Dindar görünümlü, dinci-siyasal (dinsi), sinsi gruplarca Allah ile aldatılmamak için nasıl bir bakış açısı ve tutum belirlenmesi gerektiği sorusuna bu yazımızda devam ediyoruz.

Tüm kutsal kitaplarda da belirtildiği üzere, yeryüzünde, samimi, bir ihlas ile Allah adına inşa edilmiş, pek çok, havra, kilise, cami vb. ibadethaneler yapıldığı gibi, şeytana hizmet etmek üzere inşa edilmiş birçok ibadethanelerin de yapıldığı olmuştur. Ancak, bu ifademizin, şeytan ve onun işbirlikçilerinin yalnızca ibadethane inşa ettikleri şeklinde anlaşılmaması gerekir. Onlar ibadethane inşa edebilecekleri gibi, gerekirse topluma/kamuya hizmet görünümlü başka yapılar, kurumlar, mekanlar, işler ve örgütlenmeler de yaparak toplumu ve kamu düzenini ifsat etmek amacını da güdebilirler. Bu noktada böyle bir hatırlatma yapmayı da önemli buluyoruz.

Biz analizlerimizi, ibadethaneler üzerinden yapacağız, ancak okuyucularımızdan, ibadethanelerle ilgili analizlerimizi toplumsal veya kamunun diğer alanlarındaki faaliyetleri de içerecek şekilde genişletmelerini tavsiye ederiz.

Şeytan, neden bir ibadethane inşa eder veya ettirir? sorusuna nasıl bir cevap aramak gerekir.

Şeytanın bu davranışlarının çok basit iki gerekçesi vardır. Bunlardan birincisi, bir kaleyi fethetmenin en kolay yolu, onun içine sızmaktır. Yani düşman içeride olunca, kalenin, kale kapısının veya kilidin hiç kimseye bir faydası olmaz. Tarihte bilinen, meşhur, “Truva atı” örneğine veya bir önceki yazımızda kullanılan Mescid-i Dırar örneğine bakıldığında, ne demek istediğimiz çok daha rahat anlaşılabilecektir.

İkinci gerekçe ise dine hizmet ediyor gibi görünmek, inananların savunma mekanizmalarını ortadan kaldırır ve onları her türlü, fitne, fesat ve istismara açık hale getirir ki böyle bir hileyi fark etmek oldukça zordur. Çünkü din kültüründe, “kutsalın dokunulmazlığı” ve “kutsalın sorgulanamazlığı” vardır. Bu durum, şeytanilere, Allah adına iş yapıyor görünürken, gerçekte, Şeytan adına yapılan her türlü iş, eylem, fitne ve fesadın kolay kolay sorgulanamaması zırhını kazandırır. Böylece, Şeytan ve Havarileri, sahte, din-iman “davaları” uğruna inananlardan ve müntesiplerinden, mutlak “biat”, sorgusuz “itaat” almak suretiyle onları her türlü ihanetlerine rahatlıkla alet edebilirler.

Şeytaniler, bu yollarla, Allah’ın dinlerine, istedikleri hurafe ve uydurdukları safsataları ilave edebilmektedirler. Başka türlü, yalan, talan, iftira, zulm, millet malına el uzatma, hırsızlık, soygun, tecavüz, yolsuzluk, cinayet, ırkçılık, ayırımcılık ve yüzlerce farklı denaetleri, Allah adına, Allah’ın kullarına karşı gözlerini kırpmadan nasıl işleyebilir veya işlettirebilirler ki?

Mevlânâ Celâlettin-i Rûmî’nin Mesnevi adlı eserinin, birinci cildinde, Yahudiler içinde Hz. İsa ve onun yolundan giden Hıristiyanların düşmanı bir yöneticinin, hilekâr bir vezirinin yardımı ile Hıristiyanların içlerine nasıl sızıp onları birbirlerine düşürerek binlercesinin ölümüne sebep olduklarını ile ilgi kıssayı bir sonraki yazımızda aktarmak istiyorum.

Tabi Hazreti Mevlana’nın aktardığı olayın tarihsel olarak ne kadar doğru olduğu konusunu tarihçilere bırakacak olmakla birlikte, inananların düşmanı, kafir/münafık hilekarların, hilelerinde ne kadar ileriye gidebilecekleri ile ilgili ibretlik bir kıssa olduğunu rahatlıkla belirtebilirim.

İnsanlık tarih boyunca, din adına işlenen her türlü zulüm, haksızlık ve katliamların, farklı putlar, inançlar, insani ideolojiler adına işlenen mezalimlerden herhangi bir farkının olmamasının temel sebebi de bu türden hilelerdir. Çünkü dini siyasetlerine alet edenler görüntüde Rahmani, gerçekte ise Şeytanidirler. Şeytanın havarileri, dinsi’ler için din, dünyevi amaçlarına ulaşmak için bir aksesuardır, o kadar. Dinsilerin inanç ve ahlaklarının, herhangi bir materyalist, Makyavelist veya dünyevi yönetim ve ideolojiden herhangi bir farkları yoktur ki farklı bir davranış kalıbı sergileyebilsinler. Gerçekte, din onların elinde, amaçlarına ulaşmak için, araçsal bir oyuncak olduğundan, açıkta Müslümanlıklarını ilan ederken, gizlide, kendileri gibi olmayan herkesi kafir, münafık, hain, kategorisine koyarak her türlü denaeti rahatça meşrulaştırabilmekte ve her türlü denaetlerini işleyebilmektedirler.

Dinsilerin, dini, Makyavelist amaçları uğruna kullanabilmek için ellerinde şeytani bir bir akıl silahları da vardır. Mesela Müslüman dinciler; “Dar’ül harp”, “hilal ve haç savaşı” “harp hiledir”, “harpte yalan-talan-hile-iftira-zina-cinayet… caizdir.” gibi şeytani gerekçeler kullanabilmektedirler. Böylece, açıkta İslami, gizlide Şeytani kimlikleri ile her türlü zararlı işleri Müslümanlar dahil herkese karşı yapmakta bir beis görmezler. Dinsiler dine aykırı her türlü işlerini yaparken, takipçilerine, bir de “cennete” gidecekleri duygusu ile hiçbir suçluluk da duymadan gerçekleştirme yolunu da açmaktadırlar. Çünkü onların, cinayetleri de, yalanları da, hırsızlıkları da, yolsuzlukları da onlar için günah değil “Allah yolunda bir cihat (!)” da sayılır.

Oysa ahlakı ve erdemi olmayan bir din Allah’ın dini olamaz. Olsa olsa Tağut’un dini olabilir ki. İslam bunu lanetler.

Bu günkü yazıma şu iki soruyu sorarak son vermek istiyorum:

(1) Değerli Müslümanlar; eğer Müslüman olmasaydınız, bugünkü Müslümanlara bakarak Müslüman olur muydunuz?

(2) Sayın Müslüman olmayanlar; bugünkü Müslümanlara baktığınızda, Müslüman olmak aklınızın köşesinden geçiyor mu?

Lütfen bu soruları herkes kendisine ve kendi vicdanına sorsun ve ortaya çıkan cevaba bir baksın.

Arzu eden okuyucularımız bu soruyu sosyal medyada bir anket olarak da yayınlayabilirler.

Doç. Dr. Bayram Erzurumluoğlu