BAŞSAVCIYA AÇIK MEKTUP

Yargı, vatandaşı siyasi ideoloji doğrultusunda terbiye etme ve korkutma aracı değildir. Ceza yargılamasının amacı devleti korumak ve kollamak da değildir. Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı sıradan davalarda değil “siyasi” davalarda belli olur. Hukuk algılarla değil olgularla ilgilenir. İnsanların ne olduğuna değil ne yaptığına bakılır.

***

Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman aralık ayı sonunda düzenlediği basın toplantısıyla 2019 yılına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Başsavcının açıklamaları üzerine aklımıza takılan bazı hususlara ilişkin olarak bu yazıyı kaleme aldık ve sorular sorduk, umarım cevap alırız. İnternet medyasından ulaşılan ilgili açıklamalar italik olarak verilmiş, akabinde değerlendirmelere ve sorulara yer verilmiştir.

***

Ama hepsinden önce sormamız gereken ilk soruyu soralım: Sayın Başsavcı bugün oturduğunuz makamda olmanızda; Pınarhisar Cezaevi Savcısı olduğunuz dönemde cezaevinde kalan, kendi anlatımına göre bu sırada binlerce kişiyle görüşerek partisinin temelini atan, tanıkların anlatımlarına göre cezaevinde mangal partileri yapan Akp Başkanına yaptığınız uygulamaların bir payı var mıdır? Bugüne kadar bu konuda ortaya atılan iddia ve anlatımlara karşı bir yalanlamanız olmuş mudur?

***

Örgütün yüzde yüz temizlendiğini kimse iddia edemez, ancak operasyonel gücü kalmadığını söyleyebiliriz. Hem devletimiz hem milletimiz için bu terör örgütü ortadan kaldırılmadığı sürece tehdit devam eder…

OHAL ilanından sonra başlayan süreçteki hukuksuzlukların başlangıç yeri olan kolluğun en üst amiri olan Süleyman Soylu’nun son açıklamasına göre 559 bin kişiye silahlı terör örgütü üyeliğinden soruşturma açılmıştır.

Kimse sormuyor ama biz soralım: 559 bin kişilik bir terör örgütü olur mu? Bunun dünyada ve tarihte bir örneği var mıdır? Bu konuyu hiç düşündünüz mü? Ortak bir tanımı bulunmayan terörün olmazsa olmazının “şiddet” olduğu dikkate alındığında, darbe teşebbüsüne katılanlar hariç, “terörist” addettiğiniz bu kişiler hangi şiddet eylemine karışmıştır? Çok uzağa gitmeden örneği hemen kendimden vermek isterim; Şehit Yüzbaşı Ali Alkan’ın abisi, 22 yıl subaylık yapmış olan Yarbay Mehmet Alkan hangi şiddet eylemlerine katılmıştır da “silahlı terör örgütü üyesi” olarak yargılanmıştır?

Terörist addedip düşman ve hain gözüyle baktığınız ve içlerinde birçok şehit yakını da bulunan; başörtülü bacım, sakallı dede, pazarcı teyze, öğretmen, doktor, akademisyen, hakim, savcı, polis, subay, astsubay, uzman çavuş, erbaş/er, askeri öğrenci ve memur gibi sıradan vatandaşlar hangi şiddet eylemlerine katılmıştır? Darbe teşebbüsü gecesinde daha uçaklar havadayken HSK’nın gece yarısı 2.744 hakim/savcıyı açığa almasını ve ertesinde ihraç etmesini nasıl açıklarsınız?

Savcıların; hukukilikten uzak, tamamen varsayım ve faraziyelere dayalı, akla, mantığa ve hayatın olağan akışına aykırı sözde iddianamelerinde opus dei, çok acayip hatta macayip diye nitelediği örgüt, size göre, ayaktayken, kuvvetliyken ne yapmıştır da bugün gelinen noktada ne yapabilecektir? Yine bu kapsamda aklıma takılan ancak cevap bulamadığım bir soru da şudur; dünyadaki bütün örgütler adını kendi koyarken bu örgütün adını kim koymuştur? İlginç olan başka bir husus da adını koyanlar, kolluk ve adli makamlar aracılığıyla, kendilerinden başka herkese örgüt üyeliği dayatmakta değil midir?

***

Ankesör soruşturması kapsamında 6 bin 906 kişi hakkında soruşturma açıldı, 2 bin 765 kişi hakkında gözaltı kararı verildi, bu kişilerden bin 107 kişi tutuklandı, 754 kişinin etkin pişmanlık hükümlerinden yararlandı...

Baştan belirteyim ki, TSK’nın tasfiyesi için kullanılan, ankesör saçmalığın daniskasıdır. Kişinin ankesörden aranmasının nedeni nedir? Örgüt üyeliğinin ortaya çıkmamasıdır, değil mi? Çok güzel, peki bu gizlilik ne zamana kadar, nereye kadar olacaktır? Cevabı biz verelim; üyeyi kullanacağımız zamana kadar değil mi? Üyeyi, toplantı var gel namaz kılalım, Kur’an okuyalım diye arayan gerzekler her nedense darbe öncesinde “haydi arkadaş silahını teçhizatını al, birliğinin başına geç, darbe yapıyoruz” diye aramıyor! Neden? Ondan sonra üyeler ya uykuda ya tatilde ya gezide olduğundan sonra iş askeri öğrenciye ere erbaşa kalıyor! Üstelik ankesör operasyonu yapılan birçok kişi emekli olmuş, yani görevdeyken bir şey yapmamış ve silahlı kuvvetlerden ayrılmış. Ankesörden aranmış olmayı kesin delil varsayan savcılarınız haydi bu kişilerin hts kayıtlarını çıkaralım dendiğinde buna gerek yok diyor, neden? Sonrasında 217 hat kapsam dışına çıkarılıyor, neden? Birçok hattın olmadığı ortaya çıkıyor, neden? Şahsın arandığı söylenen tarihte asker olmadığı ortaya çıkıyor, neden? İktidar kendince 2013 yılı sonunu milat olarak belirlerken ankesör aramalarında hiçbir milat ayrımı yapılmıyor, neden?

Hatta bu iş öyle bir saçmalığa ulaşmış durumdaki, ankesör soruşturmasında tutuklanan birçok asker, terörle mücadele harekâtı bölgesinde ve Suriye’de görevde olduğundan onlara “terörist” olarak operasyon yapmak için görevlerinin sona ermesi bekleniyor. Yani asker bugün ölse omuzlar üzerinde “şehit” yarına kalsa “terörist” oluyor! Hatta şehit olanların ismi dahi ankesör listelerinde yer alıyor bir nevi “terörist şehit” diye bir kavram doğuyor.

Ceza hukukundaki evrensel ve temel ilkelerden birisi de “eylemsiz suç olmaz” kuralıdır. Başka bir anlatımla yapılan bir eylem ceza kanunlarında yer alan bir suç tanımına uymalıdır ki suç oluşsun, buna suçun maddi unsuru denir ki, belki, hukuk fakültesindeki derslerden hatırlarsınız. Ankesör saçmalığında suçlanan kişilerin bir eylemi yoktur, etken değil edilgendirler ve sonrasında suç oluşturan tespit edilmiş bir eylemleri yoktur. Eylem yoksa suç da yoktur, eylem olmadığı halde suç var diyorsanız işte orada orta çağa ait ve bizde ancak 1991 yılında kaldırılan düşünce suçu var diyorsunuz demektir. Bu konudaki önerim, insan hapsedilmekle düşüncesinden vazgeçemeyeceği için, mesela beni hapsederek gerçekleri söylemekten vazgeçiremezsiniz, orta çağda olduğu gibi insanları hapsetmek yerine onları yakmayı öneririm.

Kısacası insanların ne yaptığına değil ne olduğuna bakarak karar vermenin, siz de dahil, herkesi bir gün terörist yapabileceğini hiç düşündünüz mü?

***

Etkin pişmanlık oranının yüksek olmasına ilişkin olarak, kişisel tecrübe ve anlatımlardan hareketle, sormak isterim; kolluğun gözaltına aldığı şüphelilere etkin pişmanlık dayatmasından haberiniz var mıdır? CMK’daki yasak yöntemleri uyguladığını, şüphelileri korkuttuğunu, tehdit ettiğini, yorduğunu, yasaya aykırı vaatlerde bulunduğunu, mülakat adı altında ifade aldığını biliyor musunuz? Hatta kolluğun bu hukuksuzluklarına bir kısım savcılarınızın da alet olduğunu biliyor musunuz? Örneğin, soru alınması kapsamındaki soruşturmada, suç kısmına: evrakta sahtecilik, nitelikli dolandırıcılık ve silahlı terör örgütü üyeliği yazarak eylemi vahimleştirerek şüpheliyi korkuttuğunu, olayı abarttığını, oysa ortada olsa olsa çıkar amaçlı suç örgütü üyeliği olabileceğini, biliyor musunuz? Soru aldı dedikleri ve akademiden mezun edilmeyen o şüphelinin ve benzer şekilde birçok kişinin tekrar sınava girerek Hukuk vb. nitelikli fakülteleri kazandığını biliyor musunuz? Örneğin, ankesörcülere haber verilmeyince (!), darbeciler tarafından köprüye möprüye götürüldüğünden 42 aydır cezaevinde olan Hava Harbiyeli Sena Öğütalan’ın cezaevi şartlarında girdiği sınav sonunda Marmaray Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazandığını, buna rağmen Marmara Üniversitesi tarafından eğitim hakkının engellendiğini biliyor musunuz?

'Siyasi ayak soruşturması' gibi bir şey hukukta yok. Ama zaman zaman belli kişilerin ismi dosyalarda geçebiliyor. Öyle anlarda da gereği yapılıyor.

Hukukta siyasi ayak diye bir şey yok da; bir bankaya para yatırmanın, bir derneğe üye olmanın, bir okulda öğretmenlik yapmanın, bir sendikaya üye olmanın, bir internet sitesine giriş yapmanın, bir işyerinde sigortalı olarak çalışmanın, bir okula öğrenci gönderme gibi “yasal ve rutin faaliyetlerin” silahlı terör örgütü eylemi olması hukukta var mıdır?

Siyasi ayak deyince somut örnek vereyim; Ankara Büyükşehir Belediye Başkanıyken zorla istifa ettirilen Melih Gökçek adlı şahısla ilgili yaptığım ihbarın önce sümenaltı edildiğini, peşine düşünce ancak kırk gün sonra kayda alındığını ve bu şahısla ilgili olarak 2016 yılında açılan bir soruşturma dosyasına dahil edildiğini biliyor musunuz? Sıradan insanlar hakkında kısa sürede dava açılırken Melih Gökçek hakkındaki soruşturmanın dört yıldır yerinde saymasının sebebi nedir? Eğer bilginiz dahilinde değilse buradan bildiriyorum. Bakın bakalım dosya boş mudur dolu mudur? Deliller için onu istifa ettirerek kovan Akp Başkanı Erdoğan ve parselciliğini kamuoyuna duyuran ‘Facia’ Arınç’ın tanıklığına başvurabilirsiniz. Soruşturma savcısı iddianame hazırlamak, suç şüphesi yoksa takipsizlik kararı vermek, için acaba neyi bekliyor? Sizin talimatınızı mı? Eğer öyle ise siz neyi bekliyorsunuz?

***

Ekrem Yeter ile ilgili bizim açımızdan o dosya dolu bir dosyaydı. Mahkeme beraat kararı verdi. Karara itiraz ettik ve bozulacağını düşünüyorum.

Madem adliyenizdeki dosyalarla bu kadar yakından ilgileniyorsunuz o halde sormak isterim; ortada suç oluşturan bir eylem olmadığı halde dava açılan ve şahsımın terörist olarak yargılandığı davada mahkemenin beraat kararını “efendim bizim bir şey bulamamış olmamız olmadığı anlamına gelmez” diyerek istinaf eden savcıya da siz mi talimat verdiniz? O dosyanın da bozulacağını düşünüyor musunuz?

İnsanlara abidik gubidik sebeplerle iddianame düzenleyen savcılarınızın lağım medyasının “Telekom’u basan Yarbay Mehmet Alkan” konulu yalan haberi hakkındaki şikayetime takipsizlik kararı verilmesinde de bir dahliniz var mıdır? Cevabınız hayırsa bana göre içi gayet “dolu” olan 2016/13148 sayılı dosyaya bir bakar mısınız? Başsavcının diğer savcılara ve üst makamlara talimat ve tavsiye verme yetkisi var mıdır? Bu açıklamayı yapmanızda Arınç’ın hukuksuz KHK’lar için “facia” demesinin payı var mıdır? Bu yaklaşım ve açıklamalarınızla Atatürk’ün sadece savcılara verdiği unvanınızdaki “Cumhuriyet” kavramının konulma gerekçesine uygun hareket ettiğinizi düşünüyor musunuz? Atatürk’ün Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un “Cumhuriyet Savcıları; Meriç kıyılarında çalışan Türk köylüsünün kaybolan sabanından tutunuz da, bu yurtta yaşayanların uğrayacakları en ufak haksızlıktan, hatta Bingöl dağlarının ıssız kuytularında nafakalarını bekleyen öksüzlerin göz yaşlarından siz sorumlusunuz” demişken Akp tarafından yurt içinde hayat hakkı tanınmadığı gibi pasaportları gasp edildiği için yasal yollardan yurt dışına çıkamadığından Meriç’te Ege’de boğulan bebeklerden, çocuklardan, heder olan hayatlardan, medeni/sivil ölüme mahkum edildiği için intihar eden vatandaşlardan, anaların, eşlerin, çocukların gözyaşlarından sizce kim sorumludur? 

Bugün bazılarını “bunlar şucu bucu” diyerek terörist ilan ederken tamamen iktidarın kontrol ve güdümünde yapılan yeni savcı/hakim alımlarında bazı tarikat ve cemaatlerin “ön mülakat” yaptığını ve bu mülakatı geçemeyenlerin, artık bir formaliteden ibaret olan, asıl mülakatı da geçemediğini biliyor musunuz?  Ben biliyorum ve bu konuda sorduğum soruya Bakanlık “yok” dememiştir zaten diyemez çünkü canlı tanıklar var.

***

Hiç gereği olmayan bu açıklamalar yerine adliyenin işleyiş ve düzeninden sorumlu olmanız nedeniyle adliyelerin girişleriyle ilgilenmenizi talep ediyorum. Adında saray olan bu yerlerin girişinde bazı sarkık bıyıklı özel güvenlik görevlilerinin bulunmasına, vatandaşlara pazara gelmiş gibi “çantalar, montlar, saatler, kemerler çıkarılsın beyleeeer” bağrışlarına, insanların heladan çıkmış gibi ortalıkta pantolonlarının kemerini takmasına bir son verin. Oradaki cihazların hassasiyet ayarı sayesinde vatandaşlar kemer çıkarmaktan kurtulması çok kolay bir uygulamadır. Dosyalarla bu kadar ilgili olduğunuzdan belki haberiniz olmamıştır ama bu konudaki müracaatıma ve vekilinizle görüşme talebime olumsuz cevap verildi. Hatta vekiliniz vatandaşla muhatap olmayı uygun görmediğinden olsa gerek idari işler müdürü vasıtasıyla cevap verildi. Kemer çıkarmaya yönelik güvenlik uygulamasının; polisin tavsiyesi, yoksa dayatması mı demeli, nedeniyle yapıldığı söylendi. Oysa aynı uygulama polisin birimlerinde hatta genel müdürlüğünde dahi yoktur, zaten olmamalıdır. Orası adliye ise kemer çıkarılmaz, mont çıkarılmaz, vatandaşa bağırılmaz. Unutmadan, bu saçma uygulama nedeniyle adliyenizde çıkardığım kol saatim kutudan alınarak çalınmasına ve kamera kayıtlarında olay da şahıs da görülmesine rağmen, savcılarınızın işi çok olsa gerek, şahıs bulunamamıştır. Sormak isterim, aynı olay sizin savcılarınızın veya yakınlarının başına gelseydi o şahsı bulunur muydu yoksa yine bu şekilde mi sonuçlanırdı?

***

Gerek savcılarınızın iddianamesinde gerekse adliyenizin internet sitesinde dikkat çeken bir husus da “cumhurbaşkanımız, bakanımız, müsteşarımız” şeklindeki kullanımlardır. Bu kavramlarının kullanılması dahi yargının bağımsızlığına aykırıdır ve itiraf niteliğindedir. Resmî belgelerde yer alan bu ibarelerin yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına uygun olduğunu düşünüyor musunuz? Ancak iktidar partisi bir il/ilçe örgütlerinin yazışmalarında olabilecek bu kullanımın, devlet-hükumet ayrımının kalmadığı partili mevcut durumda, ne anlama geldiğini hiç düşündünüz mü? Bu yönde bir açıklama veya çağrınız olacak mıdır?

***

Yakın zamanda Ankara Emniyet Müdürlüğünde bazı şüphelilere işkence yapıldığı, kötü muamele yapıldığı söylemleri ayyuka çıktı. Hatta Ankara Barosu bu konuyla ilgili rapor hazırladı, kamuoyuna açıklamalar yaptı. Konu sosyal medyada geniş yer tuttu. Yine Ankara’nın göbeğinde birçok insan kaçırıldı/kayboldu. Ve bunlar aylar sonra Emniyet tarafından bulundu. Emniyetçe bulunanlar nedense avukat istemedi, ailesini istemedi, aylarca neredeydiler, ne yaptılar ne oldu açıklamadılar, neden? Bu konuda sorular soruldu, basın toplantıları yapıldı, hatırladınız değil mi? Ancak bu konularda yani işkence ve adam kaçırma gibi çok çok önemli konularda bir açıklama yaptığınız duymadık, neden? Bu konular sizi ilgilendirmiyor mu? İşkence iddialarıyla ilgili olarak nedense sizden değil işkence yaptığı iddia edilen Emniyet açıklama yaptı. Oysa adli kolluk görev yönünden savcılığa bağlı değil midir? Yoksa değil midir? Keşke basın toplantınızda bu konulardan da bahsetseydiniz, değil mi?

***

Sayın Başsavcı söylenecek çok şey var ama netice olarak; yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı hayati öneme haizdir. Bu nedenle bu konu Anayasada düzenlenmiştir. Tarafsızlık ve bağımsızlık “adi” davalarda değil “siyasi” davalarda belli olur. Ancak görülmektedir ki yargı; mevcut siyasi davalarda iktidarın belirlediği söylemin dışına çıkmamakta, parti söylemlerini kullanmakta, istihbarat bilgilerini, faraziye varsayımları aksi kanıtlanamaz kesin delil olarak görmektedir. Yargı, vatandaşı siyasi ideoloji doğrultusunda terbiye etme ve korkutma aracı değildir. Ceza yargılamasının amacı devleti korumak ve kollamak da değildir.

Hukuk algılarla değil olgularla ilgilenir ve ceza yargılamasının amacı maddi gerçeğe uluşmaktır. Bu amaçta da her yol mübah değildir, evrensel ve anayasal ilkeler dışına çıkılamaz.