Zira bu terimler çocukluk hafızamızda önemli bir yere sahiptir. Okuduğumuz çizgi romanlarda ve izlediğimiz “Vestern” kuşağı filmlerde ”esas oğlan” tarafından ehlîleştirilmeye çalışılan bu Kızılderili kabilelerin, soluk benizlilerin kafatasını yüzme hikâyelerini (ebeveynlerimizden gizli ders kitapları arasına saklayıp) az okumuş değiliz hani.

Aynı zamanda Pazar sabahlarının olmazsa olmaz ritüeli olan “Kovboy” filmlerini izlemek için komşu kaçamaklarını da unutmamış olmalıyız ki, hala her Pazar sabahı gözümüz ekrandan aranır durur.

“iyi de şimdi ne alaka Kızılderililer, ne diye nostalji yapmaya kalkıyor bu” şeklindeki muhtemel soruların cevabı olması bakımından konuya girivereyim hemen.

ABD’de bir siyahi vatandaşa polis tarafından uygulanan şiddet sonrası tepkilerini ifade etmek için şehirleri yakıp yıkanlardan birisi “biz şiddeti sizden öğrendik” dedi ya! İşte tam orada zihin çekmecelerim bir bir açılıverdi.

Dolayısı ile hatırlananlar üzerinden Batı ve Amerika’ya dair birkaç tarihi gerçeğe temas etmek arzusu hâsıl oldu.

1492’de Cristof Colomb Amerika kıtasını keşfettiğinde neredeyse 70 milyon Kızılderili yerli nüfus olduğu kaynaklar arsında yer alıyor. Yani bilinenin aksine Colombo’dan çok daha önce Kıtayı keşfedenler olmuş, kendi medeniyet ve yaşam sistemi içerisinde yaşamlarını sürdürmekteydiler.

Esasında tüm dünyaya “coğrafi kâşifler” bağlamında öğretilen (dayatılan) durum (Amerika Kıtasının keşfi) müstear  tanım üzerinden  tam anlamıyla işgal örtbas etme yöntemidir.

Amaç ise; servet, kudret, ihtişam ve misyonerlik arayışı üzerineydi. Bu gizli emeller içerisinde ayrıca Kudüs’ün haçlılar tarafından yeniden fethedilme” arzusu da dâhil olmak üzere pek çok sayamayacağımız unsur yer almaktaydı.

Kuşkusuz Yerliler topraklarına gelen bu “soluk benizli” misafirlerine tüm nezaketleri ile ikram ve izzette bulunurken, başlarına geleceği tahmin bile edbilmiş değillerdi.

Nitekim işgal güçlerinin yerli halkı topraklarından çıkarmaya, katletmeye başladığında bunun bir soykırıma dönüşmesi ile Kızılderili nüfusu 30’da 1’e düşecek, bu büyük halktan kalan nüfus ise “revizasyon” adı altında kendileri için ayrılan küçük bir alanda yaşamaya mecbur edilecekti.

Kızılderili, yani Yerliler üzerinde uygulanan soykırımın boyutunu anlamaya şu iki örnek bile yeterli olacaktır.

“Tanrı’nın hususi takdiriyle savaştan kaçan Kızılderililerin tamamına yakınını çiçekten öldürdük. Tanrı topraklarımızı temizledi” – “Massachusetts Körfezi Kolonisinin ilk valisi John Wintrop

“Kızılderilileri yakıyorduk.. Onları böyle ateşte kızarırken ve bu ateşi söndüren kan gölünde görmek korkunç bir manzaraydı, çürüyen cesetler ve bunlardan yayılan koku berbattı fakat zafer tatlı bir fedakârlık gibiydi. Bizlere olağanüstü yardımlarda bulunarak bu kadar gururlu ve kibirli bir düşmanı elimize düşüren, bu kadar çabuk bir zafer bahşeden Tanrı’ya şükranlarımızı sunarız.” – Plymouth Kolonisi’nin Valisi William Bradford

“Sırf eğlence olsun diye, kadın erkek demeden yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip kopardıklarını ve bunun bölgenin değişik yerlerinde defalarca tekrarlandığını kendi gözlerimle gördüm. Memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarıştılar.” – Bartolome de Las Casas

Bütün bu zulüm ve soykırımların neticesinde katledilen, köle olarak satılan, sürülen Kızılderili halkın topraklarına İngiltere, Fransa, Portekiz’den taşınan Avrupalılar yerleştirilir.(Küba,Meksika sömürü ve katliamlarına ayrıca değinmiyorum)

Bu anlamda Sadece İngiltere’nin 13 kolonisi bulunduğunu, günümüzün meşhur şehirlerinden New York  ve washington’un  bu kolonilerde yer aldığını ifade etmek isterim.

Meşhur 7 yıl savaşlarından galip çıkan İngiltere kıtanın tüm hâkimiyetini elde ederken, 1776 itibari ile kolonilerin gücü üzerinden yeni bir ülke haritası çizilir. Kıta’ya çekilen Amerikan bayrağı ile beraber  Dünya haritasına eklenen yeni bir ülke eklenir ki bu aynı zamanda “yeni dünyanın da” dizaynı anlamına gelmektedir..

Hatırlıyorum da rahmetli Erbakan Hoca engin bilgisi ve feraseti ile yıllarca “yenidünya düzenine” dikkatleri çekmek için çırpınıp durmuştu. İşgal ve sömürü ile ilerleyen batının “dünya haritasını yeniden çizme” planından bahisle, defaten bu konuda İslam dünyasına seslenmiştir.

Keza bu gün Dünya Haritasına baktığımızda binlerce yıllık geçmişe ve kadim medeniyet değerlerine sahip ülkelerin birer birer haritadan çıkarıldığını (D.Türkistan,Filistin)ve yeni ülkeler eklendiğini görebiliyoruz.

Dolayısı ile ABD Dünya haritasına sonradan eklenmiş, işgal politikaları ile “kan” üzerine kurulmuş bir gayrı meşru ülkedir. Uygar Batının özgürlükler, hayaller ülkesi  İşgal, şiddet, soykırım üzerinden yürüttüğü Kapitalist politikalarla tüm dünyayı ezip geçmek hedefi üzerinden yol almaktadır.

Kendi ülkesi de soykırıma maruz kalan Avrupalı Müslüman Lider Alija İzzet Begoviç “Batı hiçbir zaman uygar olmadı” sözü ile işte bu genetik kodlara dikkat çekmeyi murat etmiştir.

Kızılderili kanı üzerine kurulmuş ABD bu kez kapitalist düzen ile dünyayı sömürmeye devam ederek“dev ülke olma” yolunda ilerliyor. Askeri gücünü özellikle İslam coğrafyalarına yığan; Afganistan, Irak, Pakistan, Suriye gibi ülkelerin tepesine bomba yağdırırken kan akıtma pahasına yakıp yıkmaya doyamamıştır adeta.  Bunca zamandır dünyanın her tarafında masumlar üzerinden akıttığı kanlarda bir gün mutlaka boğulacağını da hesap etmelidir.

Değil mi ki  bir zamanları en “kudretli gücü” Komünizm de hiç umulmadık bir şekilde çatırdayıp yerle bir olmuştur.. Kapitalist sömürü düzeni de kendi zulmünde yok olup gidecektir elbet.

Şüphesi ki tüm Batıl sistemler çökecektir!

De ki: Hak geldi batıl yıkılıp gitti! Zaten Batıl yıkılmaya mahkûmdur!

*İsra 81