Sorular sorduğum ve bunlara cevap olarak önermelerimi sunduğum bir yolculuk gibi biraz dolambaçlı ve biraz da yorucu.

Sorulacak Sorular

Recep Tayyip Erdoğan rejiminin önce pişmeye sonra olgunlaşmaya başladığı son 10 yıl içinde zihnimi kurcalayan temel problemlerden birisi özgürlüğün anlamı, özgürlüğü şekillendiren ve baskılayan şartlar oldu. Bir özgürleştirme hareketi olarak başlayan AKP'nin nasıl olup da Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülmemiş bir çoğunluk tahakkümüne evrildiğini anlamama yardım edebilir düşüncesindeydim. Aynı zamanda liberalizm, sosyalizm ve muhafazakarlık olarak tanımlanan 3 temel siyasal eğilimin birisinin bireyi, birisinin toplumu ve birisinin devleti öne çıkarmakta olduğunu fark etmiştim.

Labirentin İçinde

Sosyal analiz yapan düşünürlerin en büyük avantajı ama aynı zamanda en büyük dezavantajı analizini yaptıkları toplumun içinde yaşıyor olmalarıdır. Bu sayede hem eşi benzeri bulunmaz veriler toplayabilir ve sorunları birinci elde gözlemleme şansı elde ederler, ama bir yandan da birey olarak o şartlarda yaşıyor olmaktan mütevellit baskıdan kaçamazlar. Deney için bir labirente bırakılmış farelerden birisinin onu tamamen çevrelemiş olan labirentin ve aynı labirentte gezinen diğer farelerin davranış kalıplarını fark ettiği anda yaşayacağı şaşkınlığa benzer bir durumdur bu. İçinde var edildiğimiz 21.yüzyıl başlarındaki Türkiye denilen labirentin içinde yaşıyor olmak kaçınılmaz olarak her fark eden için büyük acılar getiriyor. Ama her farkedenin tecrübe ettiği üzere bu acılar yaşananları anlama ihtiyacımızı ortadan kaldırmıyor.

Enes ve Bahadır'ın ardından

Bu hafta 20 yaşındaki Enes Kara ve 16 yaşındaki Bahadır Odabaşı toplumsal bakış açısıyla içinde yaşadıkları toplumla girdikleri çatışmaya dayanamayarak gencecik yaşamlarına son verdiler. Bir cemaat evi/yurdunda kalan Enes, tarikat ve cemaatlerin toplum içerisindeki tartışmalı konumu sebebiyle gündeme otururken, babası terörist ilan edildiği için toplum olarak şeytanlaştırdığımız bir cemaate üye olduğu için hapse atılan babasının durumunun yarattığı korku ile Bahadır'ın adı haber bile olmadı. Her iki gencimizin ve aynı durumda olup da adını bile duymadığımız sayısı belirsiz gençlerimizin yarattığı üzüntüyü ve cemaat, tarikat, laiklik paralelinde yürütülen ama aslında bir kimlik savaşı olan tartışmaların taraftarlık coşkusunu bir kenara bırakıp en temel problemlerimizi masaya yatıralım. Zira kimlik savaşlarında her iki taraf da haklıdır ve her iki taraf da her zaman galiptir. Baştaki sorularımıza geri dönelim özgürlük nedir ve hangi şartlarda gelişir veya baskılanır. Zira sizin de fark edeceğiniz üzere her iki intihar olayı yalnızca kimlik savaşları ile değil aynı zamanda bireyin özgürlüğü problemi ile ilgili.

Bu noktadan sonra bütün bireysel olanı toplumsal seviyede anlama çabalarında olduğu gibi yoğun bir şekilde genellemeler yapacağımız konusunda şimdiden sizleri uyarmış olayım. Şüphesiz tüm sosyal olgular da olduğu gibi burada bahsettiklerimin de yüzlerce farklı açıklaması var. Benim yaklaşımım toplumsal mekanik (işleyen parçalar ve birbirleri ile ilişkisi) perspektifinden olacak.

Özgürlüğün Sınırları

Özgürlükle başlayalım. İnsan toplumuna özgü diğer tüm olgular da olduğu gibi özgürlük de toplumsal bir olgudur ve aslında bireyin onu çevreleyen diğer toplumsal olgularla arasındaki ilişkiyi tanımlayan bilişsel ve algıya dayalı aynı zamanda nisbi bir ölçektir. Zira birey bir şeylere karşı özgür olabilir. Bunun olabilmesi için de özgürlüğün bir şeyler tarafından kısıtlanıyor olması gerekir. Özgürlük bireye ait bir kavram olduğu için ben üç kısıtlayıcı belirledim. Bunlar devlet, sosyal çevre ve aile. Bir başka deyişle birey olarak siz ve bir algı olarak özgürlüğünüz devlet, sosyal çevre ve aile tarafından kuşatılmıştır ve baskılanır. Ayrı bir tartışmanın konusu olsa da bu 3 sosyal olgunun yani devletin, sosyal çevrenin ve ailenin aynı zamanda özgürlüğünüzü anlamlandırmanıza yardım edecek şekilde sizi siz yapan, yani bir bilinç olarak algınızı yaratan ve şekillendiren üç unsur olduğunu hatırlatayım. Bir başka ifade ile kendinizi tanımlamanızı sağlayan bilincinizi bu 3 sosyal olgu üretir ve aynı zamanda sınırlarınızı çizer. Yıllar önce bu kuramı ilk düşünmeye başladığım zamanlardan kalma bir grafiği paylaşayım. Not: Yazı içinde yayınlanamama ihtimaline binaen grafiğin bağlantısını ayrıca paylaşıyorum (https://siyasetkahvesi.net/2022/01/16/toplumsal-ozgurluk-kurami/).

Sosyal Evrenimizden Kaçış

Ne kadar da kuşatılmışız değil mi? Oysa bu bizim sosyal evrenimiz. Yani içinde var olduğumuz ve belirli bir ölçüye kadar kayıtları dışına çıkamadığımız bir evren. Yine de bu sosyal evrenden çıkmanın yolları vardır. İlk olasılık olarak birey her üçünü de değiştirebilir, yani başka bir devlette yaşayabilir, kendisini başka bir sosyal çevreye kabul ettirebilir veya yeni bir aile kurabilir. Yani yeni bir sosyal evrene taşınır. İkinci olasılık ise yalnızlaşmadır. Yani birey bunların tamamını terk edip, uzak bir dağın başında izole bir yaşam yaşamayı tercih edebilir. Bu da ayrı bir tartışmanın konusu. Yine ayrı bir tartışmanın konusu olarak bu üç sosyal olgunun kendi aralarında da bir ilişkinin olduğunu ve birbirlerini de tanımlama, üretme ve sınırlama ilişkisi içinde olduklarını not edelim.

Bu 3 temel sosyal olgu zamana, mekana, kültüre ve topluma göre farklı seviyelerde birey üzerinde baskı kurar. Bazı toplumlarda devlet başat güçtür ve sosyal çevreyi ve aileye doğru alanını genişletip birey üzerinde daha ciddi bir baskı oluşturur. İşin ilginç yanı bu üçünün arasındaki ilişkiden doğan dinamikler bireyin özgürlük alanını tek boyutlu veya çok boyutlu olarak daraltıp, genişletebilir. Örneğin devlet baskısı altındaki birey aile ve sosyal çevresi sayesinde daha geniş bir özgürlük alanı bulabilir. Ya da ailesinden ve sosyal çevresinden baskı gören birey devlet (hukuk sistemi) aracılığı ile özgürlük alanını koruyabilir.

Tam bu noktada özgürlüğün nisbi olduğu kadar kıyasi olduğundan da bahsedelim. Bireyin kendini özgür değilmiş gibi hissetmeye başlamasının ve özgürlük çatışması içine düşmesinin bir sebebi başka bireyleri ve o bireylerin sosyal evrenini görüyor ve kendi durumuyla kıyas yapabiliyor olmasıdır. Baskıcı rejimlerin, babaların ve cemaatlerin bireyin başkalarını görmemesi ve kendi ifadeleri ile kötü örneklerden etkilenmemelerini istemesinin sebebi de budur. Bilmezsen kıyas edemezsin, kıyas edemezsen sana verilenle yetinirsin şeklinde özetleyebiliriz.

Ezilenleri tekrar Düşünmek

Şimdi özgürlük çatışması yaşayan birer birey olarak Enes ve Bahadır'ı tekrar düşünelim.

Enes aile geleneğine uygun olarak ailenin mensubu bulunduğu sosyal çevre olan bir cemaatten oluşan sosyal bir evren de yaşıyordu. Kendisi üzerine baskılanan yaşam tarzını kabul edemedi. Tercih hakkını kullanarak ailesi ve sosyal çevresine karşı özgürlük alanını genişletmek isterdi. Ama ona bu imkanı sağlayacak, bireysel özgürlük alanını ailesine ve sosyal çevresine karşı koruyacak, bireysel tercihlerini yaşamasına ve inandığı şekilde kendini var etmesine imkan sağlayacak bir hukuk sistemi yani devlet bulunmuyordu. Zira devlet onu ele geçiren benzer sosyal çevre tarafından böyle özgürlük çatışmalarını yok sayacak şekilde programlanmıştı. Sosyal evrenini değiştiremeyen ve yalnızlaşmaya imkan bulamayan Enes tek bir çıkış yolu olduğunu hissetmiş olmalı.

Bahadır'ın durumu daha köydü. Zira babasının ait olduğu sosyal çevre hem devlet, hem toplum tarafından terörize edilmiş, haşere muamelesi gören bir sosyal çevreydi ve paralize edilmişti. Yaşam hakkı bile verilmeyen bu sosyal çevre devletten gelen baskıyı dengeleyecek ve Bahadır'a bir özgürlük alanı oluşturacak durumda değildi. Daha da kötüsü devlet sığınacağı son kapıyı yani ailesini de hapislere atarak paralize etmişti. Son çare olarak sığınacağı babasının bırakın ona ulaşması, ona destek olması bile mümkün değildi. Zira devlet ve toplum Bahadır'ın babasını ondan almaya karar vermişti. Bahadır'da kim bilir hangi düşüncelerle, içine düştüğü bu özgürlük çatışmasından çıkış yolu bulamadı ve en üzücü olan yolu tercih etti. Kim bilir?

Son 10 yılımıza damgasını vuran dini ve milli tüm değerlerimizi yakıp yok eden İslamcı iç savaşlarında bunun daha radikal hallerini de gördük. Devlet tarafından terörist ilan edilen, sosyal çevresi tarafından tamamen dışlanan ve kendi ailesi tarafından ihbar edilen eski cemaat mensuplarının durumunda olduğu gibi, üç koldan da baskı altına alınan ve özgürlü alanları sıfır mesafesine düşürülen bireyler duyduk. Bu bireyler ya daha önce kafir olarak dışladıkları ülkelere göç ederek, y Türkiye'de kalsalar bile sosyal çevrelerini tamamen değiştirerek ya da kendilerini tamamen yalnızlaştırarak eski sosyal evrenlerini terk ettiler ve pek çoğu özgürlük çatışmalarını bu şekilde çözmüş oldular. Aslında onların yaşadıkları haliyle ilk değil. Çoğumuzun kulak ardı ettiği eşcinsel bireylerin pek çoğu da kendilerini bu durumda buluyorlar. Bunu da bir hakkaniyet namına belirtelim.

İki genç insanın içine düşürüldükleri çaresizlik kıskancından kaçışı canlarına kıymakta bulmuş olmaları gerçekten üzücü. Analizi bir kenara bırakıp, buna sebep olan devlet düzenini, sosyal çevre düzenini ve aile yapısını kusurları oranında kınıyorum.

Çıkış kapısı

Ama aynı zamanda Türkiye olarak totaliter ve baskıcı olmayan, gerçekten demokratik ve gerçekten hukuk sistemine dayalı, gerçekten bireyi, onun özgürlüklerini ve tercih haklarına saygılı bir düzen kurmak istiyorsak yeniden düşünmek için bir fırsat olarak görmenizi istiyorum. Bir türlü içinden çıkamadığımız kabile ve aidiyet savaşları denkleminden kurtulup bireye, onun tercihlerine ve mutluluğuna önem veriyorsak içine sıkışıp kaldığımız aidiyet çatışmasının ve savaşlarının bize söylettiğinden farklı bir şey söylemek gerektiğini düşünüyorum.

Bu yazıda bahsettiğim kuramı toplumsal sorunlarımıza analitik ve çatışmanın tarafı olmadan bakabilmemizi sağlayan bir araç olarak sunuyorum. Bu bağlamda Özgürlüklerimizi korumak için onu çevreleyen ve sınırlandıran devlet, aile ve sosyal çevrenin bizim üzerimizdeki etkilerini ve kendi aralarında oluşturdukları dinamikleri nasıl dengeleriz tartışmanın zamanı geldiğini düşünüyorum.

Ya da alternatif olarak birbirimizin kuyusunu kazma, ötekiler üzerinde tahakküm kurma, devleti başkalarının üzerine salma, kapatma, yasaklama, kim haklı kim haksız şeklinde toplum olarak çok sevdiğimiz ve keyif aldığımız sonsuza kadar sürdürebileceğimiz tartışmaya da devam edebilirsiniz. Tercih size ait ve bu sizin özgürlüğünüz.