BİR DEKAN ALDATIYOR “…Bir gör havaları, makamı şahsı için kullanmaları, sanki Pitho (Kandırma Tanrısı) kasılmaları sanki küçük dağları ben yarattım duruşu. Adam Horoşorolopis akademia’da insan dışı varlıklar üzerine çalışmış. Buna vermişler bir fakülte dekanlığını ve adı ispiyoncuya (apergospástis) çıkmış. Sonra bir kere bile oturup diyalog (Ochı Dıalogos) kurmadığı insanlar hakkında fermana imza atmış. Milleti işinden, aşından ve eşinden etmiş. Tabi istavroz çıkarmak seni kurtarmayacak. Hak ettiği makamı hak edenlerden almakla adalet olmuyor. Bir gün Atinada gezerken kapını çalacaklar. Suskunluk erdemden korkaklıktan değil! (fiktif: Platon/Devlet MMXX?)” Tarihte neler olmuş neler. İnsan hayret ediyor! böyle şeyler yaşanmış mı diye.

Yıl 2010. Rahmetli hocam tez hazırlarken bile okumayı bırakmayın derdi. İyi ki bu günleri görmemiş…Masamda “Üniversite, Bir Dekan Anlatıyor” (Henry Rosovsky), “Düşüncenin Coğrafyası” (Rıchard E. Nısbett) kitapları var. Okumuşum. Okuduklarımı az çok demeden kaleme alırım. Arşivi karıştırırken karaladığım notları buldum. Şöyle notlar almışım:

Batı- Doğu (Türkiye- Amerika) arasındaki üniversite uygulamaları çok farklıdır. Bu konuyu farklı açılardan masaya yatırarak tartışabiliriz. Üniversiteler hem mesleki ahlak hem de kültürel değerlerin gelecek nesillere aktarılması yönüyle sahiplenilmelidir. Sadece iş-aş kaygısı güdülmemelidir. Batıda bu durum köklü bir gelenekle ve birikimle süregelirken Doğuda ise köklü temellerimiz olmasına rağmen kesintili bir süreçten geçerek bugüne gelinmiştir. Hatta tam manasıyla bir temele oturtulamamıştır. (10 yıl olmuş şimdilerde öyle bir temele oturtmuşuz ki birçok alanda yetişmiş beyinleri akademiden uzaklaştırmışız. Bahanelere bakıldığında Planton bile kahkahalarla gülerdi bu drama!)

       Doğulular dünyayı bir çember olarak, batılılar ise bir çizgi olarak görmektedir. Hatta Türkler Mevlana’nın deyişiyle: “Bir ayağı merkezde, diğer ayağıyla da çemberi çizmeye çalışanız.” durumundadırlar. Doğulular sürekli değişime inanırlar. Ama her şey bir önceki duruma doğru hareket eder. Her şeye geniş yelpazeden bakarlar. Bütünü anlamadan parçanın anlaşılamayacağını düşünürler.

       Batılılar ise daha basit ve gerekirci (şart-sebep-sonuç) bir dünyada yaşarlar. Onlar büyük resme bakmak yerine, dikkat çekici nesnelere ve insanlara odaklanırlar. Bu da onların denetlenirliğini artırır. Henry Rosovsky daha uzun soluklu bir eğitim sürecinden bahseder. Türkiyede ise siyasi, ideolojik ve değişik politikalardan dolayı kesintili- her ne kadar değişmeye başlasa da- bir yükseköğretim vardır. (Tabi 10 yıl önce!)

        Amerikan üniversitelerinin en iyilerinin üçte ikisinin bu ülkede yer alması rekabet, öğretim üyesi kalitesi, araştırma fonu, öğrenci, kamunun ilgisi ve daha pek çok şeyin diğerlerinden farklı olmasındandır. Bunların yanında yönetim ve temel kültür eğitimine verilen değerlerin de payı hiç de az değildir.

       Türkiyede ise belli başlı üniversitelerin dışında rekabet kavramı tam olarak yerleşmemiştir. Eğitimdeki maddi olanaklar ve payın da azlığı başarıyı olumsuz yönde etkileyen unsurlardır. Yeni üretme yerine hep batı yörüngeli alım ve eksik uygulamalar da Türk üniversitelerini istenilen düzeye henüz getirmemiştir.

       Dünyayı iyi okuma çağın değer yargılarına göre hareket etme küreselleşen çağda gerekli olmaktadır. Batı üniversitelerine nazaran bu bağlamda da eksiklerimiz vardır.

       Temel eğitim düzeninin aksaklıkları öğrenci profilini ve sonraki aşamaları şekillendirmektedir. Batıda bir üniversite öğrencisinin o konuma gelene kadar aldığı sağlam yapı ve birikim hayatını değişik alanlarda sürdürmesine yetebilecek durumdayken Türkiyede öğrencilerimiz lise son sınıfa gelene kadar bir amaç şekillenmesini tam olarak yapamamaktadır. (ABD’de bir lise talebesi mezun olup üniversite eğitimine başladığında 40-55 bin arası bir kelime hazinesiyle mezun olurken TÜRKİYE’de bu oran anaokulu ve ilkokulda zayıf olduğundan lise mezunu bir genç en iyimser 8-10 bin pasif kelime kullanımıyla ancak mezun olmakta. Aktif kelime kullanımı 3 bin bile olmamaktadır.)

Buna gelişmişlik düzeyini, istihdamı, ekonomik değerleri de eklersek üniversite bir ilim yapma yerinden çok devlet kapısında bir iş kurumu gibi görülmektedir. Bu kısmen böyle olabilir; fakat kaç kişi var ki akademik bir kafa yapısıyla dolu dolu üniversite okumuştur. Ancak bitirirken bu eğilim başlamakta, tamamlanıp bir entelektüel ve bilim adamı olana kadar da zaman geçmektedir. Bütün bunlar dikkate alındığında Batının Doğudan ne kadar önde olduğunu görüyoruz.

       Genel olarak bakıldığında Batı- Doğu eğitim sistemlerinin farklılıkları tarihi, kültürel, dil, din, coğrafi yönden de değişiklik göstermektedir elbette. Aristo- Konfüçyüs ikileminin bireysel ve toplumsal algılamalarının, yaşam felsefesi açısından bakıldığında bu farklılık ortaya çıkacaktır. Üniversitelerin öncesi ve sonrası aslında yukarıda saydığımız birçok etkenlerle şekillendiğini anlayabiliriz.

      Batılı üniversitelerde temel bir eğitim politikası olan “Temel Kültür Eğitimi”nin öğrenciyi beli bir seviyeye getirdiğini görüyoruz.  Hayatın değişik alanlarına atılsa bile verimliliğinin ve ülke kesesine faydasının çok iyi olduğunu, o ülkelerin yaşam standardından anlıyoruz.     

       Türkiye ezberci bir sistemin etkisinden kurtulmuş değil. İnsanların hayatı algılayışlarını eğitimden çok farklı kültürlerin etkisi ve daha çok batı menşeli teknolojinin egemen olması belirliyor.

       Neler yapılabilir? Bu soruyu yükseköğretimin her aşamasına sorup mantıksal ve hayata geçirilebilir projeler üreterek cevaplayabiliriz. Yoksa çağın gerisinden gelmeye devam ederiz.

       Üniversitelerimizin biçimsel ve içerik olarak eksik yanları vardır. Fakat öğrencisiyle ve değişik ünvanlardaki üniversite personeliyle bunlar tamamlanabilir. Batılılar gibi ayrıntıları ve derinlemesine çalışmaları hayata geçirerek bunları başarabiliriz. Türkiye’den de el kitabı (manuel book) niteliğinde üniversite çerçevesini anlatan öğretim üyesi ve dekanlar çıkabilir.   Bunlar vardır da. Tabi bu dediklerim 10 yıl önceydi…