Darbe teşebbüsü için gerekli ve şart olan cebir ve şiddet kullanmadığı halde “darbeci” yaftasıyla neredeyse 4 yıldır cezaevinde olan askeri personelin özgürlüğüne kavuşması için infaz yasası değil insaf gereklidir.

Virüsün de etkisiyle infaz indirimine ilişkin çalışmalara hız verildi ve bu hafta içinde yasanın çıkması bekleniyor. Cezaevi yapmakla övünen, adalet sarayları yapmasına karşın “Eski Türkiye” adaletini dahi mumla aratan, son dönem uygulamalarıyla adaleti katleden iktidarın Cumhuriyet döneminin rekorlarını kırarak cezaevlerini doldurduğu bu dönemde 250 binden fazla mahkûm/tutuklu ile bunların milyonlarca yakını adeta nefesini tutmuş düzenlemeyi bekliyor.

Siyasiler, basın, sivil toplum ve vatandaşlarsa, hemen her konuda olduğu gibi, olaya kendi açısından bakarak hangi suçların kapsam dışında kalması gerektiğine dair kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Baştan belirtmek isterim ki devlet af veya indirim düzenlemesini yapıyorsa ve bir muafiyet olacaksa bu devlete karşı suçlarda değil kişilere karşı suçlarda olmalıdır. Yani sen önce devlet olarak sana karşı işlenen suçu affet sonra vatandaşa karşı işleneni düşünürsün.

Diğer taraftan bu düzenlemenin “sağlık” daha doğrusu “hayat” üzerindeki ciddi tehlike nedeniyle yapıldığı göz önüne alındığında muafiyetin, en azından tehlike geçene kadar, “ev hapsi, elektronik kelepçe vb.” şekilde uygulanması ve muafiyet olmaması amaca daha uygun olacaktır. Bu konuda bu köşede bir hafta önce “Virüs ve İnfaz Yasası” başlıklı yazıyı yazmıştık. Bu yazıyı kaleme almamızdaki sebep darbe teşebbüsüne katılmadığı halde neredeyse dört yıldır “darbeci” diye cezaevinde tutulan askerlerdir.

Şimdi bazıları diyecek ki sen nasıl olur da darbecilere af/indirim istersin! Hatta bazı papağanlar diyecek ki 251 şehit ne olacak?

Birincisi konuşmadan, anlamadan, dinlemeden sorunları çözemeyiz. Bu konuyu yani darbe teşebbüsü olayını konuşmamız gerekir ama nedense birileri bu konuda kendi söylemleri dışında bir söz söylenmesini istemiyor. İkincisi o şehitlerin katilleri kimse hesap sorulması gereken onlardır. Elbette adil yargılanma ilkeleri kapsamında suçlu olduğu ispat edilenlere gereken yaptırımlar uygulanmalıdır, bunun sonuna kadar arkasındayız. Üçüncüsü ben darbecilerden bahsetmiyorum, yani bu teşebbüsün planlama, icra veya yardım safhalarına bilerek isteyerek katılmış kişilerden söz etmiyorum. Hiçbir yasadışı eylemi ve bu yönde somut ve inandırıcı delil olmadığı halde varsayımlarla, faraziyelerle “darbeci” yaftası vurulanlardan bahsediyorum.

Hukuka göre eylem kime aitse fail odur, sorumlu odur. Kimse kimsenin eyleminden sorumlu tutulamaz. Askerlik yapanlar bilir ki askerlikte “emir demiri keser” ve Askeri Ceza Kanununa göre askerin ancak “konusu açıkça suç teşkil eden” emirleri yapmaması gerekir, yaparsa emir verildi diyerek sorumluluktan kurtulamaz. Şimdi düşünün ki siz uzman çavuş, astsubay veya subaysınız ve birliğinizden “tatbikat var, gece eğitimi var, PKK saldırısı var, IŞID saldırısı var” diyerek veya bir sebep bildirilmeden “birliğe/kışlaya gelin” diye emir veriliyor, ne yaparsınız? Elbette gideceksiniz! Kaldı ki şehirlerde bombaların patladığı zamanlarda bu tür bir durumlar çok da olağanüstü bir hal değildir, bilinen alışık olunan bir haldir. Ayrıca personele hafta sonu dikkatli olmaları, saldırı olabileceği, özel araçla seyahat etmemeleri, ailelerini uyarmaları, kalabalık yerlere girmemeleri, her an her yerde terör saldırısı olabileceği neredeyse periyodik “istihbarı duyumlar” kapsamında sürekli aktarılmaktadır, yani bu saldırı hikayesinin öncesi ve inandırıcılığı vardır.

* Hakkında hiçbir somut ve inandırıcı delil olmadığı halde darbeci diye 2-3 yıl hapis yatıp beraat eden hatta göreve dönen yüzlerce askeri personel var.

* Darbeye iştirak etmediği halde, hatta darbeyle ilgili olarak yaprak bile kıpırdamayan illerde dahi, sırf emre uyarak kışlaya geldi diye yıllardır hapiste olan askeri personel var.

* Darbeye katılmayı ve kalkışmayı aklının ucundan geçirmediği halde sadece emre uyarak, terör saldırısına karşı gittiğini sanarak kışladan çıktığı için yıllardır hapiste olan askeri personel var.

* Darbe teşebbüsü sırasında Yalova’da eğitim kampında olmalarına rağmen “terör saldırısı var” denilerek hiçbir şeyden habersiz otobüslere bindirilip ortada bırakılan ve sonrasında 259’una müebbet hapis cezası verilen neredeyse 4 yıldır hapiste olan Hava Harp Okulu Öğrencileri var.

* Benzer şekilde benzer sebeplerle kışlaya çağrılan, sokağa çıkarılan ama suç oluşturan bir eylemi olmadığı halde müebbet hapis cezası/ağır hapis cezaları alan Astsubay Öğrencileri var, Subay/Astsubay Kursiyerleri var.

Bu subay/astsubay/uzman çavuş/askeri öğrenci/kursiyerlerin ortak özelliği; darbe teşebbüsünden haberlerinin olmaması, silah kullanmamaları ve şiddet eyleminde bulunmamalarıdır.

Hayatın kısalığı ve zamanın acımasızlığı karşısında insan ömründen giden bir günün; anaların, eşlerin, çocukların gözyaşlarının, çekilen çilelerin telafisi mümkün değildir. Bir inat ve ders verme uğruna insanların acı çekmesi ve mağdur edilmesi kabul edilemez. Bu noktada daha da ileri giderek şunu diyeceğim; bu kişilerin özgürlüğüne kavuşması için ihtiyaçları af veya infaz indirimi değil mevcut hukukun uygulanmasıdır. Başka bir deyişle mevcut hukuka göre bu kişilerin suçu yoktur. Çünkü evrensel ceza hukuku ilkelerine göre eylemsiz suç olmaz. Ortada suç oluşturan bir eylem yoktur. Buna rağmen bu kişiler TCK’nın “Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar” şeklindeki 309. maddesinden yargılanıyorlar.

Görüldüğü gibi mevcut kanun ve hukuk zaten bu suçun oluşmadığını açık ve net şekilde ortaya koyuyor. Dolayısıyla bu kişilerin mağduriyetinin sonlanması için mevzuatın uygulanması yeterli olacaktır. Bugün adi suçlar dışında onbinlerce kişiyi içerde tutan somut deliller değil hukukta yeri olmayan varsayımlardır, önyargılardır, eylemler değil kamuoyunda yaratılan algıdır ve maalesef siyaset tarafından adeta esir alınan bağımlı yargıdır. Bu konularda aksini iddia eden “objektif fikir sahipleriyle” her ortamda konuşmaya, tartışmaya hazırız. Kısacası bu insanların özgürlüğüne kavuşması için gereken infaz yasasından önce mevcut hukuku uygulayacak insaf ve vicdana sahip olmaktır.

Son söz, bu konuyu gündeme getirmedeki amacımız suçu günahı olmadığı halde cezaevlerinde çile çeken bu insanlarla onların gözü yaşlı anne baba eşleri çocukları hakkında bir farkındalık yaratmaktır. Kabul edelim ki aslında bu işler bize düşmez, düşmemelidir. Çünkü mevzuata göre “Amirler, maiyetlerinin ruhlarına hâkim olmalıdır. Onların resmî veya hususi işlerinde muvaffak olmalarını temin için mümkün olan yardımları yapmalı, onların haklarını korumalı, onlara candan bir baba ve büyük kardeş duygusu ile her türlü yardımda bulunmalıdır…Amirler, maiyetinin katlandığı her türlü zahmet ve mahrumiyetlere fiziki imkân nispetinde beraber katlanmalı, bir kolaylık çıkınca bunlardan istifade için nefsini sona bırakmalı ve bir zorluk çıkınca bilâkis öne atılmayı şerefli bir vazife telakki etmelidir”. Ancak rütbesi ve makamı büyük ama yüreği küçük sözde komutanlar bırakın maiyetinin hakkını korumayı, aramayı makam ve istikbal kaygısıyla onları ateşe atmış, yüzüstü bırakmıştır. Onlara inat biz doğruları söylemekten çekinmeyeceğiz, bu dünyada herkes kendine yakışanı yapar ve en adil hakem olan tarih kimin ne yaptığını ortaya koyacaktır. Dediklerimizde haklıyız ve haklılık kadar insana güç veren hiçbir şey yoktur. Herkesi insafa, vicdana, empati yapmaya davet ediyorum. Sağlıklı ve adaletli günlere…