçiler varken ve canınla uğraşırken bir de yatağa kelepçelenmek kabul edilemez. Bir dahaki yazıda yine yanlış uygulamaların yapıldığı “gözaltı” konusunu yazacağım. Esen kalın…

Mağdur bir kadının konuya ilişkin duygu ve düşünceleri aşağıdaki gibidir:

“3.5 ay haksız hukuksuz zindanda tutulduktan sonra ilk duruşmaya çıkarılmak üzere Sincan cezaevinden Ankara adliyesine sıkı güvenlik önlemiyle ellerimiz demir kelepçeli 85 kadın getirildik. Ankara adliyesinin zemin katındaki nezarethaneden altıncı kattaki duruşma salonuna karanlık dar bir dehlizden sağımız solumuz silahlı askerler bir patırtı bir telaş...O karanlıkta gördüğüm kelepçeli kollarıma girmiş askerler sağımda solumda önümde koşturan askerlerin silahları postalları...korktum…sinir krizi geçirdim, neresi burası, nereye götürüyorsunuz, ne yapacaksınız bize diye bağırdım. Sonrasını hatırlamıyorum. Kelepçe nedir, kime takılır? O korku yalnız ve savunmasız bir kadına neden yaşatılır? Ben o günü de kelepçeyi de unutmak için iki yıl ilaç kullandım ama hala unutamadım. Cezaevinde rahatsızlandım. Cezaevi doktoruna götürmek istediler saatlerce götürmeye ikna edemediler. Koluma kelepçe takıp o araca bağlanmak istemiyorum orada çok korkuyorum o yüzden gitmeyeceğim dedim. Maalesef bu ülkede suçsuz da olsan ölüm halinde de olsan kelepçe takılır...”

Fotoğraf-1: Fotoğrafa bakınca “seri katil” yakalanmış sanmayın. Tutuklu askeri öğrenci babasının mezarına getiriliyor. Bir kelepçeyle elleri bağlı, ikinci kelepçeyle sevk komutanına bağlı, üçüncü olarak bir er’de “kol kelepçesi” yapmış! Görünen en az 7 kolluk personeli var. Bu görüntüye sebep nedir?

Fotoğraf-2: Oğlunu kaybetmiş acılı bir “öğretmen” baba, elleri kelepçeli, görünen en az 10 kolluk görevlisi var. Bu fotoğraf hem ölüye hem diriye saygısızlık değil midir?

Fotoğraf-3: Yanlış kolluk uygulamalarının, varoluş sebebi halkın doğru haberi zamanında ve objektif olarak alması olan, “basın” tarafından desteklenmesi kötünün de kötüsü değil midir? Kolluğa fayda değil ancak zarar verir (Olayda kolluğun silah kullanma yetkisine değinilmediği gibi şahıs bacağından değil göğsünden vurulmuştur).