2015’te G20 zirvesinin ardından kaleme aldığım makalemden birkaç satır şu şekilde.

“1947’den 1991’e kadar devam soğu savaş esnasında dünya iki kutuplu siyasi, askeri çatışmalara sahne olmuştur. Doğu Bloğunu temsil eden ülkeler Varşova paktına bağlı komünist iken, Batı Blokunu temsil eden ülkeler NATO üyesi antikomünisttir.

Batının Kapitalist düzeninin “sınırlarını aşma” arzusu ile beraber meydana gelen küreselleşme, iki kutuplu dünyanın çözünümü (Sosyalizim ve Liberalizim) ile beraber ivme kazanmıştır.

Esasında yeni bir dünya düzenini öngören küreselleşme her ne kadar coğrafi anlamda iktisadi faaliyetlerin yeniden organize edilmesi ile gündeme gelmiş olsa da, netice itibari ile belli güçlerin ekonomiye hükmetme arzusundan doğmuştur.

Nitekim bu arzuya dönük olarak II. dünya savaşı sırasında ABD'nin küçük bir kasabası olan Bretton Wods'ta toplanan Bm, Para ve Finans konusunda gerçekleşen konferansta Bretton Wods sitemini oluşturmuştur.

Amaç bağımsız devletlerarasında ortak para birimi düzeninin sağlanmasıdır. Buna göre altına dönüştürülebilen tek para biriminin dolar, diğer para birimlerinin ise dolara endeksli olması söz konusudur.

Ancak bu durum zamanla piyasalarda gerilim meydana getirmiş ve 1970'lere gelindiğinde sistemin çöküşüne yol açmıştır.

Ardından ortaya çıkan petrol krizi Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve ABD'nin bir araya gelmesi ile yeni bir yapıya dönüşerek sonrasında Japonya ve Kanada'nın da katılımı ile G7 oluşmuştur.

Sanayileşmede uluslararası bir kuruluş olarak karşımıza çıkan G7 soğuk savaşın sona ermesi ile arasına Rusya'yı da alarak G8 halini almıştır.

1999'da yaşanan Asya ve Latin Amerika krizleri G8'in çehresini değiştirmesine yol açmış, küresel ekonomide yönetimin yetersizliği ortadadır ve konuyu ilk dillendiren Kanada Finans Bakanı ve ABD hazine bakanı olmuştur..

1999'da Berlin'e toplantıya çağrılan; Arjantin, Avusturalya, Almanya, Brezilya, Meksika, Kananada,Çin,Fransa,Hindistan,Endonezya,İtalya,Japonya,Rusya,Suudi Arabistan, Güney Afrika,Güney Kore, Birleşik Krallık, ABD ve Türkiye G20'yi oluşturmuştur.

Sözü edilen bu ülkeler dünya ticaretinden yüzde 80 pay almakta iken, küresel ekonomik GDP'nin de yüzde 85’ini oluşturmaktadır.

Ayrıca G20’ye üye ülkelerinde yaşayan toplam nüfus 4,7 milyar olup, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 70'ine tekabül etmektedir.

Hâsılı, ekonomik anlamda küresel bir düzenin oluşumunu temsil eden G20 esasında kapitalist ve emperyalist bir anlayışın ürünüdür ve katlamalı bir faiz sistemi ile dünya ekonomisine yön vermeyi öngörmektedir.

Öte yandan bu masum görüntüdeki yapıda yer alan bir avuç aç gözlü sömürgeci devletin belirlediği politikaların bir sonucu olarak dünyada savaş, açlık, işgal ve mültecilik sorunu yaşandığı da bir vakıadır..

Özellikle silah ticaretinin yüzde 60'ını bu üyelerden üç ülkenin yaptığını göz önünde bulundurduğumuzda mesele çok daha net kavranmış olunacaktır.

Kaldı ki, küresel örgütleri incelediğimizde genel anlamda aynı hedefe hizmet ettiğini görüyoruz. Buda barış dolu adil bir dünyanın inşasında bu örgütlerin asla yer alamayacağını ispat etmektedir.. Ki, pek çok kirli oyunun arkasında kendilerinin olduğu yadsınamaz bir gerçektir.

Oysa yeryüzünde barış ve adaletin hâkim olması için coğrafyalarımızda kaynakların kullanımın yerel idarede olması gerekmektedir. Ailelerden başlayarak toplum ve dünya ekonomisinin tamamını tehdit eden faiz sarmalından çıkmakla mümkün olacaktır.

Faiz bir dünya gerçeğidir’ diyerek ısrarla bu felaketi görmezden gelen İslam dünyasının öncelikle bu hakikatle yüzleşmesi şarttır.

Coğrafyalarımızın ekonomik refahı, siyasi istikrarı ne G20'de, nede onun bağlantısı olan B20'de değil, tamamen kendimizin geliştireceği ve içerisinde asla faizin yer almayacağı bir sistem olmak zorundadır.”

Bu noktadan sonra 2015’te yazdığım yazıdan aldığım altılardan yola çıkarak ilave bir bağlantı kurmak isterim.

Rahmetli Erbakan Hocamızın ömrü boyunca söz konusu küresel örgütlerin coğrafyalarımız üzerindeki emperyalist ve kapitalist sömürgeciliğine dikkatleri çekmiş, faizin çökerttiği toplumlarımızda adil bir ekonomik düzeni savunmuştur. Bunun için havuz sistemini ısrarla önermiştir.

Somut bir adım olarak 1996'da D8 kurarak coğrafyalarımız arasında, diyalog, iş birliği ve dayanışmayı sağlamayı hedeflemiş, böylelikle “modern köleliğimize” bir son vermeyi arzu etmiştir.

Erbakan Hoca bu noktada “Soğuk harp döneminin arkasından 1990’dan, D-8’lerin kurulduğu 1997’ye kadar, Batı liderleri ırkçı emperyalizmin yönlendirmesiyle doğru hak anlayışına dayalı bir barış dünyası kurulması yerine, yanlış hak anlayışına dayalı bir zulüm dünyası kurulması yoluna sapmışlardır” sözleri ile bu düzeni tersine çevirmeyi hedefleyen D8 projesini gerçekleştirmiştir.

Çekirdek yapı olarak evvela 8 ülkenin katılımıyla başlamıştır Bu ülkeler; Türkiye, Pakistan, Bangladeş, Mısır, Nijerya, İran, Endonezya ve Malezya’dır.

Ardından D-60’lar ve D-160’ların katılmasıyla ve Yeni Dünyanın 10 küresel kuruluşu ile 5 milyar ezilen insanın ırkçı emperyalizmin sömürüsünden kurtulup Adil Bir Dünya Kurmak için bir araya toplanması planlanmıştır.

Bu topluluğun toplamı 6,2 milyarı bulan dünya nüfusunun, takriben 1 milyarlık bir kısmını yani % 16’sını teşkil etmektedir. Yine bu bu 8 ülkenin yüzölçümü 7.5 milyon km2’dir.

Dünyanın kanıtlanmış petrol rezervlerinin % 15.4’üne sahip olup, yıllık petrol üretiminin takriben % 12’sini,petrol tüketiminin % 6’sını yapmaktadır.

Yine dünyadaki kanıtlanmış doğalgaz rezervlerinin % 22.5’una sahip olup, doğalgaz üretiminin % 11’ini, doğalgaz tüketiminin % 8’ini yapmaktadır.

Ayrıca; bor, krom, gibi stratejik maden rezervlerinin büyük çoğunluğunu ihtiva etmekte, pamuk ihracatının büyük kısmını sağlamaktadır. Dolayısı ile dünyanın merkezindeki geniş bir bölgeyi kapsamakta ve ucuz işgücüne mukabil yetişmiş eleman kadrolarına sahip büyük bir potansiyel ve mana ifade etmektedir.

 Yine;
Toplam nüfusu 1 milyarı bulan D-8 ülkeleri, ekonomik bakımdan büyük bir pazar payı sahibi olduğu gibi, çok büyük de bir Pazar potansiyeline sahip bulunmaktadır.

En yüksek seviyede kurulmuş Küresel bir kuruluş olan D8’lerin bayrağında yer alan 6 yıldız, 6 temel prensibi ifade etmektedir.

1-Savaş değil, barış!

2- Çatışma değil, diyalog!

3- Çifte standart değil, adalet!

4- (Tekebbür) Üstünlük taslamak değil, eşitlik!

5- Sömürü değil, işbirliği!

6- Baskı ve tahakküm değil, insan hakları hürriyet ve demokrasi.

Bütün bu kısa başlıklar halinde temas etmeye çalıştığım noktalar üzerinden, kurulduğu günden itibaren yakından takip etmiş olduğum, pek çok kez toplantılarına iştirake ederek heyecan ile felsefesini yakalama şansı bulduğum D8 projesi ile alakalı olarak kanaatimi ifade etmek isterim.

Dolayısı ile “Erbakan’ın hayali” olarak değerlendirilen bu birlikteliğin gücünü kırmak için gizli aşikâr pek çok çalışma yürütüldüğü bilinmektedir. Tüm siyasi hesapların bir kenara bırakılarak D8 projesinin anlam ve önemine yeniden dikkat çekilmelidir.

Hâsılı kelam; Geldiğimiz noktada Türkiye’nin Özellikle İslam dünyasının toparlanması ve güçlenmesinde Lider ülke olarak rol alması açısından D8 oluşumunun ne kadar önemli olduğunu fark etmek, yeniden dikkatle bu oluşuma kafa yormak gereğinin altını-bir kez daha tekraren- çizmek isterim.

D8’in gücünü artırmak aktif hale getirmek yaşadığımız acı tecrübelerin bir sonucu olmalıdır.

Üstelik sömürgeci güçlerin karşısında güçlü bir birliktelik ile hayalini kuruduğumuz ”İslam Birliğini” de böylelikle gerçekleştirmiş, oluruz.