Medenilik mi Esfele-i Safilin mi?

Evren ve onun en asil unsuru insan, en güzel bir biçimde yaratılmış, bir mizan ile düzenlenmiş, kusursuz bir sistemle kaderi çizilmiştir.

Her varlık söz konusu sistem içerisinde kaderini yaşamaktadır. Bu bağlamda insan da eko-sistemin sahibi ve yöneticisi değil, bir parçası ve varlıklardan bir varlıktır. 

Elbette insan akıl-ruh ve bilinç sahibi olduğu için herhangi bir varlık gibi değildir. Yaratılanların en mükemmelidir. “Küçük alem” olarak “büyük alem” in bir özetidir.

Buna rağmen evrenin odağına insanı yerleştirmek ve her şeyi insanın hizmetinde görmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Evrenden yararlanmayı ve nimetlerini paylaşmayı evrene hükmetmekten ayırmak gerekir.

Nimet paylaşımı da sadece insanlar için değil, bütün varlıklar için söz konusudur.

Diğer varlıklardan farklı olarak insan, sahip olduğu akıl ile takdir edilmiş sistem içinde kaderini belirleme bilgisine ve iradesine sahiptir.

Bu nedenle de hem kendisine, yani insanlığa hem de evrene karşı sorumluluk üstlenmiştir. Bu sorumluluk insana, evrene sahip olma ve evrende hükümranlık oluşturma hakkını vermemiştir. 

Bu sorumluluk; evrenin düzenini ve uyumunu adalet ve yüce ahlakla koruma yükümlülüğüdür. Bunun karşılığı olarak da eko-sisteme zarar vermeden evrenin nimetlerinden yararlanma hakkı tanınmıştır ve bu konuda önemle uyarılmıştır:

“Nihayet o gün (hesap günü) nimetlerden (dünyada yararlandıklarınızdan) elbette hesaba çekileceksiniz.” (Tekasür Suresi/102:8)

Hükümranlık iddiası azgınlığı, bencilliği, nankörlüğü, zulmü, sorumluluk bilinci ise akletmeyi, öğrenmeyi, keşfetmeyi ve ortak yararı önceler.

Medeniliği de ‘ortak iyilik ve ortak yarar için çaba göstermek, evrensel ahlak ve adalet ortak paydasında birlikte olmayı ve evrenle uyumlu yaşamayı başarmak’ olarak tanımlayabiliriz.

Buna göre medenilik; iman ve insanlığın gereği de değil mi?

Yeryüzü de Ahiret alemi de bunu başaranlar için neden cennet olmasın?

“İnananların Iman’da, insanların da insanlıkta kardeş oldukları” anlayışının da yaptığım medenilik tanımına uygun olduğu kanaatındayım. Medeni insan, medeni toplum veya medeni ülkeler de bu anlayışı gereği gibi hayata geçirenlerdir.

Bu anlayışın gereği olarak dünya; zindan ve cehennem, ahiret de azap ve işkence yeri değildir. Medeni olmayı başararak hem dünyada hem de ahiret yurdunda mutlu olmak mümkündür.

İnsan, imar ve inşa ile evrende cennetler oluşturacağı gibi, yıkım ve tahriplerle de cehennemler oluşturabilmektedir.

Bu nedenle eko-sistem, bir cennet bilinciyle korunmalı, bozulması ve tahrip edilmesi de bir cehennem korkusuyla önlenmeli, diye düşünüyorum. 

Katliamlarla, işgaller, yağma ve talanlarla, tahrip gücü yüksek silahlarla, kimyasal artıklarla suyu, havayı, doğayı kirleterek, ormanları, bitkileri, canlıları, nehirleri yok ederek eko-sistem korunabilir mi? 

Cennet örneği sahilleri, yeşillikleri, korları, ormanları, ırmak ve nehirleri çeşitli vesilelerle yok edenlerin Ahiret yurdunda Cennette yaşamaları mümkün olabilir mi? 

Eko-sistemi ve insanlığı tehdit eden bu eylemler, insanın azgınlık halidir, mertebesi de Esfele-i Safilin’dir. Bunlar için cehennemi yok saymak gerçekçi olabilir mi?

Cennet ve cehennemin ilk örneği dünyada sergilenmektedir. Dünyayı cennete çevirenler için Ahiret yurdunda daha güzel bir cennet, dünyayı cehenneme çevirenler için de Ahiret de daha yakıcı ve kötü bir cehennem olacaktır.

Medeniliğin ödülü cennet, fitneci, bozguncu ve azgınların cezasının da cehennem olması kaçınılmaz bir sonuçtur.

Medenilik, modern yaşam değildir. Adalet ve yüce ahlak sahibi olarak siyaset ve yönetim dahil hayatın her alanında insanlığa, doğaya ve evrene karşı sorumlu davranmaktır.

Hak ve hukukun tesis edilmediği, özgürlük ve güvenliğin, huzur ve barışın sağlanmadığı, ekonomik ve sosyal güvencenin olmadığı, ahlak-adalet ve eşitliğin öncelenmediği bir toplum veya ülke ‘medeni’ olarak tanımlanamaz.

Medeni olmayan hiçbir ülke, cennet değildir. Medeni olmayan hiçbir birey veya toplum da cennetlik olamaz…! Cennet ve cehennem, dünyada yaşananların ve eylemlerimizin karşılığıdır.

Bu durumda bizleri bekleyen Esfele-i Safilin değil mi?

Abdulbaki Erdoğmuş