“Tilki pek çok taktik bilir. Ancak kirpi tek ve mükemmel bir taktiğe sahiptir.”

Der 2700 yıl önce Arkilokos. Buradan yola çıktıklarını yazıyor “Kılavuz Kirpi “ sitesinin tanıtım bölümünde.

25 Kasım 2018 tarihinde Kadıköy Belediyesi Barış Manço Kültür Merkezi’nde yapılan Çalıştayı araştırırken önce Ali Özırmak’a oradan da yazılarının yayınlandığı Klavuz Kirpi sitesine ulaştım.

Son günlerde olmayan “ Soğan lobisi” üzerine giden devletin yetkili mercilerinin ve kamuoyunun dikkatini çok daha derin, çok daha hayati bir konuya “ tohum” konusuna çekmek istiyorum.

Birçok kez yazıldı, çizildi, televizyonlarda dile getirildi. Fakat çok daha yakın bir tarihte, 19 Ekim 2018 de resmi gazete bir yönetmelik yayımlandı. Yönetmeliğin amaç ve kapsam bölümü aynen aşağıdaki gibidir

“Bu Yönetmelik Ülkemizdeki tarla bitkileri, bağ-bahçe bitkileri ve diğer bitki türlerine ait yerel çeşitlerinin genetik erozyonlarını engellemek amacıyla; tohumluklarının çoğaltımı, pazarlanması, yerinde idamesi ve sürdürülebilir kullanımı ile ilgili kurallar getirerek, ticareti yapılacak yerel çeşitlerin kayıt altına alınması, tohumluk üretimi ve tohumluklarının piyasaya arzı ve bu konudaki denetimlere ilişkin usul ve esasları kapsar.”

Bu yönetmelik üzerine daha öncede bahsettiğim 25 Kasım 2018 tarihinde Kadıköy Belediyesi Barış Manço Kültür Merkezinde Çalıştay düzenlendi. Ve bu Çalıştayın sonuç bildirgesinde çok çarpıcı ifadeler geçiyor.

“Yönetmeliğin “amaç ve kapsam” bölümünde “tarımsal bitki türlerine ait yerel çeşitlerin genetik erozyonlarını engellemek” gibi önemli bir amaç ön plana çıkarılmaktadır. Ancak, yönetmelik baştan sona “yerel çeşitlerin nasıl kayıt altına alınacağını, üretileceğini ve piyasaya arz edileceğini” yani ticaretini düzenlemekte olup asıl amacı ile bağdaşmamaktadır.

Dünyada hiçbir ülke yoktur ki ticarete konu ederek yerel çeşitlerini koruyabilsin! Endüstriyel tarımın yayıldığı ülkelerde, yerel çeşitlerin hızla azalması bunun en acı örneğidir. ABD’de lahana çeşitlerinin %95’i, mısır çeşitlerinin %91’i, bezelye çeşitlerinin %94’ü, domates çeşitlerinin %81’i kaybolmuştur. FAO’nun verilerine göre son yüzyılda dünyamız biyolojik çeşitliliğinin %75’ini kaybetmiştir.”

Yukarıda bahsi geçen rakamlar konunun aslında ne kadar mühim olduğunu gösteriyor. Çok ciddi ve haklı  tepkiler bulunan Çalıştay Sonuç bildirgesi ilgilenenler için ekte sunulmuştur. Ancak bu gelinen sürecin tarihçesi ve her taşın altından çıkan o malum “lobi” den bahsetmemek olmaz.

****

Eğer petrolü kontrol ederseniz ülkeyi kontrol edersiniz, eğer gıdayı kontrol ederseniz nüfusu -dünyayı- kontrol edersinizDemişti 1970 lerde Rockefeller vakfı tarafından desteklenen Amerikan Başkanlarından Henry Kissinger

Bu sözün eyleme geçmiş halidir “ Yeşil Devrim”.

Yeşil Devrim   1950’li yıllarda verim artışı amacıyla şeker gübresi ile başlar ve  yoğun miktarda kullanılan kimyasallara kadar evrilir.

 ‘Negatif Öjenik olarak adlandırılan” istenmeyen soyların sistemli bir şekilde yok edilmesi aslında Rockefeller vakfı, Carnegie, Harriman ve diğer zengin elit aileler tarafından fonlanan öjenik (üstün ırk yaratma) lobisinin faaliyetidir.

Rockefeller Vakfı’nın Hitler’i desteklemekle başladığı projesi, Bill Gates, Gates Vakfı, Cargil, Bayer, DuPont, Pioneer, Monsanto, Syngenta ve nihayet Dünya Tarım Örgütü, Birleşmiş Milletler bünyesindeki çeşitli kalkınma örgütlerine kadar sirayet ediyor.

Bir süre sonra terk edilen yeşil devrimin yerini bu kez de üstün tohum yaratılma çalışmaları alıyor..

Tohumların kendi kendine tozlaştığını / döllendiğini tesadüfen fark eden ünlü bilim adamı Mendel kanunları esas alınarak, artık adına hybrid / hibrit denilen kısır tohumlar üretilmeye başlanıyor.

“Ölüm Tohumları” kitabı yazarı F.William Engdahl, “Bu insanlar, yapabildikleri her şeyi yapıp, her şeyi kontrol etmeye çalışıyorlar. Tanrı’ymış gibi davranıyorlar” diyerek Dünya Nüfusunu kontrol edilmesi düşüncesine dikkat çekiyor.

Peki, bu zaman zarfında Türkiye’ de neler oluyor. Onu da birebir Ali Özırmak’ın kaleminden  aktaralım.

  1. Dünya Savaşına girmeyen ülkemiz dışa kapalı ekonomik sistemi uygularken birden NATO üyesi olur ve Kore Savaşı için NATO yanında savaşacak askerlerimiz bu ülkeye gönderilir. 1945 yılında biten savaş sonrası, gerek yıllardır ekilemeyen tarlaların işlenememesi ve gerekse erkek nüfusun azalmasıyla ekimlerin yapılamaması nedeniyle tüm dünyada ekonomik kriz devam etmektedir. Zira ülkesinde savaş çıkmayan Amerika’nın üretimi nedeniyle stokları artmıştır.


Artık bir NATO üyesi olan Türkiye dışa açık politikalar uygulamaktadır. 1900’lü yıllarda ABD’de kurulan Rockefeller firmasının yan şirketlerinin özellikle mısır üretimine pazar bulunmak amacıyla ülkemizde “zeytinyağlı yiyemem aman…” türküsü ortaya çıkar. Amaç, ülkemizdeki zeytinyağı tüketimini azaltmak ve halkın diğer yağlara yönelmesini sağlamaktır. Bu kapsamda ülkemizde zeytin ağacı katliamı yaşanmış, zeytinyağı tüketimine karşı kampanyalar başlatılarak türkü yazdırılmış, sonuçta ilk kez Türk halkı bitkisel ürünlerden üretilen Vita yağı ile karşılaşmıştır (Orta yaştaki okurlarımız hatırlar, ilkokullarda vita yağı, şeker, un ve süt tozu dağıtılarak beslenme saatleri yapılırdı).

 Ülke tarımı dünyada kendi kendine yeten üretime sahiptir. Uluslararası ekonomik olaylar, 1974 Kıbrıs Çıkartması sonucu uygulanan ambargolar… Ülkemizde çiftçinin kullandığı Yeşil Devrim artığı kimyasal gübre ve ilaçların kullanımı hızla artar. Çiftçinin kullandığı mazot, traktör ve diğer girdilere zamlar yapılır, başta şeker pancarı, ayçiçeği, pamuk, tütün gibi özellikle endüstriyel tarım ürünlerine ekim kotaları getirilir. 

Ülke ekonomisi tamamen dışa açılmış, ithalat kolaylaştırılmıştır. Daha verimli olduğu söylenen Avrupa tohumları, Hollanda tohumları, takiben İsrail tohumları ülkemizde kullanılmaya başlanacaktır. Bununla birlikte üretimlerde yoğun miktarda kimyasal içerikli gübre/hormon ve zirai ilaçlar kullanılmıştır. Ne var ki bu tohumlar bir kez ekilebilir çeşitlerdendir, çiftçi benzer ürünü ve verimi alabilmek için her yıl yeniden tohum almak zorundadır. Yani hibrit tohumlara kapı açılır. Süreç içerisinde hazır tohum alan üreticiler, binlerce yıldır ellerinde bulundurdukları yerli/yerel tohumları saklamaktan da uzaklaşmıştır.

 2006 yılında Tohumculuk yasası çıkartılarak sertifikasız tohumların satışına da yasak getirilir. Böylelikle üreticiler, binlerce yıldır ürettiği tohumları satamayacak ve buradan kazanç elde edemeyeceklerdir. Şayet satılacak bir tohum varsa o da sertifikalı firma tohumlarıdır. 2008 yılında ise devlet, yerli tohum üretimini teşviklere başlamış özellikle çokuluslu firmalar ülkemizde tohum üretimi faaliyetlerine hızla dalış yapmışlardır.

Ülkemizde ilk GDO(Genetiği Değiştirilmiş Organizma)’lu tohumların ön çalışması yapılır. Bu süreç 2009 yılında Biyo-çeşitlilik yönetmeliği ile ilk kez ülkemiz gündemine girer ve artık GDO’lu tohumlardan üretilen ürünler ülkemize girmeye başlar.

Çokuluslu firmalar halen Türk beslenme sistemini değiştirememişler, yine bir zeytin ağacı gündeme gelmiştir. Yasalarla 2 hektar (20 dönüm) altındaki ağaçlık üretim alanları toplulaştırılacak böylece küçük üretim alanları yok edilecektir. Ayrıca yine 25 dönüm altındaki alanlarda öncelikle maden aramalarına izin verilecek ve şayet bölgede maden varsa bu bölgelerdeki ağaçlar yok edilecektir.

Küçük üreticileri yok etmek için arazi toplulaştırmaları kanunları ve yönetmelikleri devreye girmiştir. En küçük ekilebilir arazinin 5 dönüm, en küçük ağaçlık arazinin ise 20 dönüm olacağı yasalaşmıştır. Bununla kalmayıp önümüzdeki süreçte başka yasal uygulamalar da gündeme gelecek ve en küçük arazi birimleri daha da büyütülecektir.

Bu bilgilerin ışığında bahsi geçen yönetmeliğin ve ona tepki olarak yayımlanan Çalıştay Sonuç bildirgesinin önemi daha da netleşmiştir.

İnsan hayatının temelini oluşturan gıda, ve ekonominin en mühim konusu tarım politikaları iken hükümetin “ soğan lobisi” adında uydurulmuş bir sorunla uğraşmasını kasıtlı bir “ algı operasyonu” olarak değerlendirmek yanlış olmasa gerek

Selam ve dua ile

Firdevs Çağlayan

Ek:CALISTAY SONUC BILDIRISI (2)