15 Temmuz akabinde yaşanan bir kısım tutuklamalara ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin hak ihlali kararları peş peşe geliyor. Ne yazık ki başvuru sayısının fazlalığı nedeniyle gruplar halinde verilen bu kararlarda, yaşanan hak ihlalleri üstün körü ve toptancı bir bakış açısı ile açıklanıyor. Bu nedenle kararların ardında yatan hukuk garabeti toplum tarafından anlaşılmıyor. Bu nedenle, 6 Eylül 2022 günü açıklanan AİHM kararlarında yer alan Müvekkilim Harun beyin hikayesini yazmak istedim. Esasen kendisi de birazdan anlatmaya çalışacağım karakterine uygun şekilde tam altı yıllık bir sabır sınavının ardından, artık hikayesi birileri tarafından bilinsin istedi.

2017 yılının ortalarında Harun beyin eşi beni aradı ve durumundan bahsetti. Gereken notları aldım, cezaevine gitmeyi planladığım en yakın tarihi söyledim ve telefondaki nazik sese iyi günler diledim.

Harun beyle cezaevinde yaptığım ilk görüşmede bana hala şaşırtıcı gelen sakin tavrıyla, bir yılı aşkın süredir tutuklu olduğunu, hakkındaki suçlamaları bilmediğini, hiç hakim karşısına çıkmadığını ancak soruşturma savcısının iddianameyi tamamlamak üzere olduğunu anlatmıştı. İyi bir hukukçu kariyeri olan Harun bey, bu garabeti büyük bir sakinlikle karşılıyordu. Bugüne kadar o sakin tavrından hiç ödün vermedi. Hiç tereddüt etmeden dosyayı alabileceğimi, meslektaşım Ertuğrul beyle çalışmaktan keyif alacağımı söyledim. Harun bey iyi bir hukukçuydu. Sakin tavrıyla iyi bir dinleyici ve öğreticiydi. Kendisinden öğrenebileceğim çok şey vardı. Belki bencilce gelecek ama “elbette Avukatlığınızı yaparım” derken, aklımın bir köşesinde bu düşünceler de vardı. Nitekim başladık ve beklenen iddianame geldi.

İddianameye bakar bakmaz o tarih itibariyle 14 ay süren tutukluluğun baştan sona bir hukuk katliamı olduğu anlaşılıyordu. İlk göze çarpan, Harun beyin tutuklama kararına ilişkindi. Belki inanılmaz gelecek ama bugün dahi, Harun beyin hangi gerekçeyle tutuklandığı belli değil. Harun bey, o tarihteki adıyla HSYK’nın 16/07/2017 tarihli kararı ile görevden uzaklaştırılmış, 18/07/2016 tarihinde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca gözaltına alınmış ve aynı gün Ankara 7. Sulh Ceza Hakimliğinin 2016/99 Sorgu sayılı kararı ile tutuklanmıştı. Tutuklama kararının verildiği o gün, Harun beyin neden silahlı terör örgütü üyesi olmakla suçlandığına ilişkin hiçbir açıklama yoktu. Kabul edilemeyecek, vasat, hukuken geçersiz bir yokluk halinden bahsetmiyorum. Bildiğimiz anlamda herhangi bir suçlamanın olmamasından bahsediyorum. 15 Temmuz sonrası yargılamalarında delil kabul edilen meşhur “kriterlerin” herhangi biri yoktu. HSYK yargılama süresi boyunca açıklayamadığı bir gerekçeyle Harun beyi açığa almıştı. Yaşayanların çok iyi bildiği gibi, o günlerde adınız bir listeye girdi mi cezaevini görmeden hayatınıza devam etmeniz mümkün değildir. Harun beyin başına gelen de buydu. Sadece nasıl hazırlandığı bile belli olmayan “açığa alınan hakim/savcılar listesinde” ismi yazdığı için, meslektaşı, dönemin Ankara 7. Sulh Ceza Hakimi tarafından tutuklanmıştı.

Elbette soruşturma savcısı 14 ay süren “yoğun” soruşturması neticesinde Harun bey hakkında bir takım delillere ulaşmıştı. Bu büyük hukuki çalışmasıyla HSYK’nın ve Ankara 7. Sulh Ceza Hakiminin “hislerini” haklı çıkaracak şekilde hazırladığı iddianamesinde, 2 itirafçı tanıktan ve ByLock kullanma iddiasından bahsediyordu. Ancak bu çok değerli çalışmaya gölge düşüren iki sorun vardı. İlki Harun bey hakkındaki iddianamede bahsedilen iki itirafçı tanığın aslında Harun beyin “fetöcü” olduğunu söylemediği gerçeğiydi. Diğeri ise, Harun beyin dosyasında bulunan pek çok sorgu sonucunda açıkça ifade edilmiş olmasına rağmen, “yanlışlıkla” “sehven” “ufak bir yazım hatası neticesinde” ByLock kullanıcısı olduğunun iddia edilmiş olmasıydı. Evet Müvekkilim Harun bey hakkındaki ByLock kullanım iddiası soruşturma savcısının yoğun hukuki çalışmaları neticesinde oluştuğunu düşündüğümüz dikkatsizlikten kaynaklanan bir “yazım hatasından” ibaretti. Elbette bu yazım hatası Harun beyin bize göre 2 ay daha cezaevinde kalmasına neden olmuştu. Zira tüm itirazlarımıza ve dosyada mevcut evraklara rağmen mahkeme heyetinin içine bir şüphe düşmüştü. Bu yüzden Harun beyin ByLock kullanıcısı olup olmadığını tekrar araştırdılar ve ByLock kullanıcısı olmadığına karar verdiler.

Bu araştırmanın da neticelenmesinin akabinde, tam 16 ay sonra artık yargılama başladı. Harun bey on altı aydır beklediği üzere heyet karşısına çıkmıştı. Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde, 16 aylık bekleyişin ardından “huzurlarına çıkılan” heyete başkanlık eden isim, Mahkeme Başkanı Bahtiyar Çolak’tı. Bahtiyar Çolak son günlerin ünlü hakimlerinden. Hatırlamanıza yardımcı olacak birkaç anahtar kelime vereyim; “Selahattin Demirtaş” “Kobane Dosyası” ve son olarak “Atadedeler Örgütü”. Evet, Müvekkilim Harun beyi “silahlı terör örgütü üyeliği” suçlaması ile yargılayan, her duruşma “var sende bir şeyler, bulacağım” bakışlarını üzerimizde hissettiğimiz, Kobane dosyasında özellikle Avukatlara yönelik tavırlarıyla hemen her gün haber olan ve bir anda ortadan kaybolup “Atadedeler operasyonu” kapsamında gözaltına alınmasıyla tekrar hayatımıza giren meşhur Bahtiyar Çolak’tan bahsediyorum. Şu sıralar kendisine dair merak ettiğim iki soru var; -şayet hakkındaki iddialar doğruysa- örgüt talimatlarını whatsapp grubu kurarak iletme yolunu seçecek özgüveni nasıl yakaladı ve o estetik harikası saç kesiminde hala ısrarcı mı? Her neyse bu “küçük anekdot” biraz beklesin, biz Harun beyin hikayesine dönelim.

19.11.2017 tarihinde görülen ilk duruşmaya, 5 yıl sonra suç örgütü yönetmek suçlamasıyla gözaltına alınacağından habersiz mahkeme başkanı Bahtiyar Çolak, “evet ByLock meselesinin yazım hatası olduğu anlaşıldı o meselede savunma yapmanıza gerek yok” diyerek başladı ve Harun beyin tahliyesine karar verildi. Ancak duruşmada alınan ara kararlar gerçekten enterasandı. Örneğin Harun beyin 1998 yılında üniversite eğitimi alırken hangi evde kaldığının araştırılması isteniyordu. O tarihte Bank Asya açılalı henüz iki yıl olmuştu. Ancak şahsen beni şaşırtan bir ara karar da kurulmuştu. Mahkeme, Harun beyin gerekçesiz olarak ihraç edildiği yönündeki beyanlarımızı araştırmak istemişti ve HSK genel sekreterliğine Harun bey hakkında “itirafçı ya da disiplin soruşturması bulunup bulunmadığı hususunun sorulmasına” karar vermişti.

08.03.2018 tarihinde görülen duruşmada mahkeme başkanı Bahtiyar Çolak “var sende bir şeyler, bulacağım” bakışları ile yeni araştırmalar yapmaya girişti. Harun beyin kaldığı tespit edilen adreste kimlerin yaşadığının tespiti için emniyete talimat veren bir karar kurdu. HSK’dan gelen ve hiçbir açıklama içermeyen cevaptan tatmin olmadığı için Adalet Bakanlığından Harun beyin “yurt dışı görevlendirilmesinin, kıdemine ve dil seviyesine uygun olup olmadığı, ve bu göreve atanmasında kimin referans olduğunun bildirilmesinin” istenmesine karar vermişti. Bahtiyar bey kendince bir hakimin yapması gerekeni yapıyor, araştırıyor, sorguluyordu. Harun bey nasıl bu kadar başarılı olabilmişti? Arkasında birileri mi vardı?

24.05.2018 tarihli duruşma Bahtiyar Çolak’ın Adalet Bakanlığına isyanı ile başladı. Bakanlıktan gelen cevabı okurken şöyle dediğini dün gibi hatırlıyorum; “Adalet Bakanlığından cevap gelmiş, aslında gelmemiş, hiçbir şey söylememişler”. Bu celse itibariyle “başkan bey” pes etmişti. Harun beyin görevden uzaklaştırma, ihraç ve tutuklama kararlarının tamamen dayanaksız olduğunu kabullenmişti. Ancak “var sende bir şeyler, bulacağım” bakışları hiç değişmedi. Bu yüzden ısrarlı araştırmaları ile yargılamayı 10 celse sürdürmeyi başardı.

Bu 10 celselik çaba sonuç verdi ve bir itirafçı beyanı bulundu. Beyanın sahibi Cumhuriyet Savcısı Tayyar Ö. idi. 15 Temmuz sonrasında silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla tutuklanmıştı. Tayyar Ö. tutuklu iken dönemin HSYK başkanvekili Mehmet Yılmaz Anadolu Ajansına verdiği röportajda tutuklu bulunan hakim ve savcılara şöyle sesleniyordu; “…Biz de disiplin açısından itirafta bulunan hakim, savcılar olursa ihraç yoluna gitmeyeceğiz. Onlara gereken her türlü ayrıcalığı tanımayı düşünüyoruz. Yeter ki bize örgütü deşifre konusunda çok yararlı bilgiler versinler. Bunlara disiplin açısından olumlu bakışımız olacak.

Dönemin HSYK başkanvekili Mehmet Yılmaz’ın 21.10.2016 tarihli bu çağrısından etkilendiğini düşündüğüm Tayyar Ö. itirafçı olmak istemiş ve 17.11.2016 tarihli ifadesini “Aynı zamanda tahliye talebimle birlikte en kısa sürede hakkımda kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilerek dosyanın kapatılmasını ve HSYK nezdinde iade-i itibar yapılarak mesleğime geri dönmeyi talep ediyorum”  şeklindeki beyanı ile sonlandırmıştı. Cumhuriyet Savcısı Tayyar Ö.’nün etkin pişmanlık hükümleri kapsamında ifade vermesi üzerine dileğine kavuştuğu anlaşılıyor. Öyle ki, kısa bir araştırmayla tahliye edildiği ve hatta Harun bey yargılandığı sırada Bursa’da Cumhuriyet Savcısı olarak görev yaptığı bilgisine ulaşmıştık. Tayyar bey yine Cumhuriyet Savcısıydı ve takip ettiği soruşturmalar haberlere konu oluyordu. Bu durumdan epey yakındık. Bu yakınmalarımız dikkate alınmış olacak ki, gerekçeli kararda Tayyar Ö.’nün beyanlarına ilişkin şu değerlendirme yapılmıştı; “Tanık Tayyar Ö.’nün sanıkla ilgili somut bilgisinin olmadığından beyanı aleyhe veya lehe değerlendirmeye alınmamıştır.

Netice itibariyle yargılama neticesinde bir mahkumiyet kararı verildi. Müvekkilim Harun beyin hiçbir somut gerekçe olmadan tutuklanması ile başlayan yargı süreci, yazım yanlışları, beyanlarına “itibar” edildiği için görevlerine “iade” edilen itirafçı bir savcı, sonradan bir suç örgütünün yöneticisi olmakla suçlanan bir mahkeme başkanı ile devam etti. Hakkında verilen mahkumiyet kararı Yargıtay’da temyiz aşamasında. Tüm bu yaşananlar ise AİHM kararında hiç tartışılmadı. Sadece Harun bey hakkında verilen ilk tutuklama kararı özgürlük ve güvenlik hakkının ihlali kabul edildi ve Türkiye’nin 5.000 Euro tazminat ödemesine karar verildi.

Bu hikaye bilinsin ve herkes şu soru üzerine biraz düşünsün istedim; size 5.000 Euro verseler tüm bunları yaşamayı göze alabilir misiniz?