İnsanlık küresel krizler, ülkeler de bu krizlerin oluşturduğu bir istikrarsızlık yaşıyor. Ülkemiz ise bu istikrarsızlığın yanı sıra hepsinden ayrı ve farklı bir belirsizlik ve öngörülemez içinde; bir kaosun eşiğinde. Gel-gitler içinde istikametini kaybetmiş, şaşkın, yorgun, tedirgin, endişeli; politikacıların hamasi ve hayali hedefleriyle zamanını, enerjisini ve kaynaklarını tüketmekte.

Yine ülkemizin eğitimden ekonomiye, yargıdan savunmaya kadar kurumsal yapıların tamamı anayasal sınırların dışına çıkarılmış ve kurumların yasal bağlayıcılığı fiili olarak ortadan kaldırılmıştır. Dışarda ise neredeyse bütün dünya ile sorunlar yaşamakta, komşuları, bölge ülkeleri ve müttefikleri için bir tehdit unsuru haline gelmiştir. Siyasal yönetim otoriteryenizme dönüşmüş, muhalefet partileri ve muhalif toplumsal kesimler susturulmuştur. Doksan küsur gazeteci, onlarca aydın, yazar, akademisyen, parti genel başkanları, milletvekilleri, Belediye Başkanları seçilmişler, siyasetçi ve iş insanları cezaevlerinde tutuklu bulunmaktadır.

Farklı olan ve farklı düşünenler ötekileştirmekle kalmamış, “devlet-vatan düşmanları” olarak damgalanıp dışlanmaktadırlar. Bütün bu yaşananların sadece küresel krizlerle ve küresel istikrarsızlıkla izahının mümkün olamayacağını düşünüyorum. Türkiye’ye özel ve diğer ülkelerden farklı gibi görünen bu manzara karşısında kaygılanmamak, endişe duymamak mümkün müdür?

Türkiye’nin yaklaşık yüz yıllık demokrasi, hukuk ve çağdaşlaşma serüveni; bütün yetkilerin tek merkezde toplandığı ve tek adam ile temsil edildiği “otokratik” bir düzen ile sonuçlanmıştır..! Yüzyılı aşkın bu süreçte defalarca askeri darbe ve müdahalelere rağmen demokrasi ve hukuk devleti istikametinden vazgeçmeyen Türkiye toplumu, ne yazık ki yürürlükte olan siyasal düzene boyun eğmek durumunda kalmıştır.

Daha vahim olanı ise; siyasete, hukuka ve anayasal bir düzene müdahale demek olan bu gelişmelerin toplumun çoğunluğu tarafından “milli ruh ve milli gururla, dua ve tekbirler eşliğinde din-vatan-millet-ümmet-bayrak-cami-ezan-ibadet” aşkıyla destekleniyor olmasıdır. İktidar yanlısı çoğunluk, Türkiye adeta yeniden fethedilmiş gibi milli ve dini hamasetin büyüleyici etkisinde kalmış, Çanakkale savunmasından ve İstiklal harbinden daha büyük bir zafer sarhoşluğu içine girmiştir.

Ne yazık ki toplum, dünyadan soyutlanmış olmanın, Irak-Suriye ve Libya’ya asker göndermenin, Ortadoğu bataklığında debelenmenin ve fitne ateşinin tam ortasında yer almanın ve derin ekonomik krizin tehlikeli sonuçlarını anlayamayacak kadar duyarsızlık sergilemektedir. Bu durumun, Türkiye’nin içinde bulunduğu endişe verici ortamı tanımlamaya yeterli olduğunu düşünüyorum.

İktidar ve müttefiklerinin bilinçli, planlı olarak oluşturdukları kaos ve istikrarsızlık nedeniyledir ki Türkiye, öngörülemez bir ülke konumuna düşürülmüştür. Uluslararası toplum nezdinde yaşanan itibar ve güven kaybı yanında öngörülemez olması da ülkemiz ile ilgili kaygılarımızı daha da artırmaktadır. Hiç kuşkusuz bu duruma, öncelikle demokrasi, adalet ve hukuk ilkeleri değersizleştirilerek, yasalar ve Anayasa yok sayılarak gelinmiştir.

Bu endişelerimin abartılı olduğunu düşünenler olabilir ancak adalet, hukuk ve demokrasi gibi değerlerin hiç dikkate alınmadığı Ortadoğu coğrafyasının bir parçası olunca, sanıyorum ki Türkiye’nin istikametinden endişe duymam anlaşılır bir durumdur. Bugün en çok da yozlaşan, tefessüh eden, çökmüş-çürümüş-kokuşmuş olanlar ne yazık ki bu değerlerdir.

Mevcut karanlık tabloya rağmen ülkemizin geleceği için yine de umutsuz değilim. Yapılması gereken; siyaset marifetiyle ülkemizi bu anlayışın tasallutundan kurtarmaktır. Siyasal sistem değişimi gerçekleşmeden içine düştüğümüz karanlıktan, içinde debelendiğimiz bataklıktan, öngörülemez ve belirsiz olan bu ortamdan kurtulmamız mümkün görünmüyor. Bu nedenle siyasal değişim için demokrasi ve hukuka duyarlı bütün kesimlerin farklılıklarıyla birlikte yan yana durması gerekmektedir. Bunu başaracak sağduyuya sahip olduğumuzu düşünüyorum.

Abdulbaki Erduğmuş