Türkiye’nin Siyasi Rotası Değişmiştir! 

Yaklaşık bin yıldır siyasi rotasını Avrupa'ya çevirmiş, hâkimiyet için savaş alanı olarak daha çok Avrupa topraklarını seçmiş bir yönetim geleneğinden geliyoruz. Osmanlı’nın “Doğu Roma” veya “Balkan İmparatorluğu” olarak tanımlanmasının nedeni de budur.

Osmanlı bakiyesi iki ana unsurun (Türkler ve Kürtler) birlikte mücadelesini verdikleri Avrupalılaşma serüveni, çeşitli müdahalelerle hep inkıtaa uğramıştır. ‘Doğulu’ kimliğini koruyarak Avrupalılaşmayı başaramadığı için çoğulcu bir sistem yerine Kürtlerle oluşturulan ittifakı bozarak tekçi, otoriter ve zorba bir yönetim ile bugüne gelinmiştir.

Cumhuriyet devleti, Osmanlı gibi çoğulculuğu başaramayınca tehcir politikalarıyla Gayr-i Müslüm unsurlar, asimilasyon marifetiyle de Kürtler başta olmak üzere farklı etnik unsurlar yok edilmek istenmiştir. Böylece yüz yıl boyunca ülkenin bütün kaynakları ve enerjisi “tekçilik“ ve “milliyetçilik” dayatması mücadelesine harcanmıştır.

‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ ve ‘Türkiye vatandaşlığı’ gibi ortak aidiyeti ifade eden tanımlamalar ulusçu, milliyetçi ve muhafazakârları kesmemiş olacak ki, Türk devleti-Türk vatandaşı-Türk milleti-Türk vatanı-Türk bayrağı-Türk ordusu-Türk polisi-Türk siyaseti, Türk geleneği gibi etnik vurgularla çoğulculuğu ortadan kaldırmayı amaçlamışlardır.

Bütün çabalara ve ceberut uygulamalara rağmen “tek kimlik” ve “tekçi ideoloji” anlayışı ile toplumsal barışı, ilerlemeyi ve medenileşmeyi gerçekleştirmek mümkün olmamıştır. Kürtlersiz yola devam etme arzusu ise bir ütopyadan öteye geçmemiştir.

İki asırlık bir ‘Batılılaşma’ çabasından sonra, özellikle de meşruiyetini demokrasi ve AB üyeliğinde arayan Muhafazakâr-Müslüman bir iktidarla yeni bir umut belirmişti. Yüzyıllık bir ezilmişlik, dışlanmışlık, aşağılanma ve mağduriyet geleneğinden gelen bir iktidardan adalet-eşitlik-özgürlük ve dürüstlük beklentilerinin oluşması hiç de şaşırtıcı değildi.

Ancak geçmiş iktidarların tamamına rahmet okutacağı, içerde kutuplaşma ve düşmanlıklar, kitlesel mağduriyetler oluşturacağı, dışarda ise yakın komşuları ve müttefikleri başta olmak üzere uluslar arası arenada yalnızlaşacağı ve “celladına âşık” misali yeni bir istibdat dönemi başlatacağı kimsenin aklına gelmemişti. 

Özellikle dış politika alanında Neo Osmanlıcılık ruhuyla eski hâkimiyet alanlarını yeniden oluşturacakları rüyasına kapılarak nüfuz alanlarını genişletecek girişimler başlatıldı. “İslam kardeşliği”, “Müslümanlar arası birlik”, “İslam dünyasının bayraktarlığı” gibi geçmiş asırlarda da hiç gerçekleşmemiş, 21. Yüzyılda da gerçekleşmesi imkânsız olan boş, uçuk ve hayali hedeflerin peşine takıldılar.

Hayallerini gerçekleştirmek için de Müslüman Kardeşler Teşkilatı ile işbirliği yaptılar. Müslüman Kardeşlerle balayı yaklaşık 10 yıl sonra hazin bir ayrılık ve büyük bir hezimetle sonuçlanmış durumdadır. 

Mısır-Suudi Arabistan-Körfez ülkeleri ve diğerleriyle başa dönerek yeniden iyi ilişkiler kurmak için büyük çabalar içerisine girdiler. Bu çabaların nasıl bir sonuç vereceği konusunda şimdiden bir kanaat belirtmek henüz erken!

Yeniden başa dönmek de hiç kolay olmayacak gibi. Arap devletlerinin tamamının talebini yansıtan koşulların Mısır tarafından Türkiye’nin önüne konan yol haritasını, Şarkul Avsat yazarı Suud’lu Abdullah Utaybi, 21 Mart, 2021 tarihli yazısında şöyle yansıtmaktadır:

“Tarihi unutmak mümkün değildir ve ondan ders almak bir zorunluluktur, özellikle yakın ve net, işaretleri apaçık olduğunda. Aksi halde Türkiye’nin Müslüman Kardeşler'in yeni çekim merkezi olma tercihi ne oldu? Rabia sloganları nerede? Osmanlı hilafetini geri getirme hayallerine ne oldu? Türkiye bütün bu başarısız stratejileriyle neye ulaştı? Bunlar, Türk karar alıcılarının ve Türkiye'deki siyasi partilerin, Arap ülkeleriyle uzlaşma arayışına girmeden önce kendilerine sorması gereken sorular.”

Bu durumda yeniden başa dönmek mevcut iktidar için mümkün olacak mı bilmiyorum? İç kamuoyuna hesap vermesi de söz konusu olacağı düşünüldüğünde, iktidarı zor günlerin beklediği açıktır.

Ne yazık ki, başlangıcından itibaren demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine karşı direnen tekçi ve otoriter devlet zihniyeti; aşınmış ve etkisizleşmiş resmi ideolojiyi AK Parti iktidarının gerçekleştirdiği ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ ile yeniden tahkim etmeyi başarmıştır. 

Böylece siyaset geleneği hiç bozulmadan, partiler statükonun esiri olmaya devam etmektedir. Bir kez daha değişim ve demokrasi iddiasıyla iktidar olanlar, ya ikiyüzlülüklerinin ya da statükoya boyun eğmenin sonucu olarak toplumsal ve siyasal itibarlarını kaybetmişlerdir.

Siyasetin demokratikleşmesi ve özgürlüklerin inşa edilmesi beklenirken, iktidarın bir anda azgın milliyetçiliğe, otoriter siyasete, sonra da gücün tek elde toplandığı otoriter sisteme geçmesi, geleceğimiz açısından büyük bir kaos ve belirsizliğe yol açmıştır. Çünkü hangi güzergâhı seçerseniz seçin, artık bütün yollar saraya, “Tek Adama!” çıkmaktadır.

Artık hiçbir reform paketinin inandırıcılığı olmadığı gibi uygulanabilirlik ihtimali de kalmamıştır. Adaletsiz sistemden beslenenlerin, sistemden kaynaklı sorunları çözmeleri zaten mümkün değildir. Statükonun esiri olan yönetici ve siyasetçilerle sistemin rotasını demokrasiye çevirmek nasıl mümkün olabilir ki?

Dincilikle harmanlanmış milliyetçilik temelinde rotasını Ortadoğu’ya çeviren Türkiye, sadece Ortadoğu’da değil dünyada kaybetmeye devam ediyor.! Irak-Suriye-Kurdistan-Libya-Somali-İran-Rusya-AB ve ABD başta olmak üzere hiçbir ülkede artık etkinliği ve saygınlığı kalmadı!

Bir demokrasi ve medeniyet projesi olarak öngörülen ve 50 yıldır hayal edilen AB projesi dahi bu iktidar döneminde geriletilmişse, bu ancak sistemin ve statükonun zaferidir.!

Demokrasiye karşı yapılan darbelerin ve azgın milliyetçiliğin kutlamalarını ise AK Parti ve MHP yapıyor. Bir taraftan da Türkiye’nin Arp ve Müslüman duvarına çarpan siyasi rotasını yeniden başa döndürmeye çalışıyorlar.

Derin sularda kayalıklara çarpmaktan kaynaklı tahribatların ve azgın dalgalarla Gemi’nin su aldığının hala farkında değiller. Aynı kaptanlarla ve aynı tayfalarla su almış, parçalanmış gemiyi yürütmek mümkün olmadığı gibi, gemi dâhil herhangi bir değişiklik yapmak da mümkün değildir.

Bu nedenle reform paketleri, kabine- kadro ve politika değişikliği Türkiye’ye sadece zaman kaybettirmektedir. Alabora olan iktidar gemisi, mürettebat ve yolcularıyla birlikte azgın sularda batmaya mahkûmdur! 

Parçalanarak batmakta olan gemiyi değil, Türkiye’yi yeniden inşa etmek, yüzlerce yıldır belirlenmiş istikametine yeniden yöneltmek, kaybedilen güven ve itibarı yeniden tesis etmek zorunluluğu vardır. Gemi ile birlikte eski siyaseti, ideolojik ve ayırımcı politikaları, ceberut yönetim anlayışını, tekçiliği, azgın milliyetçiliği ve düşmanlıkları derin sularda batmasını izlemekten başka çare yoktur.

Bilmeliyiz ki demokrasiyi, hakkı ve hukuku içselleştirmiş bir siyaset ve yeni bir iktidar dışında mevcut sistemi düzeltmek, hukuk hâkimiyetine ram kılmak da artık mümkün değildir.

Bugün ülkemiz için en büyük tehdidin; mevcut tekçi sistemin ve ceberut yönetimin olduğu yönünde yaygın bir kanaat oluşmuştur. İktidar eliyle kurulan mevcut sistemin kalıcı olması durumunda coğrafi ve toplumsal bölünmelere yol açacağı ihtimali göz ardı edilmemelidir.

İktidarını pişmanlığı, geri adımı ve başa dönme çabaları bir fayda sağlamayacaktır. Mevcut durumun sorumlusu olan Erdoğan-Bahçeli ikilisinin, Türkiye’ye daha çok zarar vermeden mümkün olan en kısa zamanda seçim kararı alarak yoldan çekilmeleri gerekir.

Ülkemize, ‘demokrasi ve hukuk’ ortak paydasında hep birlikte sahip çıkma zamanıdır.

Abdulbaki Erdoğmuş