Peygamberin vefatından hemen sonra başlayan siyasi/yönetim tartışmaları, taraflardan birinin görüşünü haklı göstermek, desteklemek veya güçlendirmek için dini dayanaklar aranması İslam açışındın en büyük kırılma noktalarından biri olduğu kanaatindeyim. Siyasal tartışmaların dini boyut kazanması, siyasi ayrılıklarla birlikte Din’de de ayrışmalara neden olmuştur. Bu bağlamda diyebiliriz ki, ayrışmaların, farklılaşmaların, tefrika ve fitnenin esas nedeni; “Din” olarak İslam değil, Siyasal olarak şekillenen ve topluma “din” olarak dayatılan “siyasal İslam” anlayışıdır. Bilindiği gibi yönetim ve siyasette rekabet, karşıtlık, fikri ve politik ayrışma kaçınılmaz bir sonuçtur. İslam ise hakikatte birleşmeyi, bütünleşmeyi zorunlu kılar:

“Hakikatin bütün kanıtları kendilerine geldikten sonra karşıt görüşlere kapılıp parçalananlar gibi olmayın; işte bunlar için feci bir azap vardır,” (Ali İmran:3/105)

Kuşkusuz İslam’ın siyasal boyutu olduğu gibi, siyasete referans olarak verdiği adalet, ehliyet, ortak akıl, ahlak gibi temel ilkeleri de vardır. Geçmiş dönemlerde Müslümanların inşa ettikleri medeniyetlerin, bilimsel keşif ve icatların moral motivasyonunun İslam olduğunu unutmamak gerekir. Buna göre İslam’ın siyasal projesinin bir parti veya bir devlet kurmak değil, bir ‘Medeniyet’ inşa etmek olduğunu düşünüyorum. İslam referanslı siyasetin, ancak evrensel bir medeniyet inşası için düşünülmesi gerektiğini, yalnız Müslümanlara değil, insanlığa hizmet için yapılabileceği inancını taşıyorum. Bu durumda, parti, iktidar, devlet veya egemenlik için yapılan siyasetin İslam’ın bir gereği olarak düşünülemeyeceği gibi, İslam dini ile de doğrudan bir ilişkisinin olduğunu da düşünmüyorum. Kanaatime göre İslam siyaseti; parti, cemaat, örgüt, devlet kurmak, iktidar olmak değildir, evrensel bir medeniyet kurmaktır, medeni birey ve medeni toplum olmaktır.

Şüphesiz “Siyasal İslam” iddiası bugünün sorunu değildir. Geçmiş dönemlerdeki uygulamaların katlanarak bugüne taşınması, sorunu daha karmaşık ve içinden çıkılmaz bir noktaya getirmiştir. Gerçeği ifade etmek gerekirse, Resul-ü Ekrem’in bir ‘Öğüt’ ve ‘Hidayet’ olarak tebliğ ettiği Kur’an ve İslam, “Bu (Kur’an), bütün insanlara açık bir ders ve Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar için bir rehber ve bir öğüt (olsun).(Ali İmran:3/138) buyruğuna rağmen Müslümanlar tarafından egemenlik, fetih, yayılmacılık, işgal, siyaset ve yönetim araçları olarak siyasallaştırıldı ve 19. yüzyıldan itibaren de “Cihad” üzerinden militarist bir yapıya dönüştürüldü.

Geniş ve küresel anlamda bozulmanın başlangıcı Emevi iktidarı olarak kabul edilebilir. Bu dönemde, bir kâinat nizamı olarak âlemlere rahmet olarak Resul-ü Ekrem rehberliğinde tekâmüle erdirilen İslam, dışarda Bizans ve İran egemenliğine karşı, içerde de Ehl-i Beyt ve Peygamber takipçilerine karşı bir Arap İmparatorluğu/ egemenliği için uyarlanmaya başlandı. Çünkü Emevilerin ihtiyaç duyduğu din, İran ve Bizans krallarının yönetimlerini taklit etmeyi, örnek almayı meşrulaştırmak ve egemenliklerini soy ve kabile aidiyeti üzerinden sürdürmek için şekillendirilecek bir din formatında olmalıydı.

Bu kirli emellerine uydurdukları İslam ile kendilerine bir egemenlik ve yayılma kulvarı açtılar ve bunu kabileden imparatorluğa yükselerek büyük bir başarıyla da sonuçlandırdılar. Aynı kirli emeller ve nedenlerle de Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı gibi Müslüman İmparatorluklar ve diğer Müslüman krallıklar da Emevi din geleneğini farklı formatlarla hep devam ettirdiler. 20 ve 21. yüzyılda kurulan modern devletçiklerde ve İslamcı iktidarlarda da durum hiç değişmedi.

Daha vahim olanı; Emevilerle birlikte başlayan bu yozlaşma, Müslümanların toplumsal yaşam biçimine, heva ve heveslerine uygun bir “İslam” anlayışının gelişmesine de hız kazandırmıştır. Sorun, siyasal boyutu aşmış, müdahale doğrudan dine yapılmaya başlanmıştır.

Artık “İslam’a uymak” yerine, “Müslümanlara uydurulan” bir din anlayışı hâkim oldu. Devlet-siyaset ve din adamlarının işbirliği ile dayatılan ve kurumsallaştırılan bu anlayışın kısa zamanda Müslüman coğrafyasının ve Müslüman toplumların, genel kabul gören dini haline geldi. Böylece Müslümanların da değiştirilemez, sorgulanamaz, eleştirilemez, yenilenemez bir dinleri oldu. Yayıldıkça yayılan bu din, Kur’an ışığından mahrum bırakıldığı için ahlak, merhamet ve adaletten de zamanla uzaklaşmaya, hatta yabancılaşmaya başladı. Âlimlerin, münevverlerin, hikmet ehli ve mutasavvıfların çabalarına rağmen bir daha toparlanamayan ve Kur’an ışığı ile aydınlanmayan bu anlayış, Müslümanların dinine yenik düştü ve hayatlarından çıkmaya başladı. Bireysel yaşam dışında toplumsal örneğine bir daha rastlamadığımız bu anlayışın, geri çekilmesiyle birlikte karanlığın, zulmet ve cehaletin, sömürü ve istismarın “din” olarak kabul görmeğe başlandığı ve öğrenilmiş bir cehalet ile bugün de etkinliğini sürdürmektedir.

Bu acı gerçeğe rağmen, ifsat ve tahribatı hiçbir dönemde günümüzde olduğu kadar siyasal, toplumsal ve sosyal boyutlarıyla bu kadar yaygın ve egemen hale gelmemiştir. Bugünkü siyasi anlayışın, kurumları ve toplumları kirlettiği kadar, hiçbir dönemde bu kadar yaygın ve geniş alan bulmamıştır. Yine hiçbir dönemde, politikacıların ve yöneticilerin din adamlarıyla, bu kadar açık ve aleni bir işbirliği yapılamamıştır. Bu durum sadece Müslümanlar açısından da değil, gerçekten de din adamları ve politikacıların işbirliği sonucu yeryüzü ifsat olmakta, barış bozulmakta ve toplumsal hayat her alanda kirlenmektedir. Bunun sonucudur ki, özellikle ülkemizde zamanın ruhunu yaşayan aydınlar, âlimler ve birçok kesim için, Siyasal İslam iddiası inandırıcılığını kaybetmiş olsa da, uygulamaları itibariyle insanlık için bir tehdit ve terör için bir zemin oluşturduğu gerçeği de büyük bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.

Nihai çözümü ancak Kur’an ile aydınlatılmış ve Resul-ü Ekrem ile yaşanarak örnek olmuş, coğrafyası, milliyeti, ecdat ve milliyetlerle sentezi olmayan cihanşümul/ evrensel bir anlayış ile Allah’ın dini İslam ile buluşmaktır. Biliyoruz ki egemenlerin, devletlerin dini İslam değildir. Çünkü İslam, kurumsal, örgütsel bir din değil, bilgiye, hür akla, hür iradeye, araştırmaya ve hakikate dayalı, sivil, şeffaf ve açık bir dindir.

“(Ey Muhammed!) Biz, insanlığ(ın kurtuluşu) için hakikati ortaya koyan bu ilahi kelamı indirdik sana. Kim (buna sarılarak) doğru yola ulaşmayı seçerse bu kendi lehinedir ve kim de (yoldan) saparsa yine kendi aleyhine sapmış olur. Sen onların seçimlerini belirleme gücüne sahip değilsin.” (Zümer:39/41)

Abdulbaki Erdoğmuş