Mısır'da darbeci Sisi tarafında dokuz Müslüman genç idam edildi. Türkiye de dahil bütün İslam aleminin sessiz kaldığı idamların bir benzeri 1995 de de yaşanmıştı. Fakat bir tek farkla o zaman Erbakan vardı ve Mısır'daki idamları durdurmayı başarmıştı. İşte bunu nasıl yaptığını Fethullah Erbaş anlatıyor:

"Yıl 1995 idi ve biz 1991’den sonra yeniden milletvekili olarak meclisteydik. Mısır’da zalim Hüsnü Mübarek ve adamları yine bugünkü gibi Müslümanlara zulmediyor, haksız yere hapislerde çürütüyor ve idam ediyordu. O Müslümanların çoğunluğu İhvanı Müslimin üyesi veya sempatizanı idi. Malum onlar da Erbakan Hocamızı lider olarak kabul ediyorlardı. Yine böyle haksız olarak idamla yargılananlar varmış ki, bir gün Erbakan Hocam bizi emretmişti. 
Üç kişiydik çağrılan, ben, Mehmet Elkatmış ve Ahmet Dökülmez. Üçümüz de hukukçuyuz. Dedi ki:
-Gideceksiniz Mısır’a, orada uçaktan indikten sonra basın toplantısı yapacaksınız, sonra şunu yapacaksınız, daha sonra da bunu yapacaksınız.
Bir sürü talimat verdi ve:
-İhvan üyelerinin duruşması var, idamla yargılanıyorlar, onları kurtaracaksınız!
Şaştım kaldım. Çünkü ben avukatlıktan anlamam, Arapça bilmem ve Mısır’ın hukuk fakültesinden diplomam da yok. Fakat Erbakan Hocama nasıl itiraz edebilirim? Ağzımdan sadece bir söz çıktı: 
-Peki Hocam, baş üstüne!
Dedim. Ertesi sabah Mısır’a tarifeli uçağa binmek için üçümüz hareket etmek üzereyken, Van Milletvekili Kamuran İnan’a rastgeldik. Nereye gittiğimizi sordu. Söyleyince de hemen bize nasihate başladı:
-Ya Fethullah, basın toplantısı falan yapmaya kalkmayın, sizi hemen sınırdışı yaparlar. Sen hiç Mısır’ı tanımıyorsun, orası senin bildiğin öyle demokratik bir ülke değil. Sonra orada gazete mazete de yoktur, zaten bir gazeteleri var, o da yarı resmi El Ahram gazetesi. Sen o gazeteye nasıl beyanat vereceksin?
Dedi. Dedim ki:
-Abi Hocam öyle emretmişse ben yaparım!
Yüzüme bakarak, manalı manalı güldü. Havaalanına gittik, tarifeli uçağa yetişeceğiz. Hocam’ın Özel Kalem Müdürü Mehmet Karaman Bey bizi bekliyormuş. Dedi ki:
-Böyle buyurun, Hocam size özel uçak tuttu.
Baktık ki küçük bir uçak. Bir pilot, üç de biz, dört kişi uçağa bindik ve Mısır’a gittik. 
Kamuran İnan’ın dedikleri aklımdan çıkmıyor. Bunlar bizi hemen sınır dışı edecekler endişesi içindeyiz. Girer girmez hemen pasaportumu uzattım, ben öndeyim, buyurun, dedim, aldı baktı adam, geçin, dedi. Mühürledi geçtik. Allah’ın yardımı ile önümüz açıldı. Çünkü bizi Hocam göndermiş. Hemen geçtik salona, baktık ki, Seyfülislam El Benna, yanında da üç dört tane genç var, onlar Türkçe konuşuyorlar. Mısır’da El Ezher’i bitirmişler. Bizi karşıladılar, korkuyorlar ve bizi havaalanından alıp hemen götürecekler. Ben:
-Hayır olmaz, Hocam’ın emri var, biz basın toplantısı yapacağız!
Dedim. Dediler ki:
-Kardeşim, burada basın masın olmaz. Burasını Türkiye mi sandınız? Bir tane yarı resmi El Ahram gazetesi var. Onu da nerde ve nasıl buluruz?
Dedim ki:
-Hocam’ın emrini yerine getirmemiz gerek, basın yoksa ben o zaman duvarlara konuşurum.
-Oturdum duvarlara bağırmaya başladım:
-Geldik buraya, Erbakan Hocam bizi gönderdi, haksızlığı gidereceğiz! Falan filan!
-Türkçe diyorum tabi, ama kim anlayacak? Böylece Hocam’ın emrini yerine getirmiş olduk. Bizi Kahire Oteli’ne götürdüler. Ertesi gün duruşma için bizi aldılar. Girdik baktık ki, götürdükleri yer büyük bir yer, yüzün üzerinde avukat var. İçeriye de almamışlar biraz bekledik.Sanıklar yok, biraz sonra baktım sanıklar geldi. Sanıkları böyle aslan kafeslerinin içerisine koymuşlar her birisini, getirdiler arabalarla, indirdiler, oraya rayların üzerinden itelediler gitti, yani mahkeme salonuna raylarda gittiler. O arada bizi de aldılar içeriye. Bizi karşılayan gençlerden birini yanıma aldım, gittim sanıkların yanına. Dedim ki:
-Onlara söyle ki Erbakan Hoca onları savunması için Türkiye’den avukat gönderdi bizi.
O da tercüme etti onlara. Tahminen 13-15 kişi, hepsi öyle ağlamaya başladılar ki… Kafesin içerisinde. Öyle kafes ki, kafesin dışında da bir kafes var. İki kafes arasında bir insan kolunun yetişemeyeceği kadar da aralık var. Onlar başladılar ağlamaya, ben de ağlıyorum. Bir şeyler konuşup ağlaşıyorlar. Kendi kendime dedim ki; niye ağlıyorsun Fethullah, bunların neden ağladığını sen bilmiyorsun ki! Arkadaşıma neden ağladıklarını sordum. Aldığım cevap bende duygu seline sebep oldu. Diyorlarmış ki:
-Madem ki bizim liderimizin bizden haberi olmuş, bize avukat göndermiş, artık bizi bu zalimler assalar da bundan sonra hiç gam yemeyiz!
Öyle dediklerini öğrenince, aman Allah’ım biz de koyuverdik, ağlayan ağlayana!..
Neyse sonra mahkeme başladı biz evraklarımızı sunduk, dedik ki:
-Biz geldik avukat olarak, savunma yapacağız.
Mahkeme toplandı hemen, evrakları inceleyip bir karar verdiler, dediler ki:
-Siz Mısır kanunlarına göre vatandaş değilsiniz ve Mısır üniversitelerinden hukuk diplomanız yok, avukatlık barosuna da kayıtlı değilsiniz, onun için isteğinizi reddediyoruz.
O anda Erbakan Hocam aklıma geldi ve kafamda şimşekler çaktı. Çünkü cebimde Uluslararası Af Teşkilatı’nın bir kartı vardı. O küçük kartı çıkardım ve:
-Ben Uluslararası Af Teşkilatı’nın üyesiyim, mahkemeye gözlemci olarak katılmayı talep ediyorum!
Dedim. Karta baktılar ve:
-Tamam sizi gözlemci olarak kabul ediyoruz!
Dediler. Gözlemci olarak girdik, sanıkların eylemlerine dair çekilmiş filmler gösterdiler. Avukatlar savunma yapıyor, hem de uzun uzun. Ama ben Arapça bilmediğimden hiçbir şey anlamıyorum. Ama hakimlerin bu savunmaları hiç dinlemediklerinin farkına vardım. Sonra duruşma bitti, diyerek kalkıp gittiler. Hakimlerden bir tanesi henüz çıkmamıştı, koştum gittim kapıyı tam kapatacakken, kapının arasına ayağımı koydum:
-Memnu, memnu!
Dedi. Ben de Türkçe bağırmışım:
-Ne memnusu?
Bizim arkadaşlar koşarak geldiler. Dedim ki:
-Bu adama söyleyin, böyle mahkeme olmaz, bu ne böyle? Oraya bir levha bile asmamışlar. Buraya giren sanıklar idamla yargılanır diye. Böyle şey mi olur? Bundan sonra Uluslararası Af Teşkilatı’nın bütün birimlerini ayağa kaldıracağım. Sonraki duruşmalara da en az 20 tane daha af teşkilatından adam getireceğim. Mısır adaleti buysa, bütün dünyada sizi faş edeceğim…
Ben bağırıp çağırmaya başladım. Tutuklanma, kovulma hiç aklıma bile gelmiyor. Çünkü öyle hissediyorum ki, arkamda Erbakan Hocamızın maneviyatı var. Hakimlerin hepsi geri geldiler. Ben kapının bu tarafında ama ayağım arada, onlar da o tarafta, ben söylüyorum, onlar da dinliyorlar. O arkadaşım da tercüme ediyor. Dediler ki:
-Siz şimdi gidin yarın öğle vakti gelin!
Ben de, tamam yarın öğle vakti geleceğiz, diyerek oradan ayrıldık. Sanıklar şundan suçlanıyormuş; Amel Partisi diye bir parti varmış. Bunlar o partiden aday olmuşlar. Bunun için sivil mahkemeye vermişler, o mahkeme beraat kararı vermiş. Hüsnü Mübarek de bu olayı kendisi için tehlikeli görmüş olmalı ki, bunların askeri mahkemede idamla yargılanmalarını istemiş. Yani burası bir askeri mahkeme imiş.
Ertesi günü gittik masaya oturduk. Ben dedim ki:
-Bakın, bu adamlara isnat edilen suç askeri bir suç değil ki. Siz hukukçusunuz, askeri olmayan suçtan askeri mahkeme yargılama yapabilir mi? Bu nasıl bir iş, bu nasıl bir mahkeme?
Hakimler dinlediler ve dediler ki:
-Siz haklısınız böyle böyle oldu, araya Devlet Başkanı girdi. Ne yapalım ki, burası Mısır!
Ben de sesimi yükselttim: 
-Ben de elimden geleni yapıp dünyaya bu olayı duyuracağım!
Diye bağırdım. Görüşme bu şekilde bitti. 
Bu olayı Hüsnü Mübarek’e gidip anlatmışlar. Demişler ki:
-Bu iş uluslararası boyuta taşındı. Bundan sonra Mısır’ın bütün kararları dünyaya açılır. Müsaade ederseniz biz bunlarla anlaşalım, bu işi kapatalım.
Hüsnü Mübarek telaşlanmış:
-Ne yaparsanız yapın ama, uluslararası birşey olmasın!
Demiş. Hakimlerle tekrar konuştuk, dedim ki:
-Bakın, ben size bunları beraat ettirin demiyorum. Zaten üç senedir yatıyorlarmış. Bu adamlara siz üçer sene ceza verin, sonra tahliye edin, buna mukabil bunlar da bir daha siyasi bir faaliyet yapmasınlar.
Bu önerimizi kabul ettiler. Önümüzdeki duruşmada tahliye kararı vereceklerine dair söz verdiler. Aksi takdirde Uluslararası Af Teşkilatı’nın üyelerini buraya yığacağımıza dair kuru sıkı tehditler attım. 
Biz Türkiye’ye döndük. Doğruca Erbakan Hocam’a gittik. Olanları anlattık:
-Allah sizden razı olsun, ama takip edin, netice alıncaya kadar ilginizi kesmeyin!
Dedi. Olayı takip ettik ve sonraki celsede söz verdikleri gibi tahliye ettiklerini öğrendik. Hocamıza bu raporu da verdik. Çok sevindi ve dualar etti.
O yargılanan kardeşlerimiz yıllar sonra, yani 2011 yılında Hocamızın vefatında gelmişler. Yani o mahkum olanlar ve yönetim kadrosu. Saadet Partisi olarak onlara bir yemek verilmiş. Yemekte bu olayı anlatmışlar ve:
-Rahmetli Liderimiz Erbakan Hocamız bizi gönderdiği avukatlarla hapisten kurtarmıştı…
Demişler.
-İşte o avukatlardan birisi burada.
Diye beni de çağırdılar. Ben yanlarına vardım, baktılar, baktılar ve:
-O sen değilsin, onun sakalları simsiyahtı, gözleri böyle çakmak çakmaktı, sen nere o nere?
Dediler.Ben de baktım, baktım ve dedim ki:
Vallahi ben de sizi tanımadım, yani doğrudur o zaman bir sefer bakmışım, sonra mahkum elbiseleri içerisinde, simaları hatırlayamıyorum, herhalde sizler onlar değilsiniz.
Gülüştük. Sonra sarıldılar ağladılar, ağlaştık. Dediler ki:
-Ama sen bizim için ne kadar ağlamıştın o gün.
-Siz de beni öyle görseydiniz mutlaka ağlardınız!
Diye cevap verdim. Oturduk yemek yedik Hocamızı yad ettik, dua ettik."