“Sözde değil özde” deyimi teorik olarak var gözüken var olduğu söylenen ama uygulanması pek mümkün olmayan uygulamada görülmeyen durumlar için söylenir. Örneğin: uzakta bir ülkenin sözde yüzde 99’u Müslümandır ancak özde Müslüman oranı yüzde 9’u geçmez; yine o ülkede toplantı ve gösteri yürüyüşü anayasal haktır ama iki kişi sokağa çıksa on polis müdahale eder; yargı hem tarafsız hem bağımsızdır ama siyasi davalar söz konusu olunca pek de öyle olmadığı görülür.

Türk Dil Kurumu sözlüğünde “insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat” olarak tanımlanan ve modern dünyada yakın zamanda kabul gören “bilgi”ye erişim hakkını ifade eden bilgi edinme hakkı da işte sözde olan ama özde olmayanlardandır.

Francis Bacon’a atfedilen “bilgi kuvvettir/güçtür” sözü ve “hiç bilenle bilmeyen bir olur mu” ayeti bilginin önemini ortaya koymaktadır. Gerçekten de modern çağda kılıçtan kalkandan toptan (futbol topu hariç!) daha güçlü olan bilgidir. Bilginin önemi nedeniyle 28 Eylül günü dünyada “bilgi edinme günü” olarak kutlanmaktadır.

Akp’nin 29 Kasım 2002 tarihli resmi gazetede yayımlanan Hükumet Programında bilgi edinme hakkı konusu şöyle ifade edilmiştir: “Kamu yönetiminde gereksiz yere genişletilen "gizlilik kültürü" ile mücadele edilecek, kamunun bütün iş ve işlemlerinde şeffaflık asıl, gizlilik istisna olacaktır. Vatandaşın Bilgi Edinme Hakkı Kanunu çıkarılacak ve kamu kuruluşlarının evrak akış sistemleri ve karar alma süreçleri yeniden düzenlenecektir.”

İktidarının ilk döneminde programına sadık kalan ve gizli ajandasını henüz devreye sokmayan Akp, AB uyum yasaları kapsamında amacı demokratik ve şeffaf yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak kişilerin bilgi edinme hakkını kullanmalarına ilişkin esas ve usulleri düzenlemek” olarak ifade edilen 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nu söz verdiği gibi 09 Ekim 2003 tarihinde yasalaştırmıştır. Sonrasında daha da ileri gidilerek, birkaç kaşık bal karıştırarak sunduğu zehirli 2010 anayasa değişikliği paketindeki olumlu hususlardan biri olarak, 74’üncü maddeye yapılan eklemeyle bilgi edinme hakkı anayasal bir hak haline getirilmiştir.

Bunların hepsi güzel gelişmeler olsa da uygulama öyle güzel olmamıştır. Çünkü değişiklik zihinlerde değil sadece mevzuatta yapılmıştır. Çünkü mevzuatı uygulayacak olan zihniyette bir değişiklik olmamış ve yapılan iş özde değil söze kalmıştır.

Zihniyet meselesinin yanında kanundan kaynaklanan sorunlar da mevcuttur. Bunların birincisi “bilgi edinme hakkının sınırlar” bölümü altıda çok fazla konu bilgi edinme hakkı kapsamı dışında tutulmuştur. İkincisi bu istisnaların bir kısmı belirsiz kavramlarla ifade edildiğinden istenilen her konu idareler tarafından bu kapsama alınabilmekte olup, suiistimale açıktır. Örneğin; devlet sırrına ilişkin belgeler, istihbarata ilişkin belgeler, ekonomik çıkarlara ilişkin belgeler gibi ifadeler içeriği kesin olmayan kavramlardır.

Bilgi edinme konusundaki asıl sorun ise 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünden sonra ortaya çıkmıştır. Şöyle ki; bilgi edinme başvurusuyla ilgili yapılacak itirazlar üzerine verilen kararları incelemek ve kurum ve kuruluşlar için bilgi edinme hakkının kullanılmasına ilişkin olarak kararlar vermek maksadıyla oluşturulan Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu (Kurul) 04 Ağustos 2016 tarih ve 2016/1 sayılı kararında;

“OHAL Hal Kanun Hükmünde Kararnamelerinin eki listelerde sayılarak kamu görevinden çıkartılan kişiler ile kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin bilgi ve belgeler hakkındaki bilgi edinme başvurularının 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununun 16’ncı (devlet sırrı niteliğinde belgeler), 19’uncu (idari soruşturmaya ilişkin belgeler) ve 20’nci (adli soruşturmaya ilişkin belgeler) maddeleri uyarınca bilgi edinme hakkı kapsamı dışında değerlendirilmesi ve konu ile ilgili uygulamanın bu doğrultuda yapılması gerektiği…” ifadelerine yer vermiştir.

Bu kararın özeti şudur; khk ile görevden çıkarılanların bilgi edinme hakkı yoktur, kaldırılmıştır, biz yaptık oldu! Başka bir deyişle Kurul bir mahkeme gibi idareye talimat vermiş ve anayasal hakkın kullanımını yetkisizce kısıtlamıştır. Nitekim 2017 yılında, 2015 yılında hakkımda yapılan bir işleme ilişkin belgeleri talep ettiğim Jandarma Genel Komutanlığı bu kararı gerekçe göstererek evrak vermediği gibi Kurul da itirazımı reddetmiştir.

Temmuz 2018’de cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş düzenlemeleri kapsamında yapılan değişiklikle Adalet Bakanlığına bağlanan Kurul’un üyelerinin belirlenmesi yetkisi, her şeyde olduğu gibi, cumhurbaşkanına verilmiş ve anayasal bilgi edinme hakkı tam 16 ay kesintiye uğramıştır. Çünkü açık kanun hükmüne rağmen 9 üye Erdoğan tarafından ancak bu kadarlık bir süre sonunda belirlenebilmiştir!

Gelelim bu yazıyı yazmamıza neden olan son olaya: Emniyet Genel Müdürlüğünce hazırlanmış olan “Emniyet Fetö Mahrem İmam Yapılanması Raporu” N.Şener tarafından yazılan “Şeytanın Kara Kutusu” adlı kitaba olduğu gibi alınmış, noktası virgülü hatta gizli damgasıyla yayımlanmıştır. Bunun üzerine Emniyet’e “Mevcut siyasi davalarda kişiler kendi haklarındaki dosya bilgilerine dahi çoğu zaman gizlilik gerekçesiyle ulaşamazken bu raporun bir kitaba tam metin olarak konulması nasıl olmuştur, Şener polis muhbiri midir” minvalinde bilgi edinme sorusu yönelttim.

İstihbarat Başkanlığı konunun istihbarata yönelik olduğu ve gizli olduğu gerekçesiyle; KOM Başkanlığı ise “konunun Dilekçe Hakkı Kanununa göre incelenmeyecek dilekçelerden olduğu ve yargı mercilerinin alanına girdiği” gerekçesiyle talebimi reddetmiştir.

Bu karara yaptığım itiraz Kurul tarafından “idarenin cevaplarının yeterli ve yerinde olduğu” gerekçesiyle reddedilmiştir. İki hukuk profesörü, iki hakim, bir avukat ve bir hukukçunun imzaladığı kararı görünce bu yazıyı yazmaya karar verdim. Şimdi bakalım bu kararın elle tutulacak bir tarafı var mıdır? Kurul, kararında gerekçe yazma zahmetine girmediğinden konuyu Emniyet’in gerekçeleri yönünden inceleyelim:

Birincisi mevzuat ve konu aynı olmasına karşın emniyetin iki biriminin gerekçeleri birbirinden farklıdır ve bu farklılık bir hukuki yorumdan değil keyfilikten kaynaklanmaktadır.

İkincisi istihbarat başkanlığının “konunun gizli olduğu” gerekçesi keyfiliğin yanında başvurucuyla dalga geçmektir. Yani istihbarata göre “gizli” gizlilik dereceli raporun yayınlanması değil de bunun nasıl mümkün olduğu sorusunun cevabı gizliymiş!

Üçüncüsü istihbaratın diğer gerekçesi yani konunun istihbarata yönelik olduğu da tamamen afakidir. Bir vatandaş olarak bilgi edinme hakkı kapsamında olayın nasıl olduğunu sormak istihbarı bir olay değildir.

Dördüncüsü kaçakçılık organize suçların cevabı daha da keyfi ve anlamsızdır. Başvuru bilgi edinme kapsamında yapılmasına ve ortada yargıya intikal etmiş bir olay olmamasına karşın konunun yargı makamlarının görev alanına girdiğinin belirtilmesi bir garabettir. Bu durumda sormak gerekir; emniyetin gizli ibareli bir raporunun tam kopya olarak bir kitapta yer almasının nasıl olduğunu sormak hangi yargı makamının hangi görev alanına girmektedir? Tabi bu soruları cevaplaması gereken ben değil Kurul’dur ancak Kurul’un cevabı “cevapların yeterli ve yerinde olduğu” şeklinde hiçbir muhakeme ve incelemeye dayanmamaktadır.

Kurul üyelerine diyorum ki; bu kararı nasıl imzaladınız, dosyayı inceleyerek kararı okuyarak mı yoksa dosyayı incelemeden ve kararı okumadan mı? İş yoğunluğundan bu görevi angarya olarak görüp raportörden ne geldiyse okumadan imzaladınızsa görevinizi ihmal etmişsinizdir ve durum vahimdir. Okuyarak imzaladınızsa durum daha da vahimdir çünkü bu sıfatlarla mezkur karara onay vermek mümkün değildir.

Netice olarak, iktidar 2010 yılına kadar olumlu olarak ne yaptıysa sonrasında ve özellikle 2016’dan sonra hepsini, mevzuat olarak olmasa da, fiili uygulamalarıyla yok etmiştir. Zaten önemli olan mevzuat değil uygulamadır. Nitekim Tanzimat’tan bu yana en gelişmiş mevzuata sahip olmamıza rağmen bugüne kadar durumumuzda çok bir değişiklik olmamıştır. Çünkü “kötü kanunlar iyi uygulayıcılar elinde iyi sonuçlar doğuracağı gibi iyi kanunlar kötü uygulayıcılar elinde kötü sonuçlar doğurur.” Bugün yaşadığımız da aynen budur. Gelinen noktada bilgi edinme hakkı bilgi edinmeme hakkına dönüşmüştür. Kanun gerekçesinde ileri sürülen, “gizlilik kültürüyle mücadele edilecek, kamunun bütün iş ve işlemlerinde şeffaflık asıl, gizlilik istisna olacaktır” söylemi boş ve gerçekleşmemiş bir vaat olarak mazide kalmıştır.

Not: Ek görev olarak yapılan bu tür Kurullarda görev alan kişilerin iş yoğunluğundan kaynaklı olarak kendilerini işe verememesi, işi tamamen tecrübesiz memurlara bırakması ve akabinde önüne geleni incelemeden imzalaması mümkündür. Nitekim Kurul üyelerine bakıldığında birisinin MASAK Başkanı olduğu görülmektedir. Neden memlekette başka adam mı yoktur? Ya da MASAK Başkanının işi gücü yok mudur? Bir diğerine bakıyorsunuz Devlet Denetleme Kurulu Üyesi, bir diğeri cumhurbaşkanı danışmanı, üniversite öğretim üyesi vb. hepsi bol görevli bol sıfatlı ve meşgul kişilerdir. Ve bu kişilerin hiç biri toplantılar için Kanun gereği verilen (2.000x0.154461=308,922 tl) paraya ihtiyacı olan kişiler değildir. Ve dahası asıl işinin yoğunluğundan layıkıyla yapamayacağı işi kabul etmek ve yapmak zorunda değildirler ama kabul ediyorlarsa da işlerini layıkıyla yapmak zorundadırlar.