Siyaset Ve Adalet (3)

Bir önceki bölümde, Türkiye’nin yakın dönem tarihinde yaşanan askeri darbeler ve müdahaleler ile hukuk dışı veya legal görünümlü illegal olayların belli başlılarına, kamuoyunca da bilinen  genel bilgiler çerçevesinde değinilmişti. Ayrıca demokratik usullerle ülke yönetimine gelen yönetimlerin, hukuk dışı gelişen olayları önlemede yetersiz kaldıkları, bazen de bu güçlerle birlikte hareket ettikleri veya etmek durumunda kaldıkları da anlatılmaya çalışılmıştı.

Bu bölümde, halen tüm hassasiyeti ve ağırlığı devam eden 15 Temmuz 2016 darbe kalkışması ile 20 Temmuz OHAL idaresi uygulamaları belli bir seviyede irdelenmeye çalışılacaktır. Bu kapsamda, resmedilen 15 Temmuz kompozisyonuna biraz dikkatlice bakıldığında görülebilen boşluklar, siyah ve gri alanlar, çelişkiler ve tutarsızlıklara değinilecektir. Askerlerin, hem ruhu, hem beyni ve hem de aklı olan iç hizmet kanunu ve yönetmeliği ile bu kapsamda yer alan ilgili mevzuatın, mahkemeler tarafından dikkate alınmadan yapılan yargılamalara, ayrıca güce ve “adamına göre” yapılan idari ve hukuki uygulamalara değinilecektir.

Hiç şüphesiz, 15 Temmuz 2016 günü, ortalama bir aklın ve izanın kabul etmeyeceği ve zamanın ruhuna da çok ters, tabir caizse “absürt” bir hadise yaşanmıştır. Bu absürtlük içinde, ülkenin demokratik ve yasal hükümeti devrilmeye ve CB tutuklanmaya teşebbüs edilmiş. İstanbul ve Ankara gibi iller başta olmak üzere birçok ilde askeri birlikler kışlalarından çıkarılarak kritik kamu tesisleri işgal edilmeye çalışılmış. TRT’de darbe bildirisi okutulmuş, Meclis, Polis özel kuvvetler, Ankara Emniyet Müdürlüğü, Cumhurbaşkanlığı sarayı bombalanmış, 250 kişiyi aşkın insan öldürülmüştür.

Darbe teşebbüsünün, teşebbüs aşamasında ve başarısız olmasında, hükümetin, muhalefetin, STK, gönüllü kişi ve kuruluşlar ile kamuoyunun darbecilere karşı çok güçlü bir şekilde organize edilmiş olması başta gelir. Bununla birlikte darbecilerin TSK içinde çok kifayetsiz ve bir darbe organizasyonundan yoksun, teşebbüsün arkasını getirecek iradelerinin bulunmayışı da etkili olmuştur. Sonuçta, bir darbe olgusunun başarısız olması, ülkemiz ve demokrasimiz adına memnuniyet verici ve sevindirici bir gelişme olmakla birlikte, tartışmaları bitirmemiş, hükümet ve muhalefet arasında daha kapsamlı ve yeni tartışmaların ve gerilimlerin başlangıcı olmuştur.

15 Temmuz Kontrollü Darbe mi?

Darbe hadisesinden kısa bir süre sonra Ana Muhalefet Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, “kontrollü darbe, bu CB Tayyip Erdoğan’ın darbesi, Adil Öksüz nerede? Niye bırakıldı? Bu Adil Öksüz MİT’in elemanı mı?, kim bu adam?” gibi sorularla çeşitli çıkışlar yapması, 15 Temmuzla ilgili kamuoyunda çizilen resmin ve bu hadisenin ne olup olmadığı sorgulanmasının başlamasında etkili olmuştur.

Bu çıkışlarına, CB ve hükümet cenahından çok büyük tepki alan Kılıçdaroğlu, daha sonraki günlerde, bu ifadelerini 20 Temmuz OHAL idaresi için söylediğini tevil etmeye çalışmış olsa da, bu açıklamalar 15 Temmuzun bilinen söyleminin sorgulanmasında önemli bir başlangıç oluşturduğu söylenebilir.

15 Temmuz 2016 Darbe Kalkışması ve OHAL İdaresi;

15 Temmuz Darbe kalkışması ve bu gerekçeyle 20 Temmuz 2016 tarihinde geçilen OHAL idaresi uygulamaları, hiç şüphesiz Türk Milleti ve devleti üzerinde uzun yıllar boyunca etkisini gösterecek ağır tahribat ve hasar meydana getirmiştir. Halen bu hadisenin ne olduğunun anlaşılmasıyla ilgili, Türk toplumu nezdinde açıklanmaya muhtaç çok çetrefilli ve karışık sorular bulunmaktadır. Böyle bir konuda ve aradan da altı yıl geçmiş olmasına rağmen, bağımsız kişi ve kuruluşlar tarafından akli ve ilmi araç ve yöntemler kullanılarak gerçek neyse onun ortaya çıkarılması adına herhangi bir söz ve teşebbüste bulunulmasının “hükümet cenahı” tarafından hoş karşılamayacağı şeklinde kamuoyunda kuvvetli bir algı ve olgunun varlığı gözlemlenmektedir. Belki de bu algı ve olgu nedeniyle, belirtilen nitelikte bir çalışma da henüz ortaya konulabilmiş değildir. Az sayıda ve sınırlı konularda bile olsa, resmi söylemin az hilafına ise, bu girişimleri yapanlar geçmişleriyle ve farklı orijinlerden geliyor olsalar da, teşebbüsleri “FETÖ”cülükle bir tutulmakta ve çeşitli idari ve adli işlemlere maruz kalmaktadırlar. Ancak, belki de hükümetin bu tutumu, bu hadiselerin kamuoyunda her geçen gün içten içe daha fazla sorgulanır hale gelmesinde de etkili olduğu söylenebilir.

Böyle bir Türkiye ortamında, bu yazının sınırları içinde gerçeğin ortaya çıkarılması adına ve maddi delillere bağlı akıl, mantık, düşünce, muhakeme melekeleri kullanılarak, bilimsel yöntemlerle böyle bir konu ele alınmaya çalışılacaktır.

Cemaat, Hizmet Hareketi ve FETÖ; Bugünün FETÖ’sü, dün T.C devletinde, devlet kurumları ve devlet ricalinde, her cenahtan siyasi, entelektüel tarafından baş tacı edilen, başta ve meşhur ismiyle, Türkçe olimpiyatlarında ve diğer etkinliklerde herkesin kendini göstermek ve konuşmak için sıraya girdiği, “kara yağız delikanlılar, bu eğitim hareketi bir dünya markası, sevgi ve hoşgörü kahramanları..” gibi övgülerle destek verilerek sahiplendiği çok muteber, mukaddes cemaat/hizmet hareketi/STÖ idi. Öyle ki, kimi zevat, bu yapının içinde bulunmuş olmayı bir prestij ve övünç konusu yapardı. Kimi zevatta “F.Gülen’i tanımış olmayı, onunla bir kere görüşmüş olmayı ve hele de bir yan yana resim çektirmiş olmayı bir şeref nişanesi olarak kabul eder,  bu tanışıklığını ve bu cemaatin bir mensubu olmuş olmayı ömrümün sonuna kadar şeref nişanesi olarak taşıyacağını..” söylerdi.

15 Temmuzun Kaldırım taşları mı; Daha önceki askeri darbelerin hukuki zemini olarak görülen ve “Türk demokrasinin boynuna geçirilen kement..” olarak nitelendirilen EMASYA protokolünün kaldırılması, Türkiye’nin demokrasisi için “askerlere rağmen” AK Parti hükümeti tarafından cesaretle yapılan bir hizmet olarak tarihe geçmişti. Ancak bu tarihten altı yıl sonra, 15 Temmuz kalkışma gününden de bir gün önce 14 Temmuzda yine AK Parti tarafımdan yürürlüğe konulmuş. SADAT isimli kuruluşun darbe gününden önce, İstanbul ve Ankara gibi illerde “çeşitli tatbikatlar” yaptığına dair, lideri Adnan Tanrıverdi açıklamalarda bulunmuş. Hv.Kuv. Komutanının 14 Temmuzda Cumhurbaşkanının tatil yaptığı Marmaris’e gittiğine dair iddialar kamuoyunda yer almış. Darbe teşebbüsü gününde CB için, Marmaris çevresinde hazır 4 ayrı uçağın hazır tutulduğu ilgililerce açıklanmış. Darbe gününden bir gün önce 14 Temmuzda Özel Kuvvetler Komutanlığında Gn.Kur.Başkanı geç saatlere kadar toplantı yapmış. Cihat Yaycı isimli amiral 12 Temmuzda CB’nın Marmaris’e gelmesi ile birlikte Antalya’daki tatilini yarıda keserek CB’nın kaldığı otele yerleşmiş olması. Daha birçok durum, iddia, söylenti, hal ve hareketler, üzerinde düşünülmesi ve durulması gereken ve kamuoyunda yerleşmiş bulunan “darbeyi FETÖ yaptı” “hükümetin ve yetkililerin haberi yoktu” yerleşik algısını sarsan ve açıklanmaya muhtaç durumlar olarak ortada durmaktadır.

15 Temmuz Günü, gece geç saatlerden itibaren, bu yapının silahlı darbe yapmaya kalkıştığı, dolayısı ile yaşanan bu fiili olgularla, şek ve şüphe götürmez bir şekilde bu cemaatin silahlı bir terör örgütü (FETÖ ) olduğunun ispatı olduğu,  CB ve diğer yetkililerce Türk ve Dünya kamuoyuna ilan edilmiştir.

Adliye, askeriye, mülkiye gibi kurumlarda bu yapıyla “iltisaklı” görülenlerin, önceden tespitleri yapılmış olmalı ki, çok seri bir şekilde tutuklandılar. Ayrıca bu yapının kurumlarda, kısa veya uzun bir süre veya herhangi bir şekilde görev yapmış, yolu uğramış, üye olmuş, bağışta bulunmuş, bankasında işlem yapmış olan herkes, iltisaklı ve suçlu addedilerek kendilerine ve mallarına “suçüstü” yapıldı.

20 Temmuz OHAL idaresi, kapsamında, bu insanların, ekonomik ve sosyal seviye olarak fakir, orta halli, memur, öğretmen, öğrenci, çaycı ve mensup oldukları sosyolojilerin dindar, milliyetçi ve muhafazakar olmasına bakılmaksızın, haklarında yapılacak işlemlere ilişkin direktifler, Polis Akademisinde polisler tarafından yargıçlara (28 Şubat döneminde Gen.Kur. Bşk.lığında askerler tarafından dönemin yargıçlarına verilmişti.) brifinglerle dikte edildi. Bu yaklaşıma göre hiç birine “merhamet” gösterilmeyecek, suçun şahsiliği ve suçun geriye işlemeyeceği gibi temel hukuk kaideleri, bu örgüt için “olağanüstü durumlarda hukuk bir süre tatil edilebilir”, “dini ve milli ruhsatı” ile aşılarak, söz konusu kitle FETÖ olarak soruşturma, tutuklama, yargılama ve ağır hükümlerle cezalandırıldılar. Tutuklananların geride kalan aile fertleri ve yakınları ise sosyal ve ekonomik izolasyonlara tabi tutuldular.

Tarihte eşine az rastlanır bu uygulamalar ile idare, hukuk, örf, adet inanç, sosyoloji gibi insani ve İslami değerler, “vatan tehlikede” “ezan susmaz bayrak inmez” “söz konusu vatansa gerisi teferruattır” slogan, söylem ve olgularla önemsizleştirildi görüldü. Hukukun, adaletin, merhametin ve vicdanların rafa kaldırıldığı bu süreç içerisinde yaşanan dram ve trajedilerin çok azı, çok az ve istisna bazı kişiler tarafından fark dilebildi. Ancak bu kadar cılız insani ve İslami sesler bile, oluşan o atmosfer içinde “aykırı ve FETÖ seslerİ” olarak itham ve iftiralarıyla susturulmaya çalışıldı.

‘Ağaç Kabuğu Yesinler’ veya ‘FETÖ’nün erzak deposu’.  En son Bartın’da ve Mersin’de mağdur bir kısım vatandaşların 3-5 adet veya birkaç koli mutfak malzemesini, bir araya getiren veya ihtiyaç sahiplerine veren yardım faaliyeti, terörist ithamıyla ve alay-ı vala/tantana ile operasyonlar yapılmış, onlarca kişi tutuklanarak hapislere atılmıştır. Bu tür uygulamalar, bir zaman “Ağaç kabuğu yesinler” sözünü, bir densizin densiz bir sözü gibi görme eğiliminde olanlara inat, sanki AK Parti ve destekçilerinin sistemli bir politikasıymış gibi halen sürdürülmektedir. Aslında bu dramatik durum, bu durumlara göz yuman veya bizzat destek veren veya içinde bulunanların adalet, merhamet ve vicdan adına ciddi bir iflas halinde olduklarını göstermektedir. Oysa adalet, merhamet ve vicdan en önemli insani ve İslami değerler olmalıdır. Ayrıca, böylesine trajik ve dramatik uygulamaların liberal, laik, Atatürkçü, Kemalist, Ulusalcı, Milliyetçi, İslamcı siyasi parti, STÖ, dini cemaat, tarikatlar gibi neredeyse toplumun tüm sosyolojik yapı ve dinamikleri tarafından da görmezden gelinmesini, hatta zımnen de desteklendiği olgusunun varlığını, tarihe not düşmek adına maalesef burada belirtmek durumundayız.

Kurum Amirlerinin suskunluğu; 15 Temmuzda ne olduğuyla ilgili bilgisine başvurulması gereken ilgili ve yetkili Kurum amirlerinin idari ve hukuki soruşturmalardan muaf tutulması. CB’nın “Binali sorma”, Dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’ın bir Tv programında, “hoşuma gitmeyen bir proje..” gibi kapalı ve gizemli beyanlarının bulunması. Meclis Darbe Araştırma Raporunun yayınlanmaması, kalkışmayla ve kalkışmanın haber alınması ile ilgili CB’dan başlamak üzere devletin tepe yöneticilerinin, Gn.Kur. Bşk. Ve MİT Başkanı gibi en yetkili Kurum amirlerinin, birbirinden çok farklı ve çok fazla ve tutarsız açıklamalarının bulunması.. çok sayıda şüphe ve belirsizlik içeren durumlar olarak cevaplandırılması ve kamuoyuna açıklanması gereken kafa karıştıran önemli şüphe ve emareler olarak halen varlığını sürdürmektedir.

Bu bilgi ve emareler çerçevesinde düşünüldüğünde, “CB, Başbakan, Gn.Kur.Bşk’nı gibi yetkililer, bu kalkışmayı önceden biliyor olabilir miydi? önleyemez miydi? 250 kişinin ölmesinin önüne geçilemez miydi?..” gibi merak edilen soruların sorulması ve tatmin edici cevapların verilmesinin beklenilmesi, düşünen ve muhakeme eden akılların zihninde açıklığa kavuşturulması gereken önemli sorular olarak durmaktadır.

Darbe Davaları ve Yargılamaları; Katogorik ve hukukun temel ilkeleriyle bağdaşmayan, özellikle askerlerin yargılamalarında askeri mevzuat(iç hizmet kanun ve yönetmeliği, görev, emir, amir, komutan kavram ve olguları..) dikkate alınmadan, “hepsi darbeci hepsi FETÖ’cü, hepsi suçlu”, “acıma acınırsın” gibi, siyasi iradenin ve malum bir kısım ideolojik grupların rövanşist tutum ve ön kabulleriyle, en önemlisi de bir parti liderinin “hukuk siyasetin köpeğidir..” yaklaşımıyla, açık ve aleni bir şekilde, amaç neyse onun gerçekleştirilmesi doğrultusunda, yargının araç ve aparat olarak kullanılması, maalesef bu zorlu sürecin yönünün gerçeklerden ve adaletten uzaklaştırılmasına ve manipüle edilmesine neden olmuştur. Bu çerçevede ve bu durumu kuvvetlendirebilecek,  darbe davaları ile ilgili çok bilinenlerden bir kaçına burada kısaca değinilecektir.

Marmaris Olayı ve Yargılamaları; Marmaris’te iki farklı olayın yaşandığı iddiası vardır. Bir tanesi bilindiği gibi 16 Temmuz sabahı saat 03:00-03:30 gibi Cumhurbaşkanını almaya giden bir ekip, diğeri de 00.30 sularında üç helikopterlik maiyeti bilinmeyen ve araştırılmayan başka bir ekiptir. Bu tim bir polisi öldürmüş, ayrıca başka kişileri de yaralamıştır. Polis ve sağlık ekiplerinin kayıtlarına da bu şekilde, yani iki farklı zamanda yaşanmış farklı hadiseler olarak geçmiştir. Durum onlarca görgü şehidinin ifadesiyle de böyle açık ve net olarak Muğla Savcılığı tarafından da soruşturulurken, dosyaya Ankara C. Başsavcılığı el koymuş ve açıklama yasağı getirmiştir. Mahkeme safahatında ortaya çıkan durum; o gün gece üç saat zaman mesafesi ile iki farklı olay vuku bulmuş olmasına rağmen, saat 00:30 da meydana gelen ve bir polisinde öldürüldüğü olay, ikinci olay ile birleştirilerek sanki olayların tümü saat 03:30 sularında olmuş gibi bir durum resmedilmiş, yargılamalar böyle yapılmış ve hükümlerde böyle verilmiştir.

Boğaz Köprüsü Olayı ve Yargılamaları; Boğaz köprüsüne getirilen Hava Harp Okulu öğrencileri, o gün öğle saatlerinde dönemin Hava Kuv. Komutanı Org. Abidin Ünalı’n Yalova kampında ziyaret ettiği ve komutanlarına “öğrencileri fazla yormayın akşam onların işi var..” dediği iddia edilen öğrencilerdir. Boğaz köprüsünde öldürülen ve CB. Tayyip Erdoğan’ın propaganda ve miting danışmanı Erol Olçok ve oğlu Abdullah Tayyip Olçok’un, anne Olçok’un da çeşitli TV’lerde mükerreren ifade ettiği gibi, “neden otopsi raporları yoktur. Bu kişiler hangi silahın kurşunuyla öldürüldüler? Bu kurşunu atan silah TSK’da ve o gün boğaz köprüsüne getirilen askerlerin silahlarıyla uyumlu mudur?, Verilen hükümlerde kimin hangi askerin silahından çıkan kurşunla öldürüldükleri ilişkisi kurulmuş mudur? İlişki kurulamadıysa neden hüküm verilmiştir.?”  Diğer öldürülen 33 kişi içinde aynı şeyler söz konusu mudur?

Ayrıca ertesi gün yani 16 Temmuz sabahı erkenden itfaiye ekiplerince Boğaz köprüsünün yani 33 kişinin öldürüldüğü olay yeri yıkanmıştır? Neden olay yerinde bir inceleme yapılmadan, deliller karartılmış veya ortadan kaldırılmıştır? Köprünün yıkanması emrini kim vermiştir.? Bu durum soruşturulmuş mudur?

Akıncı Üssü olayı ve Yargılamaları; O gün akıncı üssünde, havacıların ne yaptığı, Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının tutum ve davranışlarının neler olduğu, darbecilerin komutanları hangi şartlarda neden bıraktığı konusunda müphem ve karanlık durumlar VARDIR VE HLEN bilinmemektedir. Bu durum ne idari nede hukuki olarak aydınlatılmamıştır.

İstanbul Deniz kulübünde Havacı Bir Komutanın kızının düğününde yaşananlar; Darbe teşebbüsünün anlaşılmasıyla düğün dağıldığı halde Hv. Kuv. Komutanı Korg. Abidin Ünal’ın düğünde bulunan 23 generali görev yerlerine hemen sevk etmesi “askerlik gereği” iken, böyle yapmayıp bir salonda kendisi başlarında iki buçuk saat anlamsız bir şekilde bekletmesi, anlaşılır ve açıklanabilir bir hareket tarzı değildir. Konu ne idari, nede hukuki olarak bugüne kadar ele alınmamıştır.

Genel Kurmayda yaşanan olaylar, O gün Genel Kurmay karargahına ve Jandarma Genel Komutanlığına giren siviller, gerçekte paramiliter grup ve kişiler arasında kimler vardır? Bunlar arasında Edirne’den 50 kişiyle geldiği iddia edilen Nizami Alem Ocakları başkanı da var mıdır? Edirne’den ve diğer bölgelerden bu kişiler ne zaman kimler tarafından getirilmiştir.? Dz.Albay  Ali Türkşen eski SAT komondosu, bu kişi tatildeyken 14 Temmuzda Ankara’ya niçin gelmiştir.? Karargahta kimlere, neden işkence yapmıştır.? Bu konuda kendi beyanlarına dayalı açıklamalarına idari ve adli bir işlem yapılmış mıdır?

Hulusi Akar’ın boğazını kim, neyle sıktı. Sayın Akar benim komutanımdır. Ben ve tüm kamuoyu 16 Temmuz günü televizyonlara çıktığında onu boğazı yara bere içerisinde gördük. O’na o hareketi, o eylemi kimin yaptığını öğrenmek benim ve kamuoyunun hakkıdır. Ancak bugüne kadar kamuoyuna bu olayın sorumlusunun kim olduğu ve hakkında ne işlem yapıldığı bilgisi verilmemiştir.

Komutan Hulusi Akar ve Emir Komuta; Binlerce yıldan beri her zaman olduğu gibi, askerler darbe teşebbüsü günü de emir komuta ilişkisi içerisinde hareket etmişlerdir. “Emir komuta”nın ne demek olduğunu en iyi Sayın Hulusi AKAR bilir. Yine AKAR bilir ki, bu durum askerlerin yargılanmalarında elbette ve kesinlikle dikkate alınmalıdır. Ancak, yine AKAR biliyor ki bu yargılamalarda hiç dikkate alınmadan hükümler verilmiştir. Komutan AKAR için bu şekilde ağır cezalara çarptırılan çeşitli rütbelerdeki binlerce masum askerin hakkını hukukunu ve masumiyetini düşünmek ve ilgili merciler nezdinde savunmak bu kişilerin komutanı ve silah arkadaşı olmanın asgari şartı olmalıydı. Ancak Akar, o günden beri kendi sıfatı(komutan) ve askerlik mevzuatı ve olguları içerisinde çok ciddi bir anlamsızlık hali içinde kalmış, anlaşılamayan bir gariplik hali sergilemiştir. Biz burada Komutanımıza, askerliğin katı hiyerarşisini, emir komuta yapısını, amir, emir, komutan.. kavramlarının alt rütbeliler için ne demek olduğunu, silah arkadaşlığının ne anlama geldiğini hatırlatmanın abes bir tutum olacağını ve çok bir şey değişmeyeceğini bilsek te, yaşanan insani, askeri hatta devlet yönetimdeki travma ve dramın ağırlığı karşısında yine de bunları söylemek ve hatırlatmak durumundayız.

Özel kuvvetlerde yaşanan olaylar, Uçma yasağı getirilmiş olmasına rağmen Tuğgeneral Semih Terzi Ankara’ya nasıl ge-tiri-lmiştir?

Fetömetre’nin ne olup olmadığı, Mucidi Tümamiral Cihat Yaycı kimdir? Fetömetrenin kimi personele uygulanmadığı, Cihat Yaycının kendisine uygulansa onunda FETÖ’cü çıkacağı ve darbeci olarak yargılanacağı ve ağır cezalar alabileceği iddiası doğru mudur?

Adil Öksüz Olayı; o gün suçlu suçsuz herkesin tutuklandığı, hakim karşısına çıkmak için en az bir buçuk yıl tutuklu beklediği bir süreç yaşanmıştır. Böyle bir ortamda, Adil Öksüz yakalandığı ve bir süre öncesinden itibaren medyada adı Cemaatçi olarak çıktığı ve çok bariz şüpheli olduğu halde, neden bırakılmıştır? Bırakan hakim kimdir? Ne işlem yapılmıştır? Karakolda tutukluyken ta Antalya’daki tatilini yarıda kesip ziyaretine gelen Başbakanlık Müşaviri Ali İhsan Sarıkoca neden ziyaretine neden gelmiştir?

Legal ve İllegal ve paramiliter güçler olarak kimlerin o gece meydanlarda olduğu, ne zaman nasıl organize edildikleri? O gece ne tür iş ve eylem yaptıkları, bunlardan, SADAT olarak bilinen ve gayri nizami harp eğitimleri veren ve çok sayıda eski askeri bünyesinde barındıran bu kuruluşun yöneticilerinin “15 Temmuzda birlikleri biz hareket ettirdik, o gün sahadaydık, kışlaların önüne çöp kamyonlarını biz çektirdik, TSK’de ve devlette istediğimiz düzenlemeleri 15 Temmuz sayesinde biz yaptırdık.. İfşaatları ne anlama geliyor. Boğaz köprüsü cinayetlerinde bu kuruluşun bir rolü var mıdır? O gün şehit edilen 252 kişiden otopsi ve silah balistik raporları ile failleri tespit edilemeyen kaç kişi vardır? Faili bulunamayan şehitler kimlerdir? Bu failler arasında silahı emniyet ve TSK envanterinde bulunmayan kişiler var mıdır?

Dağıtılan Silahlar; O gün binlerce dağıtıldığı yetkililerin ifadeleriyle doğrulanan Silahlar, şimdi nerededir? Kimlerin elindedir? Darbe gecesi, darbeye karşı mücadele ettikleri iddia edilen ve çeşitli kanun dışı hareket ve eylemlere de karıştığı anlaşılan bu tür kişi ve gruplar hakkında herhangi bir soruşturma, kovuşturma ve yargılama yapılmayacağını ifade eden KHK ne anlama gelmektedir.? Bu insanlar bir suça karıştıysa, kanunsuz bir eylem yaptıysa neden soruşturulmak istenmemektedir? Bu insanların o gün ne gibi fiilleri olmuştur? Bunlar kim dir?

Ayrıca; DARBE ve FETÖ kapsamında 2 milyon insan idari, hukuki ve yargılamalar kapsamında soruşturma ve kovuşturmalardan geçirilmiştir. Bu durumdan, 10 milyon insan doğrudan etkilenmiştir. Türk ve Dünya tarihinde bu büyüklükte bir insan kitlesinin terörist olarak nitelendirildiği görülmemiştir. Türkiye’de ortaya çıkan böyle bir durumu ve yargılamalarını, ülke içinden ve ülke dışından STK’lar, aynı şekilde ulusal ve uluslararası insan hakları savunucuları olarak hiç kimse izlememiş, mahkeme salonlarında izleyici olarak dahi bulunmamıştır. TBMM’de teşkil edilen Darbe Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı raporun bir türlü açıklanmamıştır. Darbeyi ve 15 Temmuz hadisesinin araştırılması için muhalefet partilerince TBMM’ne defalarca verilen önergelerin, demokrasiyi “o gece” halkla birlikte kurtardığını iddia eden AKP’nin ve bu süreçte AKP’ye destek olan MHP’nin oylarıyla her defasında mecliste reddedilmesi, makul bir mantık ve akılla anlaşılabilir bir durum değildir.

SONUÇ

Darbe Teşebbüsü fiili durumu ile 252 kişi yaşamını yitirmiştir. Bu gerekçe, yüzbinlerce kamu personelinin iş ve mesleklerinden çıkarılmasının, askerlerin iç hizmet kanunu ve yönetmenliği gibi iç hukuku dikkate alınmadan en ağır cezalarla cezalandırılmasının nedenini oluşturmuştur.

Oysa bu hadise, olabildiğince şeffaf, demokrasi, hukuk ve adalet ilkelerinden ayrılmadan da soruşturulabilirdi. Böyle yapılabilseydi, Türkiye’nin demokratik ve hukuk devleti olma yolunda önemli bir merhale kat edilmiş de olabilirdi. Ancak böyle yapılma yerine o çok bilindik ve bu tür hadiselerde bir Türkiye klasiği haline gelen yaklaşımın bir benzerinin tercih edilme yanlışına düşüldü.

Çok sayıda ve kitleler halinde insanların mağdur ve mahkum edilmesine neden olan bu 15 Temmuz Hadisesi, en ince detaylarına kadar şeffaf ve net olarak elbette ortaya çıkarılmalıdır. Üstü kapalı maiyeti muğlak bir şekilde bırakılması, bu tür antidemokratik proje ve planları yapanların ve uygulayanların yanına kar olarak kalması demektir. Bu durum ülkemizin önünde ve gelecek yıllar boyunca çok konuşulmaya ve çok tartışılmaya devam edecektir. Bu hadisede ve bu süreçte, kimin ne tür, ne kadar iradesi, katkısı, sorumluluğu, suçu ve ihmali varsa hukuk ilkeleri çerçevesinde hassasiyetle soruşturulmalı ve gerçekler ortaya çıkarılmalıdır.

Yakın geçmişte ülkeyi yönetenler bir ortaya çıkan bir duruma “faso fiso” diyerek bir Türkiye klasiğinin tekrar etmesine, yani legal, illegal, mafya ve devlet güçlerinin işbirliği halindeki faaliyetlerini hafife almışlardı. Ülkemizde bu yaşanan ve tarihin en büyük hukuksuz iş ve ilişkileri “Silahlı kalkışma, Meclisi Bombaladılar, haşhaşi, hepsi hain, hepsi FETÖ’cü” gibi nitelemelerle hazırlanan  klişe ve kripto çuvalının içine atılarak hukuksuzlukların ve mağduriyetlerin ağzı bağlanacak olursa, 15 temmuz benzeri yeni senaryo, plan ve projeleri uygulayacaklar cesaretlendirilmiş ve bu tür hadiselerin tekrar etmesi için de uygun zemin sürdürülmüş olacaktır.

Dünya görüşü ve değerleri birbirinden farklı sosyal kesimlerin, aradan altı yıl geçmiş olmasına rağmen hala en temel insan hakları ihlali karşısında, gömüldükleri derin sessizlik (sosyo-patolojik) hali, milletimizin ve ülkemizin bekası adına, endişe vericidir. Çok ciddi olarak ele alınmalıdır. 

Gerçek vatanseverler, belli dönemlerde ortaya çıkan bu tür hadiselerde ortaya konulan ve çözüm gibi dayatılan (hak ve hukuktan, adaletten ve demokrasiden uzak) yaklaşımlara, bilindik tekrarların kolaycılığına ve siyasi taraftarlık, cemaat tarikat gibi manevi oluşumların gizemine kapılmadan ve ne olursa olsun adalet ve hukuktan ayrılmadan çözüm üretmelidirler. Şu melun 15 Temmuz darbe teşebbüsü yükünün altından da, ancak bu anlayışla (gerçek neyse onu, hak hukuk ve adaletten ayrılmadan) hareket ederek kalkmayı düşünmelidirler. Bu anlayışla hareket edilebilir ise, ancak o zaman Türk tarihinin birbirini takip eden makus talih zincirinin bu zamanda ortaya çıkan 15 Temmuz halkası kırılabilir ve milletin makus talihini değiştirmek üzere ciddi bir adım atılmış olunur.  

Bu yazı ile 15 Temmuz ve OHAL idaresi sürecinde yaşanan ve temel adalet ve hukuk anlayışı ile bağdaşmayan uygulamalar, bir giriş niteliğinde ele almaya çalışıldı. Maalesef vatandaşlarımızın çeşitli şekillerde bölünmüşlük hali, adalet anlayışının toplumun ortak paydası haline gelmesinde ve bağımsız hukukun uygulanmasında önemli bir engel vasfı görmektedir. Oysa adalet ve hukuk herkes için vardır ve herkesin faydalanma hakkı bulunmalıdır. Böyle adalet eksenli düşünür ve bu minvalde sosyolojilerin oluşması, bu coğrafyanın vatan olma değeri ve kıymetini artıracaktır. 

15 Temmuz Darbe yargılamaları ile ilgili, daha somut ve daha detay bir “darbe davası”nın ele alınacağı, Siyaset ve Adalet (4) yazısında buluşmak üzere. 21  Ağustos 2022

Haşim EFE