Dürüstlük

Herhalde “dürüst müsünüz?” diye sorsam tamamımız “tabi ki, çoğunlukla” gibi cevaplar veririz. Bu cevaplarımız bile dürüst olup olmadığımızı, daha derin sorgulamaya ihtiyaç bırakmadan ele verir.

Dürüstlükten ne anladığımız, nereye kadar dürüst olduğumuz, sözümüzle özümüzün ne kadar birbiriyle tutarlı olduğu, dürüstlüğün bireysel ve toplumsal değer mekanizmamızda ne kadar kıymetli olup olmadığı hep tartışmalıdır ve neyi öncelikli bulduğumuz bu tartışmada belirleyicidir.

Ben örneğin dürüstlüğü kişinin medeni cesaret seviyesinin bir dışa vurumu olarak görüyorum ve zaman, zaman kendime şu soruları soruyorum:

- Ne zaman dürüst olmayı öğreneceğiz acaba?

- Ne zaman gerçek düşüncelerimizi çekinmeden anlatmayı ve medeni cesareti keşfedeceğiz?

- Neden hep kısık sesle konuşmayı tercih ederiz ki? Aslında dürüstlük sesimizin de gür çıkmasını sağlayan çok önemli bir niteliktir.

- Kendimizi ifade edememek, dürüstçe ifade edememek, bu medeni cesaret seviyesinden yoksun olmak aslında ciddi bir toplumsal sıkıntı. Artık silkelenip de kendimize gelmemizin zamanı gelmedi mi?

- Eğer böyle yapmazsak, sorgulayamaz, dürüst olamaz, doğruluğuna inandığımız gerçekleri medeni bir cesaret gösterip ifade edemezsek toplumsal fayda adına, toplumumuzun ahlaki, bilişsel, değersel, demokratik gelişimi adına nasıl bir katkımız olur?

Şimdi sakın yazımı okurken “yazması kolay ama” diye hayıflanmayın lütfen. Dürüstçe ama bir toplumsal fayda üretme adına konuşmak, bir gerçeği ifade etmek neden zor olsun ki? 

Sevmediğimiz, hoşlanmadığımız bir şeyi neden yapmacık bir gülümsemeyle geçiştirip bir de üstüne üstlük dürüst olmayan bir biçimde “evet ben de” diye cevap verelim ki? Karşımızdakini aldatmak ona saygısızlık değil mi? Ondan önce kendimize saygısızlık değil mi? “Hayır, bu haliyle beğenmedim, sevmedim ama şöyle olsa daha güzel olur” demek zor mu? Aldatmak mı yoksa dürüstçe düşüncemizi belirtip daha faydalı olanını ifade ya da tavsiye etmek mi toplumsal gelişimimize faydalıdır? Bence ikincisi!..

Bir de farklılık aynı zamanda renkliliktir.

Eğer her düşüncede her daim aynı fikirde olsak renklerin ne anlamı kalır ki? Neden renk yelpazemiz geniş ve farklı olmasın? Neden bir masada otururken renk katacak olan o çatlak sesi sen çıkarmayasın? Aslında herkesin içinde bir nebze olsun farklılık iç güdüsü yok mudur? 

Pekala bu güdüyü taşıyan herkes her daim aynı ağızdan çıkan şablon cümle kalıplarını söylerse hangimiz gerçek kendisini gerçekte olduğu gibi ifade edebilir? 

Hayat maskeli bir baloya dönüşmez mi? Maskeli balolarda gerçekliğin yerine sahteciliğin olduğunu bilmez miyiz?

Diyeceğim o ki farklı olmaktan kaçınmayalım, bizi biz yapan farklılıklarımızla barışık olalım. Yuvarlak, çok boyutlu dünyamızı basit bir düz yüzeye indirgemeyelim. Hayatımızı renklendirelim, yaşamımızdan gerçek tadı alalım, sahte maskeler takınıp hayatı kendimize ve sevdiklerimize çekilmez hale getirmeyelim.

Kimseden çekinmeden gerçekleri ifade edebilin, sorgulayın, paylaşın ki sizi görenler de sizdeki samimi dürüstlüğü örnek alıp kendilerine çeki düzen versinler. Böylece ülkemizin toplumsal ve medeni gelişimine de katkı sağlayalım.

Böylece mutlu olacağımız bir yaşam sürelim ve bir gün arkamıza dönüp baktığımızda içimizde hiçbir “keşke” olmasın. Gelecekteki akrabalarınıza, dostlarınıza anlatabileceğiniz gerçek hikayeleriniz olsun. Değer verdikleriniz sizden gururla bahsetsin.

Parmakla gösteren değil parmakla gösterilen olun.

Hayal  ettiğiniz bir hayatı yaşamanız dileğiyle…

Zeynep Bahar