Bilindiği gibi “Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere Irak ve Suriye'ye gönderilmesi konusunda Cumhurbaşkanına verilen yetkinin 2 yıl uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi”, 26-10-2021 tarihinde TBMM Genel Kurulunda oylanarak kabul edildi.

Bu tezkere ile Türk Silahlı Kuvvetlerinin yeni bir sınır ötesi harekâta hazırlandığı açıkça görülmektedir. Suriye’ye karşı başlattığı savaşta “garantör devlet olma” amacına ulaşmayan Türkiye, giderek hedef küçülterek “Kürt koridoru” oluşumunu engellemeye odaklanmış görünüyor.

Suriye’ye askerî operasyon 24 Ağustos 2016 tarihinde Fırat Kalkanı Harekâtı ile başlamıştı. Bu harekâtı 20 Ocak 2018 tarihinde Zeytin Dalı Harekâtı, 09 Ekim 2019 tarihinde Barış Pınarı harekâtı takip etmişti. Esed rejiminin birkaç gün içinde devrileceğini hesaplayanlar büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar.

Suriye başkentinde “Emevi camisinde namaz kılarak” fetih kutlamaları planlayan AK Parti iktidarının geldiği nokta; başarısızlığın sorumlusu olarak gördüğü Kürtlerin yerleşim yerlerini işgal ederek kazanımlarını yok etmek olmuştur.

Oysa başından itibaren Kürtler, savaşın tarafı olmayı reddetmişlerdi. Esed ile savaşmaya Türkiye’nin yanında yer almadıkları gibi Türkiye’ye karşı da hiçbir çatışmanın içine girmemişlerdir. Aksine IŞİD saldırısına karşı Süleyman Şah Türbesi’nin taşınmasında Türkiye’ye yardımcı oldular.

Hatırlanacaktır; 22 Şubat 2015 tarihinde Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu sınıra yakın PYD kontrolündeki bir bölgeye taşındı. PYD, Esed’e karşı TSK ile iş birliği yapmayı reddedince bir gece ansızın “Terör Örgütü” olarak tanımlanarak PKK ile aynı kapsama alınmış oldu.

PKK güçlerinin de yoğun olarak Suriye’ye kaydırılması da PYD’nin “terör örgütü” olarak ilan edilmesinden sonra başlamıştır. PKK’nin de başından beri TSK’ni (Türk Silahlı Kuvvetleri) neden peşinden sürüklediğini anlamakta güçlük çekiyorum.

Bölgede savaşı tırmandıran taraflardan birisinin PKK olması en başta Kürtlere zarar verdiğini belirtmeliyim. Benzer tutumunu Irak Kürdistan’ında da sürdürmektedir.

Kürtlerin, Kürdistan coğrafyasının her karışında barışa, siyasal ve demokratik örgütlülüğe ihtiyacı vardır. Savaş herkes için kötüdür ancak Kürtler için çok daha kötüdür. Özellikle 21. Yüzyılda Kürtlerin savaş ile elde edebilecekleri bir kazanımlarının olmadığına inanıyorum.

Amerikan eski başkanlarından Jimmy Carter 10 Aralık 2012 günü – Bush’un Irak’a müdahale etmeye hazırlandığı günlerde– Oslo’da Nobel Barış Ödülü’nü alırken yaptığı konuşmada şunları söylemişti:

“Savaş bazen gerekli bir kötülük olabilir. Ama, ne kadar gerekli olursa olsun her zaman bir kötülük olmaya devam edecektir. Asla iyi bir şey değildir. Birbirimizin çocuklarını öldürerek bir arada yaşamayı öğrenemeyiz.”

Bu ifadelerin ABD için pek anlamı olmadığı düşünülebilir ancak yaşadığımız coğrafyada, yani bizler için çok ama çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. Egemenlik mücadelesi verenler için savaş bir yöntemdir. Yönetilenler ve halk kitleleri için ise savaş, egemenler için ölmektir.

Thomas More “Barış Avrupa krallarının umurunda değildir. Onlar kan dökerek ülkeleri ele geçirirler sadece. Kralların danışmanları ise daha yüksek mevki kapmaktan, keselerini altınla doldurmaktan başka bir şey düşünmeyen beş para etmeyen dalkavuklardır” demiştir. (Ütopya kitabı)

More bu sözleri Avrupa kralları için söylese de savaş, dünyanın her yerinde aynı amaca hizmet etmektedir. Gerçekten de savaş kötülüktür, katliamdır, yağma ve talandır, kan ve göz yaşıdır, dram ve trajedidir.

Suriye Savaşı sadece Kürtlere değil, Türkmenlere, Araplara, Müslim ve gayri Müslimlere, Irak, Suriye ve Türkiye’ye de çok şey kaybettirmektedir!

Tezkereye “EVET” oyu verenlere, Irak ve Suriye’ye askerî harekât için destek verenlere hatırlatırım ki, savaşın tarafları bu coğrafyanın insanlarıdır. Arap-Türk veya Kürt olmaları bu gerçeği değiştirmez.

Her durumda savaşın kaybedeni bizleriz, bu toprakların halklarıdır. Ölenler bizim çocuklarımız. Kazananı ise bölgesel ve küresel egemenlerdir.

Harekâtın amacını “terörü önlemek ve Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlamak” olarak açıkladığı halde Suriye yönetiminin izni olmadan TOKİ marifetiyle inşa edilen konutların, kurulan yerleşim alanlarının, inşa edilen yol ve köprülerin uluslararası yasal dayanağı var mıdır?

Bir ülkenin demografik yapısını değiştirmeyi dünyaya anlatmak nasıl mümkün olacaktır?

İşlenen insanlık suçlarına ne demeli?

Petrol başta olmak üzere silah, uyuşturucu, tarihi eser, organ ve insan kaçakçılığının yapıldığı artık sır değildir. Dünyanın gözü önünde kurulan köle pazarlarında kadınlar cariye olarak satıldı. Türkiye’nin de desteklediği Milis güçler tarafından binlerce kadının ırzına geçildi.

“Sanayi bölgelerinde bulunan fabrikaların sökülüp iş makinalarının çalınarak Türkiye'ye getirilip kurulduğu, yakıp yıkılan evlerde bulunan kıymetli eşyaların ve hatta yıkık evlerdeki demirlerin dahi sökülüp çalınarak Türkiye'ye getirildiği” ile ilgili uluslararası basında yer alan haberlerin Birleşmiş Milletlerin kayıtlarında da yer aldığı iddia edilmektedir.

Zeytin ağaçlarının kökleriyle sökülerek tırlarla Türkiye’ye getirildiği medya tarafından görüntülenmişti. Genel olarak Suriye yağmalanırken özelde de Kürtlerin yaşam bölgesi Türkiye desteğindeki örgütler ve milis güçleri tarafından yağmalanmaya devam edilmektedir.

Bütün bunlar insanlık suçu olduğu gibi “savaş suçu” olarak da sayılmayacak mı?

Peki, Türkiye’ye yönelik hiçbir saldırı ve tehdit olmadığı halde Suriye’nin kuzeyinde sürekli bir savaş halinin yaşanmasının gerekçesi nedir?

Güçlü devletler, gerilim veya savaş stratejilerini birbirlerine karşı geliştirirken iktidarın, başarısızlıklarını örtmek için her seferinde Irak ve Suriye’ye yönelmesi üzücü olduğu kadar trajikomik sonuçlara da neden olmaktadır.

PKK gerekçe yapılarak Suriye ve Irak Kürdistan’ına yönelik yapılan operasyonlar, onur ve kişilik sahibi her Türkiye Kürdünü de rencide etmekte, vicdan sahibi her yurttaşı üzmektedir.

Savaş tezkeresi ve askeri harekatın Kürtlerin yaşam alanını tahrip etmek için yapıldığı çok açıktır. Oysa aynı coğrafyada Türkmenler, Araplar ve gayri Müslim unsurlar da yaşamaktadır. Kürtler kadar onların da zarar gördüğü unutulmamalıdır. Artık bu yıkıcı ve düşmanca politikalardan vazgeçilmelidir.

Sormak istiyorum: savaş mı, sulh mu bölgemizin ve Türkiye’nin yararınadır?

Sulhun hepimizin ve herkesin yararına olduğuna ve başta ülkemiz olmak üzere bölge barışının olmazsa olmaz koşulu olduğuna inanıyorum. Çünkü Sulh’ ta hep hayır vardır.

Tek çözüm; Bölge ülkelerini SAVAŞ ile yönetenler gitmeli, BARIŞ ile yönetecekler gelmeli…!

Abdulbaki Erdoğmuş