Medeni toplumların en açık göstergesi hukukun üstünlüğüne ve özgürlüklere olan inançtır. Bu bağlamda demokratik ülkelerde, toplumsal kesimlerin birbirleriyle olduğu kadar devletle olan ilişkilerini de belirleyen hukuk sistemidir.

En önemlisi de her kimliğin, herkesin ve her kesimin devlete karşı güvencesi de hukuktur.

Kamu düzeni, can ve mal güvenliği, ifade hürriyeti, hak ve özgürlükler ancak hukuk teminatı ile garanti altına alınır. İnsanlığın en değerli kazanımı olan İnsan Haklarının korunması da ancak hukuk düzeni ile mümkün olur.

Böyle bir düzende hiç kimse kimliği nedeniyle ötekileştirilemez ve asla aşağılanamaz. Çünkü böyle bir suçlama insanlık suçu olarak kabul edilmektedir.

Hukukun hâkim olmadığı ülkelerde ve hukukun üstünlüğüne, adalete iman etmeyen toplumlarda inanç, mezhep ve ideoloji birliği önemsenir ve hukuk yerine “güce itaat” esas alınır.

Ülke olarak hem demokrasiden hem de hukuk düzeninden yoksunuz. Daha kötüsü hukuksuzluğu ve otoriterliği kanıksamış bir toplum görüntüsü veriyoruz.

Ne yazık ki ülkemizde de farklı unsurlara yönelik dışlayıcı, ayırımcı ve ötekileştirici bir anlayışın hâkim ve yönlendirici olması güce duyulan güvendendir. Türkçülük refleksinin “milli”, dincilik, mezhepçilik refleksinin de “Sünnilik” üzerinden geliştirilmesi söz konusu gücün korunması içindir.

Siyasi temsilde ve cumhurbaşkanı adaylığında kimlik tepkisi de bunu göstermektedir. İnsanlık ayıbı ve adalete imansızlık sayılan bu ayırımı yapan anlayışın çoğunluk tarafından benimsenmesi de ülkemizin ve bizlerin utancıdır.

Herhangi bir kimliği ve daha çok Cumhur ittifakının dışlayıcı bir anlayışla gündeme getirdiği Alevi kimliğini cumhurbaşkanı adaylığı için sorun görmek açık bir ayırımcılık ve mezhepçiliktir. Millet ittifakı içinde aynı anlayışı paylaşan politikacıların ve bazı yazarların açıklamaları da bu anlayışın çoğunluk tarafından benimsendiğinin göstergesidir.

Kuşkusuz Alevileri ötekileştiren anlayış politikacılar ve yazarlarla sınırlı değildir. Ne yazık ki bu ayırımcılık Türkiye siyasal sisteminin ve biz Müslümanların bir gerçeğidir. İnkâr veya reddederek bu utancın üzerini örtemeyiz.

Bu bağlamda Mahatma Gandhi’nin şu tespiti ile dikkat çekmek isterim

“Her topluluğun bir lağım tarafı vardır, orada çirkin şeyler toplanır; fakat toplulukların asil, temiz tarafları da vardır, öyle olmazsa topluluk yaşayamaz. İnsanlar gözlerini çirkin şeylere dikmemeli, güzel taraflara çevirmeli, birbirlerini güzel kıymetlerin çerçevesinde görmeli ve sevmelidir.”

Bizim de lağım tarafımız daha çok kendisini ırkçılık, dinbazlık, mezhepçilik, farklılıklara tahammülsüzlük ve ayırımcılık üzerinden göstermektedir.

Asil ve temiz olan tarafımızla da fitneyi, ayırımcılığı ve ırkçılığı mahkûm ederek göstermeye çalışmalıyız.

Politikacıların, ırkçı ve dinbaz kesimlerin kirli tezgâhlarına rağmen toplumumuzda var olduğuna inandığımız asil ve temiz tarafın öne çıkacağı yeni bir anlayışı ortaya koyarak eşitliği ve adaleti güçlendirmek durumundayız.

Kurulu kirli düzeni Irkçılık ve mezhepçilik (Sünnilik) ile sürdürmeyi hedefleyen siyasi partiler ve bürokratik kurumlar, milletvekili genel seçimlerini ve cumhurbaşkanı seçimini kimlik ve inanç ayrışması üzerinden planladıkları çok açıktır.

Muhalefet partileri içerisinde de bu anlayışı benimseyen ve Alevi kimliğine karşı cumhur ittifakı ile iş birliği yapanların olduğu görülmektedir. Önümüzdeki süreç içerisinde “Altılı Masa” olarak tanımlanan muhalefet partileri arasından da “milli” ve “Sünni” itirazların yükselmesi mümkündür.

Kim kazanırsa kazansın, seçimi etkileyecek böyle bir anlayışın, ülkemizin dolayısıyla bütün kesimlerin geleceği için büyük bir tehdit oluşturacağı bilinmelidir. Özellikle millet ittifakını oluşturan partilerin bu kirli oyunlara karşı daha duyarlı davranmaları gerekmektedir.

Siyasi geleceğimizi belirleyecek olan “ırkçılık” veya “mezhepçilik/Sünnilik” değil, hukukun üstünlüğü, adalet, eşitlik, hürriyet, ahlak, liyakat ve bilgidir. Herkesin inancı, mezhebi ve etnik kimliği dokunulmaz olmalı ancak ayırımcılık ve üstünlük gerekçesi asla yapılmamalıdır.

Cumhurbaşkanlığı seçimini siyasi rekabet yerine Sünni-Alevi ayrışması üzerinden planlamak, “büyük fitne” olarak tarihe geçecektir. Bu fitnenin bir parçası veya destekçisi olmak da büyük bir vebal olacaktır.

Bu bağlamda “sadece zulmedenlere erişmekle kalmayıp umuma sirayet edecek büyük fitneden sakınmayı” tavsiye ediyorum.

Abdulbaki Erdoğmuş